28 Mart 2024 Perşembe

Devrimci Yön

Neye İtiraz? / Ünsal Çankaya

Neye İtiraz? / Ünsal Çankaya
15 Kasım
00:00 2017

 

Night Train to Lisbon. (Lizbon'a Gece Treni) 2013 yılı yapımı bu filmi yeni izledim. 

Çok beğendim yeterli bir tanım. Çok duygulandım fazlası.

Sol duyumla savaşlara, kıyımlara, işkencelere yine karşı çıktım elbette, elbette ki sarsıldım filmde satır arası verilen acılarla.

Tarihten kimsenin ders çıkarmadığını, benzer acıların dünyadaki çoğu ülkede, memuriyet sınırını aşan caniler eli ile yaşatıldığını gördüm çünkü ve bu gerçek kahrediyor insanı. 

İnsan yaşam üzerine düşündüren, kendinden önceki insanların eyleminden bile sorumluluk duymayı duyumsatan filmler, romanlar, öyküler, şiirler ile karşılaşınca unutmamalı.

Onları izleyince, okuyunca öyle yoğun duygulanım yaşıyor ki bu duygular hakkında notlar almalı…

Ya da kitaplarda altını çizmeli, filmlerde not almalı unutulmasın diye, sonra üzerine yazmalı tam o anda neler geçti içinden.

Çünkü ben daha izlerken unuturum çarpıldığım bazı diyalogları. Ama çarpıcı birkaç kareyi yine de saklarım anılarıma.

Filmde ‘Lizbon Kasabı’ olarak anılan Mendes’in torunu genç kız çok sevdiği dedesi öldüğünde kendinden başka seveni olmayış ve bu ölüme herkesin ağlamayış nedenini bulmuştu bir kitapla.

Sadece yüz adet basılmış bu kitabı belki tesadüfen bulmuş, satın almış, okumuş, kökleri ile bağ kurmuş, olanları anlamış ve alıp okuduğunun ertesi günü intihara kalkışmıştı acıyla.

Sorumluluk duymuştu bir anlamda dedesinin eylemlerinden. Ülkenin o yüzden de geçtiği acılarından.

İnsan bir başkasının eyleminden sorumlu tutulamaz çağdaş ceza yargısında. Birkaç ayrıksı durum dışında hukuksal tazmin açısından da böyledir durum.

Hayvan sahibi, küçük çocukların velisi ve akıl hastalarının vasileri için yasa “önlem almalıydınız” der, “almadıysanız sorumlusunuz “der kısaca.

Susan da eylemi bizzat yapanı kadar ortağıdır suçun der hayat. ‘Dilsiz şeytan’ der ardına. 
Biz de canımız yandıkça koşup yetişmeyenlere insanlığı unutmasınlar diye ve sitem için “Susma, sustukça sıra sana gelecek!” diyoruz ya boyuna.

Gün gelip itiraz edecekler tükenmesin ve insan dünyada yapayalnız kalmasın diye, yapayalnız direnip, yenilmesin diye haksızlara, haksızlıklara.

Görüp, bilip yapılan kötülüklere itiraz etmeyen, susan da onaylamasa bile sorumludur çağından. 
İnsan olmak kadar insan kalmak da gerektirir bunu. Konuşmalı, itiraz etmeli dayatılana. 

Öyleyse itiraz önemli bir kavram. Birey olmayı da imliyor üstelik, kulluktan çıkmış olmayı da.
Haklı bir itiraz için göze alınacak emeğe ve bedele sınır yok.

Toplumsal itiraz anlamında birey siyasi partiler, fikir kulüpleri içinde yer almalı, bireysel itiraz için elinde olanın en azı “Durun, yapmayın, haksızlık bu!” diye haykırmak olmalı tam zamanında, yapan haksıza.

“Sol İtiraz sitesine siyasi yazılar yazar mısın, adını yazar listesine ekliyeyim mi?” diye sorduğunda Ahmet Yıldız… İlk ve acele yanıtım “O iş için siyasi birikim gerekir, benim öyle bir birikimim yok!” oldu.

Sonra “Tamam, benim de çok şeye itirazım var, ama daha çok duygusal bir sol itiraz benimki.” dedim. Bu tamlamayı da sanırım o anda kendim ürettim. 

“O zaman arada bir kültür-sanat yazıları belki, anılar ile harman edilen” dedi… Ben de “Denerim!”.

Bu talebin kaynağı benim izlediğim bir belgesel paylaşımı ve üzerine yazdığım aşağıdaki tırnak içine aldığım uzun duygu notuydu.

Üzerinden dört yıl geçmiş, yazdığım notu yeniden paylaşmıştım bir grupta.

Lizbon’a gece treni ile çakışan yargı ve sorgu şu oldu yüreğimde… Biz bizden önce ülkemizde “acı olaylar “olarak tanımlanan olaylarda yaşananların ne kadarından sorumluyuz, sorumlu muyuz ya da?

“Bu ülkede iyi şeyler yapılırken bunlar da oldu. Hep oluyor üstelik, ‘topluca’ olması yaranın görülmesine neden oluyor.

Bu filmde anlatılan bu büyük yara. Bir büyük çığlık. Kızların çoğu yaşıyor belki, kayıtlarda ise kayıplar arasında.

Oysa biliyorum ki yasalarımızda "nesep gizleme" diye bir eylem halen var ve ceza öngörüyor yapana. Birer birer yapıldığından bir büyük fotoğraf olarak yansımıyor ekrana... Ama var. Kürt-Türk-Çerkez-Laz, Arap, Muhacir vs. ayırmadan.

Bilinse iyi olur yaranın büyüklüğü, milliyet ayırmadığı, halen sürdüğü ve yaralananın her daim çocuk olduğu. Daha doğumuyla bir başka kadın ve erkeğin öz anne ve babasından koparıp bir çocuğu, kendi nüfusuna kendilerinden olmuş gibi kaydıyla... 

Yüzlerce nüfus (kayıt, nesep düzeltme) davasında bu tür olaylara tanık ve yetki sahibi oldum; hakim olarak, öz anne ve babanın resmi nüfusuna ilişkilendirdim çocuğu verdiğim kararlarla. 

Öz anne ve babadan koparılan çocuk anne kokusundan ötesini yitirdiğini biliyordu belki ve basıyordu çığlığı. Bu minik ağlamalar kanıksayan, umursamayan toplumda dikkat çekmediği gibi fazla da ses getirmediğinden duyulmuyordu, ama o çocuğu, çocuğu kendisinden koparılan anneyi yıllarca rahat bırakmadığından açılan davada, davaya bakan hakimlerce duyulabiliyordu ancak. Benim baktıklarımda ben duyduğum için bu bilgim birinci el bilimsel kanıtlarla kanıtlanınca karar haline dönüştürüldü tarafımdan.

Duygusal ve fiziksel savruluşa bir son olarak.

İnsanları köksüz ve geleceksiz hale getirince derinleşen yaralara neden olur o savruluş.

Karar verdiğimde anne ve baba sağ ise hepsinin yaşadığı mutluluk, o mutluluğa tanıklık anlatılamaz.

Kimi kez sadece çocuk açıyordu davayı. Gerçek anne ve baba kimi mecburiyetlerle davaya dönüştürmüyor, dönüştüremiyordu.

Kendi rızaları ile yapılmışsa bu nesep gizleme, değiştirme eylemi, kanıtlandığında eylem utançla eğiyorlardı başlarını.

Kendi çocukları çok (Bir evde çok sayılmak ne kadar acı oysa ve çoktan da öte feda edilebilir cinsten fazla sayılmak nasıl da acı) ve yakın akraba diğerinin ise çocuğu yok, o zaman birini feda et, onun da olsun çocuk... Resmi kayıtlarda.

Gerçeği yansıtmasa da. Gerçeğin ve duyguların kanına girse de.

Yasal olarak evlat edinme kurumu var oysa... O kurumda hem öz anne-baba, hem de evlat edinenler gerçeği gizlemeden sevebilir çocuğu... Sahiplenebilir... Mülkiyet duygusu değildir çünkü çocuk ile ebeveyni arasında kurulan, sevgidir, korumadır, neslin devamında edinilen malları bırakacak mirasçıdan çok ötedir çocuğun aile bağı.

O yüzden resmi evlatlık bağı iç burksa da, güven kaynağıdır devlet kayıtlarına… İnsan duygularına.

Gizlemektir suç olan, insanlık dışı olan, ayıp olan, acıtan, yaralayan...

‘İki Tutam Saç, Dersim'in Kayıp Kızları’ belgeselinde işaret edilen o dönemde kaybolan kız çocuklarının sayısal çokluğu.

O devirde, yani 1938 yılında, isyan bastırma sırasında, isyancıları çocuklarına kadar yok etme, asimile bir ‘siyaset olarak’ yaşandıysa eğer, resmi kaynaklardan alınan resmi yazışmalar olduğu iddia edilen belgeler doğruysa, bu inanılmaz siyasete bakıldığında) yine de ‘yaşatmak amacı’ ile alınmış köklerinden o kızlar, ama " Ölmeyi çok istedim!" diyor yaşatılmak istenen.

Yanlış düzelmiyor hiçbir zaman iyi niyetlerle, yanlışa düşmemek asıl gereken.”

Bir arkadaşım yanıtında Murathan Mungan’ın ‘Dersim’in Kayıp Kızları’ kitabının da içindeki hazin öyküler için okunması gereğini belirtti.

Akif Kurtuluş okulumdan bir güzel dost, bir can arkadaştır...  Ukde dedi o da ikinci romanında… İnsan olarak duyarlıkları yakındır kalbimdekilerle, çağdaşımdır, içimde kalmasın yaşananlar dediklerini yazıyordu kurguladığı romanlarda.

Üzerine yazacağım dedim bir gün, ilk okuduğumda...

Bir kısım notlar bile aldım üstelik. Ama elim ermedi... Zaman eskitti yazacaklarımı... 

Oysa o kadar içtendi, o kadar mesleki, o kadar edebi olmasa bile çok güzeldi yazmayı dilediklerim... 

Dersim'in kızları... İzledim… Anımsattı yeniden...
 
Tesadüftü çok Ukde okurken en çok duyumsadığım. Çünkü bir kadın hakim vardı anlatıcı, yaşayan. Onun o yıllardaki görev yeri Sivrihisar... Ben de orada üç yıl, ceza hakimi olarak görev yaptım...

Romanda adı geçen Ermeni Kilisesi ben oradayken trafo bile değildi, içi boşalmış, saman yığılan bir yer halindeydi, virane belki... Keşifler için giderken yüzlerce kez önünden geçip, içine hiç giremediğim...
Yıllar içinde restore edilip, turistik gezilere açılan…

Bu filmi izleyin derim...  Murathan Mungan kitabını okuyun... Ama gerçeği düşle, acıyı dille ören Ukde'yi okumayı da es geçmeyin... Mutlaka... Okuma listenizde olsun... Ben okudum... İki kez... Okumadan kapağına hissettiklerimi yazarım hep... Doğrulandım okudukça ... 

Teşekkür ediyorum sevgili Akif'e de.” demişim peşinden gelen yılda. 

Son yıllarda, coğrafyamızda çocuklar üzerine dehşetli acılar yaşanan savaş, mültecilik kavramları girdi yaşamlarımıza ve ben geçen yıl bir kez daha izleyip, “İzlemeyenler için...

Sokaklarımızda ne kadar sık "mülteci" görür olduk... Mülteci olmamak için ülkemize ve dünyaya barış diliyorum...çok içten...çok...” diye not ekleyerek paylaştım yazdığım yazıyı ve izlediğim belgeseli. 

Bu yıl eklediğim not ise tam emekli halimin ve belki de evde kalmaya alışmamın acıklı yansıması.

“Yılda bir kez izlemeli... Acılar yaşanmasın diye. Gündüz programlarında televizyonlar kayıp çocukları arıyor...

Nesebi böyle birden belirsiz hale getirilmiş olan çocukları arayan aileleri ya da ailesini arayan çocukları izledikçe bu belgesel filmi anımsıyorum... Baktığım davaları... İç acısı bir yangın bu...” demişim son notumla.

Önceleri mesai saati kavramında yeri olmadığı için göz bile atmadığım bu tür ne çok programa rastlıyorum televizyonda, takılıp kalıyorum acılara. Daha çok hukuksal açıdan neleri göz ardı ediyor programlar diye merak ederken…

Bir bakıyorum… Gözlerim dolmuş, yüreğim taşmış… Resmen ağlıyorum çocuklar bulundukça, o kavuşma sahneleri bilerek uzatıldıkça… Kayıp gidiyor insanlık… Çocuklar… İlanlar… Çağrılar… Çocuk anasını arıyor, ana kuzusunu…

Öyleyse nesep gizleme eylemi en azından bizim ülkemizdeki gözlemimle hiç kapanmayacak, cehalet sürdükçe sürecek ve kanayacak bir yara.

Uluslararası boyutu da cabası diyelim, savaşlar, göçler sürdükçe…

İşte itirazım var diyebileceğim bir konu. Bir başka film izledim, okuduklarım, yazdıklarım, izlediklerim ve kararlarım yine harman oldu bir anda… Ben hiçbir çocuk anasız, babasız kalmasın derken olaylara hukukla baktığım kadar duygusalım da. 

Denerim demiştim, denedim, yazdım.  Sol duyumla, insanca. Olduysa… Olduğunca. 

Her defasında itirazım şarkılardaki “itirazım var!” acılığındaki bu ‘arabesk duygu’ ile çakışmasa ve üzüntü yaşamasam da acı, öfke duyuyorum olan bitene ve duygularım insanlar için hak ve adalet gerçekle örtüşürse bu acılar asla yaşanmaz diyor bana… Asla.!

Gebze, 6.11.2017.

ÜNSAL ÇANKAYA

SOLİTİRAZ.COM

Facebook'ta Sol İtiraz