19 Nisan 2024 Cuma

Devrimci Yön

Kavimler Göçü ve bugünkü göçler

Kavimler Göçü ve bugünkü göçler
23 Şubat
00:00 2019

“Dünya tarihi bir sürece girdi ve kırılmalar yaşıyor. Yeni bir dünya kuruluyor. Bu yeni dünyanın ekonomik, siyasi, sosyal, askeri kurum ve kuralları çok farklı olacak ve eski dünyanın tüm kodları, kurum ve kuralları geçerli olmayacak” diyoruz ya, sözkonusu değişim/dönüşümün sebeplerini incelemeden sonuçlarını göremeyiz.

Yeni dünyanın kapısını açan, küresel emperyalizmin yol açtığı küresel göç dalgası oldu.

Bu göç dalgası öylesine etkili ki “Kavimler Göçü”nün yol açtığı değişim/dönüşümün sonuçlarını birkaç kez katlayacak nitelikte.

KAVİMLER GÖÇÜ: Günümüz Avrupa devletlerinin temellerini atan çok önemli bir tarihi kırılmadır. 350-800 yılları arasında Avrupa’ya yapılan şiddetli insan göçüdür.

İlk dönem ve ikinci dönem olarak ikiye ayrılır. İkinci dönem kavimler göçü, ilk dönem kavimler göçünün devamı niteliğindedir. İlk dönem kavimler göçü Roma İmparatorluğu ve Hunlar arasında yoğun sınır değişikliklerini kapsar.

Göç sonucu Avrupa’nın bugünkü siyasi ve sosyal yapısı ortaya çıktı. Göçlere dayanamayan Batı Roma İmparatorluğu 476’da yıkıldı.

Kavimler Göçü’nün sonuçları:

Avrupa’nın bugünkü siyasi ve sosyal yapısı ortaya çıktı

Kavimlerin birleşmesi ile yeni milletler ortaya çıktı

Roma İmparatorluğu ikiye ayrıldı

Göçlere dayanamayan Batı Roma İmparatorluğu 476’da yıkıldı

Avrupa’da derebeylik (feodalite) rejimi ortaya çıktı

İlk çağ sona erdi, Orta Çağ başladı

Avrupa Hun Devleti kuruldu

Avrupa’da günümüzde yaşayan milletler oluştu

Bilinen anlamda kapitalizm/emperyalizm ortaya çıktı.

 

BUGÜNKÜ GÖÇLER, DÜNKÜ GÖÇLERE TEPKİDİR

21. yüzyılı kökten değiştiren göçler dalgası, bir anlamda Kavimler Göçü’nün yol açtığı sonuçlara o günden bugüni biriken tepkinin başkaldırısı sayılabilir.

Kavimler Göçü’nün en önemli sonuçlarından biri, Avrupa’nın bugünkü yapısının ortaya çıkması ve buna bağlı olarak kapitalizm/emperyalizm, sömürü/sömürge gibi sistemlerin kurulması. Doğal olarak bu sistemler toplumsal ve sosyal yapıları da şekillendirdi. Ama aynı zamanda yapılar arasında farklı ve dengesiz kesimlerin oluşmasına yol açtı.

Örneğin, İngiliz yardım kuruluşu Oxfam’ın yaptığı bir araştırmaya göre yaratılan küresel servetin yüzde 82’lik bölümü en zengin yüzde 1’lik kesimin cebine gidiyor.

Kuruluşun raporuna göre, dünyanın fakir yüzde 50’lik kesimindeyse herhangi bir servet artışı gözlenmedi. Oxfam’a göre çıkan sonuçlar küresel ekonomik sistemin başarısızlığına işaret ediyor.

Yine Oxfam’ın verilerine göre, dünyanın en zengin sekiz kişisinin serveti, dünyanın yarısını oluşturan 3.6 milyar nüfusun servetine eşit.

Bu adaletsizliğin sonuçları bir kesim azınlık için bilançolara kâr olarak yansırken, bir kesim çoğunluk için zarar hanesine açlık, ölüm olarak yansıdı.

Adaletsiz sisteme, emperyalizmin kazanma hırsı ile dünyayı ateşe, gözyaşına ve ölümlere atması, aslında sürdürülebilir bir politika değildi ve tıkandı.

Sisteme yönelik başkaldırının görünür en büyük tetikleyicisi, 9/11 saldırılarıdır. 2001’de ABD’de İkiz Kuleler’e ve Pentagon’a El Kaide’nin yaptığı “terör saldırıları” ile dünya yeni bir döneme girdi.

ABD’de hakim güç, saldırıları kullanarak Afganistan’la başlayan bir sözde savunma/demokrasi mücadelesine (özde saldırı ve işgal süreci) başladı.

Bu öylesine bir süreçti ki Asya’dan Afrika’ya, Kafkaslar’dan Ortadoğu’ya kadar tüm ülkeleri ve insanları olumsuz anlamda etkiledi. Baba Bush’un “Önleyici Savaş” doktrini gereği ABD, kendisine rakip olabileceğine inandığı herkesi/her şeyi yok edilmesi gereken hedef olarak kabul etti ve dünya ateşe atıldı.

Bu savaş dönemi, emperyalizmin yarı aç-yarı tok yaşamak zorunda bıraktığı insanları tamamen açlığa, iç savaşlara sevketti.

Ve göçler dalgası başladı.

Bu öyle bir dalgası ki bilinen hiçbir silahla durdurulması mümkün değil.

Bu öyle bir göç dalgası ki ABD’den Avrupa’ya hiçbir ülkenin kendisini koruması mümkün değil.

Bu öyle bir göç dalgası ki genel kabul görmüş tüm ahlaki, dini, hukuki meşruiyete sahip.

Bu öyle bir göç dalgası ki tok ve güvende yaşayan insanların bile desteğini alabilecek kadar haklı bir gerekçeye sahip.

Örneğin Avrupa’nın izole ve refah içinde yaşayan insanı, bir sabah uyandığında kapı komşusunun Afrikalı aç bir mülteci olduğunu gördü.

İkisi birbirine uzun uzun baktı. “Sen niye açsın? Sen niye toksun?” sorusunu sordular birbirlerine. İşte bu soru, dünyanın mültecilere bakışın değiştirdi. O güne kadar televizyon ekranlarında yardım kuruluşları haberlerinde 3-5 saniye görüp geçtikleri o aç insanlar artık komşuları olmuştu.

Örneğin ABD, ne yaparsa yapsın Meksika’dan, Honduras’tan ve diğer ülkelerden akın akın gelen mültecileri önlemekte zorlanıyor. İç dengeleri sarsılmaya başladı.

Örneğin Akdeniz’de batan mülteci teknesinde hayatını kaybeden Aylan bebek, insanlık vicdanının simgesi haline dönüştü.

Örneğin haftalardır Fransa’da kaos noktasına gelen “Sarı Yelekliler” hareketi, yoksulluğa başkaldırının simgesi oldu.

Göç dalgasının belki de en belirleyici sonucu, tokla açın bu durumun sorumlusu olarak aynı adreste buluşmasıdır.

Bu adres, kimi zaman petrol tröstü kimliği, kimi zaman silah tüccarı kimliği, kimi zaman ilaç, kimi zaman gıda, kimi zaman demokrasi havarisi kimliği ile karşımıza çıktı. Ancak tüm kimliklerin ortak özelliği hedef ve amaçları için kullandığı taktiklerin kan ve gözyaşına yol açmasıydı.

Bu taktik, Suriye’ye kadar başarıyla uygulandı.

Suriye süreci ve sonrası malum. Anlatmaya gerek yok.

KAYNAK: www.tuhafsite.net

CELAL ÇETİN

SOLİTİRAZ.COM

Facebook'ta Sol İtiraz