27 Aralık 2024 Cuma

Devrimci Yön

Amerika’nın yeni Suriye stratejisi ve Türkiye'nin safı (Analiz)

Amerika’nın yeni Suriye stratejisi ve Türkiye'nin safı (Analiz)
23 Ocak
00:00 2018
 

İran ve Suriye yanlısı Yakın Doğu Haber (http://ydh.com.tr/)de yer alan Alptekin Dursunoğlu'nun yazdığı değerlendirmeyi solitiraz.com okurları için yayınlıyoruz:

Amerika’nın 14 Kasım 2017’de açıkladığı yeni Suriye stratejisinin 30 Eylül 2015’ten sonra oluşan Suriye gerçekliğini değiştirmeye yönelik olduğu 14 Ocak 2018’de çok net bir şekilde ortaya çıktı.

Rusya, İran, Suriye ve Hizbullah’ın 30 Eylül 2015’ten itibaren yarattığı Suriye gerçekliği şu:

Suriye’nin geleceği, ABD ve müttefiklerinin beklentilerine göre değil, Şam’ın ve müttefiklerinin tasarımına göre şekilleniyor.

14 Kasım 2017, ABD’nin IŞİD’den sonra da Suriye'den çekilmeyeceğini[1] açıkladığı tarih; 14 Ocak 2018 ise Suriye’de yaratmak istediği “vekil devlet”[2] için ‘Sınır Güvenlik Gücü’kuracağını açıkladığı tarih.[3]

Amerika’nın yeni Suriye stratejisinin ayrıntılarını yansıtan bu iki tarih Suriye’nin geleceği açısından da bir dönüm noktası.

***

Amerika’nın 3 Suriye stratejisi

‘Kuduz Köpek’[4] lakaplı Savunma Bakanı James Mattis’in 14 Kasım’daki açıklaması, Washington’un 2011’den bu yana uyguladığı stratejilerden üçüncüsünü yansıtıyor.

 Washington’un ilk stratejisi, dönemin ABD Başkanı Barack Obama’nın 18 Ağustos 2011’de Suriye cumhurbaşkanına yaptığı çekilme çağrısıyla ortaya kondu.

Amerika, Suriye’de rejimi devirmeyi öngören bu strateji çerçevesinde tüm müttefikleriyle birlikte 2013 yılına kadar Suriye’ye karşı bir vekalet savaşı yürüttü.

21 Ağustos 2013’te Doğu Guta’ya tapılan kimyasal saldırı, Amerika’nın iki yıl boyunca liderliğini yaptığı vekalet savaşının kontrolünü kaybettiğini anlamasını sağladı.

Amerika bu saldırıda kendisini Suriye savaşının içine çekmek isteyen müttefiklerinin parmak izini gördüğü için ‘kırmızıçizgi’ olarak nitelediği kimyasal saldırıdan dolayı Şam’ı cezalandırmak yerine rejim devirme stratejisini askıya aldı.

2013’te kontrolünü kaybettiği vekalet savaşını toparlamaya odaklanan Amerika, Haziran 2014’ten sonra Şam yönetiminin IŞİD veya Nusra hilafetinden başka alternatifinin olmadığını gördüğü için rejim devirme hedefinden tamamen vazgeçmek zorunda kaldı.

2011’den 2013’e kadar geçerli olan stratejinin ‘rejim devirme’ hedefi, 11 Eylül 2014’te[5] ‘IŞİD’le mücadele’ olarak değiştirildi.

Amerika’nın IŞİD sayesinde yasallaşan yasadışı rolü

‘IŞİD’le mücadele stratejisi’, Amerika’ya 2011’de tek bir askeri üs bile alamadan çekilmek zorunda kaldığı Irak’a geri dönme ve hiçbir zaman giremediği Suriye’ye ise girme imkanı verdi.

Bağdat’ın onayı olduğu için Irak’ta yasallık sorunu yaşamayan Amerika, Suriye’de yasadışı bir pozisyona düşme pahasına “terörle savaşta” Şam’la koordinasyonu reddetti.

Şam ve müttefikleri ise Amerika’nın Suriye ile savaşmak yerine ‘terörle savaşmaya’başlamasını olumlu bir adım olarak gördüğü için Amerika’nın yasadışı askeri varlığını çok da sorun etmedi.

Amerika’nın Suriye’deki askeri rolünün yasadışılığına getirebileceği tek izah, ‘terörle savaş’ tek güvencesi ise John Kerry’nin ifadesiyle bu savaşın ‘uzun soluklu’[6] olmasıydı.

Washington, belki de eski Savunma Bakanı Leon Panetta’nın ifadesiyle ‘30 yıl’ sürebilecek[7]bir savaş öngörüsüne sahip olduğu için, Suriye’deki askeri varlığını IŞİD’le savaş gerekçesine dayandırmakta bir sakınca görmemişti.

Halbuki Amerika, bu gerekçe ile askeri rolünün geleceğini kendi kararına değil, dışsal bir gelişmeye bağlı hale getirmiş oluyordu.

Nitekim IŞİD’le savaş gerekçesiyle 30 yıl Irak ve Suriye’de kalma hevesine sahip olan Amerika, 3 yıl içinde IŞİD’i temizleyen Bağdat, Şam, Tahran ve Moskova’nın ‘artık gidebilirsin’ mesajıyla karşılaştı.

Suriye ile savaş seçeneğine dönüş tehdidi

14 Kasım işte bu sebeple hem Amerika’nın askeri varlığı, hem de Suriye’nin geleceği açısından bir dönüm noktası.

Çünkü Amerika, 14 Kasım’da ‘’Cenevre'de diplomatik bir çözüme varıncaya kadar’’ askerlerini çekmeyeceğini açıklayarak Suriye’deki varlığını kendi dışında bir faktöre bağımlı olmaktan çıkarıp tamamen kendi kararına bağlı hale getirmiş oldu.

Öte yandan, bu açıklama ile dış dünyaya şu mesajı verdi: ‘Rejim devirme hedefine ulaşamamış olsam da Suriye’de beni memnun etmeyen her türlü çözümü hala sabote edecek gücüm var!’

Astana süreci ile Suriye’nin toprak bütünlüğünü garanti eden çözüme doğru

Askeri alanda, Suriye ordusu ve müttefiklerinin son bir yıllık kazanımları; Siyasi alanda da Rusya, İran ve Türkiye’nin yer aldığı Astana süreci, Suriye’yi toprak bütünlüğünü garantiye alan bir çözüme yaklaştırıyor.

Astana sürecinin yarattığı zeminde Suriye’yi toprak bütünlüğü içinde çözüme yaklaştıran şu kazanımlar elde edildi.

- Türkiye’nin Astana sürecine girmesi, ‘ılımlı’ silahlı gruplarla terörist sayılan grupların ayrışmasını sağladı.

- Ülkenin ekonomi başkenti Halep kurtarıldı.

- Çatışmasızlık bölgeleri oluşturulması planı sayesinde ‘ılımlı’ diye nitelenen silahlı gruplar, çatışmalardan uzak tutuldu; böylece Suriye ordusu ve müttefiklerinin terörist sayılan gruplarla savaşı kolaylaştı.

- Yaklaşık 470 kilometre uzunluğundaki Lübnan sınırı silahlı gruplardan temizlendi.

- Ürdün ve Irak sınırına kadar olan toprakların çok büyük bir bölümü yeniden devlet kontrolüne alındı.

- 2015 yılında Türkiye ve Suudi Arabistan tarafından Fetih Ordusu adı altında birleştirilen ‘ılımlılarla’ ‘teröristlerin’ Astana sürecinde ayrışması, İdlib’in ve İsrail sınır hattının yeniden devlet kontrolüne alınmasının zeminlerini yarattı.

- IŞİD’in toprak hakimiyetine 2017’nin Aralık ayında son veren Suriye ordusu ve müttefikleri; 2018’in hemen başında İdlibŞam kırsalı ve Kuneytra’daki silahlı gruplar üzerinde baskı kurmaya başladı.

Amerika ve İsrail kaygısının sebepleri

Suriye’nin ulusal egemenliğini ve toprak bütünlüğünü garanti eden bir çözümün şekillenmeye başlaması, Amerika’yı ve İsrail’i doğrudan; Türkiye’yi ise dolaylı olarak tedirgin ediyor.

 Suriye’nin geleceğini belirleyecek siyasi çözümün Cenevre yerine Soçi’de pişirilmesi ve İran ile Hizbullah’ın Suriye’de güçlenen askeri varlığı Amerika ile İsrail’i tedirgin eden faktörler.

Türkiye’nin ‘lisanı’ ve ‘lisan-ı hali’

Türkiye’nin tedirginliği ise kalbi ile kılıcının ya da lisanı ile lisan-ı halinin çelişmesinden kaynaklanıyor.

Ankara kalbiyle Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunuyor; ama daha fazla toprağın Şam’ın kontrolünden çıkması için kılıç sallıyor.

Afrin ve Kürtler söz konusu olduğu zaman kalbini dinliyor; İdlib ve ‘cihatçılar’ söz konusu olduğu zaman kılıcına davranıyor.

Örneğin PYD ve YPG ile ilişkisinden dolayı Amerika’ya ‘’Böyle müttefiklik olmaz, böyle stratejik dayanışma olmaz’’ diye sitem ediyor; ama ‘’Türkiye olarak tüm samimiyetimizle bölge politikalarımızı yine de Amerika ile yürütmek istiyoruz. Bu tek tarafın isteği ile olmaz.’[8] diyerek Şam’a karşı olması halinde Amerika ile aynı safta durmaya hazır olduğunu ilan ediyor.

Amerika’yı PYD ile birlikte Suriye’yi bölmeye çalışmakla suçluyor; ama ülkesinin toprak bütünlüğünü korumak için savaşan Suriye Cumhurbaşkanına terörist diyor.[9]

Amerika’nın sabotaj araçları

Suriye’deki gelişmelerden en çok etkilenen Türkiye’nin bu limiti, Amerika’nın Suriye’nin toprak bütünlüğünü garanti eden çözüm girişimlerini sabote etmesini kolaylaştırıyor.

Amerika’nın Suriye’nin toprak bütünlüğünü garanti eden çözüm süreçlerini sabote edecek araçları şunlar:

1- PYD ile ilişkiler: PYD özerklikten azına razı olmayacak bir statü talep ediyor, güçlü ve örgütlü bir silahlı güce sahip. Amerika’yı kendisini Türkiye’den koruyacak ve özerklik talebini garanti edecek bir güç olarak görüyor; ancak hem Şam’la hem de Rusya ile temaslarını sürdürüyor.

PYD ile ilişkiler, onun Şam ve Rusya’nın safına geçmesini önlüyor böylece Amerika’ya Suriye sorununun toprak bütünlüğü içinde çözülmesini sabote etme imkanı kazandırıyor.

2- Türkiye ile ilişkiler: Ankara, Amerika’nın Kürtlerle olan ittifakına şiddetle karşı çıkıyor olsa da Şam’a karşı her zaman göreve hazır gözüküyor. Öte yandan Türkiye’nin öfkesinin ve tepkisinin zirvesinde olduğu bir sırada dahi Amerika ile PYD ilişkilerine yönelik en büyük tehdidi Afrin’le sınırlı. Amerika ise ‘Afrin operasyon alanımız değil’[10] diyerek sadece Fırat’ın doğusuyla ilgilendiğini ve Türkiye’nin Afrin’e yönelik tehditlerini umursamadığını ortaya koyuyor.

Ayrıca PYD ile ilişkilerinden dolayı Amerika’ya öfkelense de Amerika’nın Suriye’de PYD ile yaptığı şeyi, yani Şam’ın kontrolünde olmayan ‘vekil devletçikler’ yaratmayı Türkiye de İdlib ve çevresindeki silahlı gruplarla yapıyor.

Özetle Amerika, Suriye’yibölmek istediği zaman PYD’yi, Suriye’yi yıkmak istediği zaman da Türkiye’yi kendi safında bulabileceğini biliyor.

Amerika’nın yeni Suriye stratejisinin hedefleri

‘ABD’nin DEAŞ sonrası Suriye politikasını koordine etmekten sorumlu yetkilisi David Satterfield’in söylediklerinden anlaşıldığına göre Amerika’nın yeni Suriye politikasının iki hedefi var:

1- ‘’YPG/PYD ile ortak çalışarak, ileride tüm Suriye’ye örnek olmasının hedeflendiği bir yerel yönetim modeli’’ kurmak.’’ Yani PYD’nin ‘demokratik konfederalizm’ tezini Cenevre’de Suriye’ye çözüm modeli diye sunmak.

Amerika liderliğindeki ‘Koalisyonun Halkla İlişkiler Ofisi’ 14 Ocak’ta 30 bin kişilik bir ‘Sınır Güvenlik Gücü’ kuracaklarını açıklayarak bu hedefi teyit etti.

Washington 4 gün sonra ‘Sınır Güvenlik Gücü’ ifadesinden çark etmiş olsa da[11] ‘yerel güçleri’ eğitmeye devam ettiğini vurgulayarak ‘vekil devlet’ kurma hedefinin geçerli olduğunu göstermiş oldu.

Adı ister ‘Sınır Güvenlik Gücü’ konsun isterse ‘yerel güçler’ olarak konsun, Amerika’nın desteklediği bu militanlara Suriye’nin bir bölümünü kendi kontrolünde tutma görevi verdiği son derece açık.  

Albay Ryan Dillon’un tarifiyle Amerika’nın kurmak istediği ‘vekil devletin’ sınırları "Başta Ebu Kemal'in Kuzeyi ve Fırat Nehri'nin doğu yakasındaki alanlar olmak üzere Orta Fırat Vadisi boyunca kalan cepler."  

‘Vekil devlet’, en iyi ihtimalle Amerika’ya Suriye’yi bölme imkanı kazandıracak, en kötü ihtimalle de Suriye’nin geleceğinin belirlenmesinde Şam’a ve müttefiklerine karşı Amerika’nın pazarlık gücünü arttıracak bir hedef olarak görülüyor.

2- ‘’Bölgede daha da güçlendirmeyi planladığı Kürt silahlı gücünü ilerde İran ve yandaşı milis örgütlerine karşı kullanmak.’’[12]

Türkiye’nin nüfuzu altındaki ÖSO heyetinin Amerikalılara sunduğu teklif, yeni Amerikan stratejisinin farklı araçlarla da çeşitlendirilmeye müsait olduğunu gösteriyor.

ÖSO heyeti sunduğu “Madem Washington’da böyle bir ihtiyaç var, İran’a karşı durma işini bölgede yapabilecek en etkili güç biziz. Bu yüzden durdurulmuş olan eğit-donat programı yeniden başlatılmalı”[13] şeklindeki teklif, denenmişi yeniden denemeye gerek görmeyen Amerikalılarda heyecan yaratmadı.   

Ancak Amerika’nın yeni Suriye politikasına dair bu hedefi, Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın "ABD'nin Suriye politikasının kilit hedefi İran'ın etkinliğini azaltmaktır"[14] şeklindeki açıklamasıyla resmen teyit edilmiş oldu.  

Sonuç

Amerika’nın yeni Suriye stratejisinde toprak bütünlüğü kırılgan ve merkezi otoritesi zayıf bir Suriye tasarımı var.

14 Kasım 2017 tarihli açıklama ile bu tasarım gerçekleştirilinceye kadar Amerika’nın Suriye’den çekilmeyeceği ifade ediliyor.

Fırat’ın doğusundaki ‘vekil devletçik’ Suriye’nin toprak bütünlüğünü kırılgan hale getirecek ve Amerika’nın Suriye’ye müdahalesini daimi kılacak bir araç olarak görülüyor.

Amerika’ya yönelik tüm itirazlarına rağmen Türkiye’nin Fırat Kalkanı bölgesi, İdlib ve bugünlerde de Afrin’de yaratmak istediği ‘vekil devletçikler’ de Amerika’nın yeni Suriye stratejisini destekleyici bulunuyor.

Rusya ve İran, Türkiye’yi Astana sürecinde tutmak için, Amerika ise kendi oyun alnının dışında gördüğü için Fırat Kalkanı ve Afrin operasyonlarını görmezden geliyor.

Bu şartlar, Türkiye iç politikasında milliyetçi koalisyondan sonra toprak bütünlüğü kırılgan Suriye tasarımına katkı sunduğu için en çok da Amerika’nın işine yarıyor.

Ankara’nın kalbinin Astana’dan, kılıcının ise Washington’dan yana olması, Moskova, Tarhan ve Şam’ın toprak bütünlüğünü garanti eden Suriye tasarımına zarar verdiği açık.

Ancak tasarımların konuşulduğu diplomasi masasının şartları askeri sahada hazırlanıyor. Dolayısıyla 30 Eylül 2015’ten bu yana askeri dengenin artan bir hızla kimin lehine değiştiğine bakarak Suriye’nin siyasi geleceğine dair tahmin yapabilmek mümkün.

Suriye’de rejim devirme stratejisinin geçerli olduğu dönemde Dostlar Grubu’nun en ateşli üyesi olan Türkiye’nin bugün en azından kalbinin Astana’da olması Moskova, Tahran ve Şam’ın 30 Eylül 2015’ten bu yana elde ettiği askeri kazanımların sonucu.

Türkiye’nin sadece kalbiyle değil kılıcıyla da Astana’dan yana olması, Suriye’nin toprak bütünlüğünü garanti eden bir çözüme ulaşılmasını hızlandırır; mevcut tutumunu sürdürmesi ise bunu durdurmaz, sadece yavaşlatır.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ

SOLİTİRAZ.COM

 

Facebook'ta Sol İtiraz