Turuncu ve Ötesi: Sendika.org Üzerine Birkaç Söz
2010 yılının yaz aylarında, daha önce ara ara da olsa takip ettiğim Sendika.org sitesine, iki veya üç makale gönderdim. Hepsi yayımlandı. Sitenin veya Halkevleri’nin yöneticileri ile kişisel bir ilişkim de yoktu; ancak o süreçte, Akp-Cemaat ittifakının 12 Eylül’de sandık yolu ile yapmaya hazırlandığı darbeye karşı aldığım tavır nedeniyle, sanırım yazılarımı ideolojik tahkim açısından faydalı ve işlevsel buldular. Zira, Halkevleri, TKP, ÖDP ve EMEP’in Kürt milliyetçilerinden ayrı bir irade ile boykotçu olmayıp “Hayır” cephesini teşkil etmesi, solun büyük bölümünün bu örgütlere CHP’nin yanına düşme eleştirisi yapmasına neden olmuştu.
Zor ve güzel zamanlardı. Sosyalistler, her zaman olduğu gibi, doğru ideolojik-politik çizgiyi bulamasalar bile mücadele ediyorlardı. Sendikal çalışmalar, öğrenci-gençlik hareketleri yeniden diriliş işaretleri taşıyordu. 1 Mayıs’lar görkemli idi. Taksim, beş yıllık mücadelenin ardından kazanılmıştı… Bense, sol neşriyat içinde apayrı bir yeri, üslubu olan ve sokağın siyaset ve mizah dilini kullanarak yeni bir muhalif söylem geliştiren ve iki yıl boyunca içinde olduğum RED dergisinden yeni ayrılmıştım. Sol siyaset kurnazı, her devirde gemisini yüzdüren, kendilerini dinletecek sekiz on genç insanın hayallerini kırmakta mahir, geçmişi magazinle dolu abileri daha iyi tanıdıkça hüzünlenmiş, hüznüm isyana dönüşünce de, mekânın sahibi onlar olduğu için, kapıyı çarpıp çıkmıştım.
Fakat solculardan tiksinip sola küsme semptomunun oluşmasına mahal vermeden mücadeleye devam etmek gerekliydi. Pireler var diye yorgan yakmak anlamsızdı.
Sokak önemliydi ama kalem de öyleydi benim için. Kitaplar ve beyaz sayfalar, politik olarak zihnimi diri tutuyor, beni birilerinin adamı olmaktan koruyordu. İrademi çakallara teslim etmeye niyetim yoktu. Tabii, solun içerisinde bunun kaide olduğunu bilmezlikten geliyormuşum meğer! Her yeni macera aynı neticeye götürüyormuş bizi, ne yazık.
O yılın sonbaharında, Sendika.org’un editörü Ali Ergin Demirhan, şimdi de aynı kişi sanırım, bana bir e-posta ile ulaştı ve bundan böyle sitede “devamlı yazar” olmamı teklif etti. Biraz çekinerek de olsa, zira editoryal müdahale olmasından korkuyordum, kabul ettim. Sekiz dokuz ay boyunca, ayda ortalama üç teorik-politik makale ile siteye katkı sunacağım süreç böylece başlamış oldu.
Şu an devam ediyorlar mı bilmiyorum, çünkü sekiz yıldır bu mecrayı izlemiyorum, İnönü Alpat, Durmuş Tiryaki, Ergin Yıldızoğlu gibi değerli isimler vardı Sendika.org’da. Bunların yazdıkları dışında ise, pek kayda değer bir üretim yoktu; eli kalem tutan her ortalama solcunun yazabileceği renksiz, takır tukur sol örgüt diliyle kaleme alınan yazılar dışında. Orada yazdıklarım, sitenin en çok okunan, bilinen, tartışılan, polemiklere vesile olan yazıları oldu.
Araya kısa bir şey eklemeliyim: O dönem, solun yayıncılık düzleminde mecburen internet ortamına kaydığı yıllardı. Basılı yayınları hem hazırlamak hem de dağıtmak çok zordu ki bugün artık bu süreç çoktan nihayet buldu. Yeni bir sol çıkış olacaksa eğer, her şeyden önce, reel ortama, kâğıda dönmekle olacak, diye düşünüyorum.
Sendika.org’da Fikret Başkaya’dan Gün Zileli’ye, solun dokunulmazlığı olan abilerine yani, sonrasında Kürt hareketinin çeperinde yer alan SDP, SODAP gibi örgütlere sert eleştiriler yönelttiğim yazılarım da yayımlandı. Bu tip yazıların ardından aldığım tebrik e-postalarının sayısını bile unuttum. Pek çok değerli solcu yazar, gazeteci bana ulaşıp teşekkürlerini ilettiler. Sen ben bizim oğlan bizim kız sürüp giden ilişkileri deşifre ettim. Muktedirle mücadele ederken içerinin çürümesine tahammülüm yoktu.
Site editoryası, bu konulardaki yazılarıma müdahale etmedi, bunu söylemek durumundayım. O yazılar, başka sol mecralarda büyük olasılıkla yayımlanmazdı. Ancak Sendika.org’un mezhebi de neticede her şeyi kaldırmıyordu. Bu serbesti, Ergenekon-Balyoz temalı makalelerimle birlikte sona erdi.
Adı geçen davalarda hukuksuzluk, azıcık kafası çalışan, azıcık iyi niyetli olan her bireyin vicdanını paramparça ediyordu ve fakat solcu sıfatlı kişiler, örgütler büyük bir utanmazlıkla Akp-Cemaat ittifakının dili ile konuşmayı sürdürüyor, Silivri’de tutulanları darbecilikle itham ediyordu. Bunda da tabii Pkk’nın ideolojik etkisi büyüktü. Bu konuyla, yani sosyalistlerin yanlış, art niyetli ve ikiyüzlü yaklaşımlarıyla ilgili olarak “Ergenekon ve Sosyalistler” başlıklı bir yazı yazdım. 2011’in Ocak ayı idi. Yazılarımı her zaman on dakikada siteye ekleyen arkadaşlar, bunu tam 21 gün beklettiler. Israrlı sorularıma yanıt da vermediler. Nihayet, nasıl oldu ise, makale yayımlandı. Bu bir ilkti. İlk kez bir sosyalist yayında, sosyalistlerin Ergenekon hakkındaki görüşleri eleştiriliyordu. (Merdan Yanardağ, 1. Cumhuriyetin Sonbaharı adlı kitabında bu yazıdan alıntılar da yaptı.)
Bu yazı geciktirme olayı, sitenin sonraki tutumunu da belli ediyordu aslında. İkinci kırılma, Mart 2011’de oldu. O ayın başında, hatırlanacaktır, Odatv yöneticileri, Yalçın Küçük ve ona yakın isimler gürültülü bir operasyonla alınıp tutuklandılar. Zihni liberalizmle, sivil toplumculukla bulanmış solcumsular, bu olaya bırakın olumsuz yaklaşmayı, sevindiler. Yıldırım Türker denilen haysiyet fukarası, Soner Yalçın’la şahsi husumeti nedeniyle, oh olsun, dedi. Ki, 17 yaşındaki Buse Sarıyağ’ın İstanbul Halkalı’da, Pkk tarafından katledilmesinin ardından da Pkk’yı aklamıştı. Aklar; çünkü kalbi ve beyni kapkaranlıktır.
Sıcağı sıcağına bir yazı yazdım. Hem operasyonu eleştiren ve mağdurlarla dayanışma çağrısı içeren hem de Türker gibilerin tutumunu mahkûm eden cümlelerim Ali Ergin Demirhan’ın hoşuna gitmedi. Yıldırım Türker, Düş Gezginleri filminde lezbiyenlerin aşkını anlatmıştı, bu işlere geri dönsün, siyaset yazmayı bıraksın, dedim; ama editör buradan cinsiyetçilik çıkardı. İşin bahanesiydi tabii. Sendika.org’da Kck operasyonları eleştirilebilirdi en fazla; Odatv ekibi mi, onların ne önemi var ki…
Seçim sathı mailine yaklaşılan günlerde, Halkevleri ve diğer sol örgütlerin eli ayağına dolanmıştı. Çünkü Kürt hareketi seçimlere bağımsız adaylarla girmeyi kararlaştırmıştı ve bunların Meclis’e girebilmesi için ciddi çaba ve ince hesap kitap gerekiyordu. Hangi ilin hangi bölgesinde kaç oy lazımdı, CHP’den nasıl oy çalınacaktı vs.
ÖDP, Ysk tarafından seçimlere sokulmadı, hatırlanacaktır, 12 Haziran’da. Ve ÖDP derhal Kürt hareketinin solcu olduğu iddia edilen adaylarına destek vereceğini açıkladı. EMEP zaten Pkk’nın çeperinde. Geriye, seçime girecek tek bir sosyalist parti vardı, o da TKP. TKP’ye oy vermek olmaz(!) o yüzden Halkevleri’ne tek seçenek kaldı, o da Kürt hareketinin bağımsız adayları. Aranıp da bulunamayan fırsattı bu.
Halkevleri, seçimlerle ilgili bir açıklama yaptı ve bu bağımsızlara kısıtlı destek taahhüt etti. Zira Kürtçüler, o kadar kurnazlardı ki, listelerinde her politik görüşten aday vardı, şeriatçı Altan Tan mesela. Bunları tümden destekleseler, kitlelerinden tepki alacaklardı Halkevciler. Çareyi, ÖDP taktiği ile, Ertuğrul Kürkçü, Sabahat Tuncel gibi (Sırrı Süreyya var mıydı o metinde hatırlamıyorum) sosyalist adayları destekleme açıklaması yapmakta buldular. Tabii, yukarıda söyledim, o dönem sosyalistler mücadele ediyorlardı; bu yüzden Halkevleri, Kürt hareketine bu utangaç destekle yetinmek zorunda kaldı. Sonrasında, sosyalistler meydanlardan kazınıp atıldı ve Halkevleri de Hdp’ye kolayca iltihak edebildi.
Ancak ne kadar hazin ki, Halkevleri, desteklemek üzere bula bula Ertuğrul Kürkçü’yü bulmuştu. Evet, itirafçı, tutarsız, her dönem el öptürecek birilerini bulabilen ve nihayet Soros destekli Bianet’in reisi Kürkçü’yü…
12 Haziran oldukça önemliydi; çünkü 12 Eylül referandum darbesini, Pkk’nın artan katliamlarını, Ergenekon-Balyoz davalarını takip eden ilk seçim olacaktı. Halkımız tüm bunlara ne tepki verecekti? Sosyalistler, ciddi bir ivme kazanabilecek miydi? Y-CHP ilk sınavında ne not alacaktı?..
Tam da o günlerde, Ulusal Kanal’da, Merdan Yanardağ, ÖDP, TKP, Halkevleri ve EMEP yöneticilerini, Beşinci Boyut adlı programında ağırladı ve solun seçimlerde ne yapacağını, bizzat solun temsilcilerine anlattırdı. Ben de program esnasında, süreçle ilgili, bir sayfalık bir metin yazıp gönderdim. Yanardağ, kısaca, Ertuğrul Kürkçü gibi birinin, üstelik de daha dokuz ay önce, Pkk’dan mülhem, referandumda boykotçu olmayıp “Hayır” çalışması yürüten örgütlere demediğini bırakmayan birinin, sosyalist aday olarak görülmesinin yanlış olduğunu söylediğim cümlelerimi konuklara aktardı ve benden bahsederken, Sendika.org yazarı olduğumu vurguladı.
Bu ise, ortaya gerçeküstü bir tablo çıkardı. Düşünün ki solcuların ihbarcı, faşist, devletçi diye imledikleri İşçi Partisi’nin kanalında, Sendika.org yazarı sıfatı ile Halkevleri’ni eleştirip üstüne bir de TKP’ye ve o dönem Ergenekon’dan mahpus kişilerin aday gösterildiği İP destekli Cumhuriyet Güç Birliği’ne başarılar diliyorum… Tabii bu bardağı taşıran son damla oldu. Makalelerimi geç yayımlamakla başlayan, paragraf çıkarmalarla, gönderdiklerimi yok saymakla devam eden süreç, bu olayla nihayet buldu. Sendika.org yazarlığından azledildim. Site, “ayşe düzkan” gibi Pkk sever liberal feministlere kaldı. Zaten onlarındı gerçi, ben fazlalıktım.
Yine de ortada hakaret, küfür vb. hiçbir şey yokken, sadece güncel politik konularda farklı söylemler üretmek neden bu kadar sert karşılandı, anlayamadım. Birisi o hareketin içinde olan, diğeri de siteye yazı veren iki kişi aracılığı ile editör beye bunu sordurdum. Zira kendisi e-postalarıma yanıt vermiyordu. Bunlardan birine, yazılarımın nesnel olmadığını, diğerine daha açık ve dürüstçe, Yalçın Küçük’ten falan alıntılar yapmanın kendisinde rahatsızlık oluşturduğunu söylemiş.
Her neyse, dediğim gibi, o vakitten sonra siteye üç kere bile bakmadım. Ne yapıyorlar ne ediyorlar, bilmiyorum. Sadece sol matbuattan, Halkevleri’nin siyaseten nerelere savrulduğunu ara ara izliyorum. En son, az evvel bahsettiğim programda, Halkevleri Genel Başkanı olarak yer alan İlknur Birol Hanım’ın, Hdp’den vekil ve Hdp’de yönetici olduğunu gördüm. Gülümsemekle yetindim kendi kendime. Biz kime kimi şikayet ediyormuşuz? 2011’de verilen utangaç destek, 2015’te tam teşekküllü hale gelmiş, geçen yıl da örgütsel bütünlüğe dönüşmüş. Ne kadar safmışız.
İyi ama biz safız, tamam; peki onlar çok mu akıllı? Gerek Halkevleri gerek Öğrenci Kolektifleri gerek Sendika.org… Hatta herkese dağıtmadıkları Devrimci Gençlik ve Devrim dergileri… Bunların arşivlerine bir bakalım dönüp. Kürt sorununda ulusal mücadelenin değil emek ve hak temelli bir çizginin örülmesinin önemine değinilen yazılar… Savaşın, her iki ulusun milliyetçiliklerinin savaşı olduğunu anlatan makaleler… Neoliberal dönemde, Akp’nin inşa ediyor olduğu yeni rejime ancak her milliyetten işçilerin birleşerek direnebileceğini vazeden konuşmalar… Mademki mevzu bu kadar basitti, mademki tek yol devrim değil Hdp idi; o zaman neden kendilerine inanan, güvenen samimi devrimcilerin vaktini ve enerjisini çaldılar?.. Yumurta aşağı peynir yukarı, neden işçi emekçi çocuklarının okullarından uzaklaştırılmalarına, atılmalarına neden oldular? Denilebilir ki, sana ne? Doğru, buna hiç itiraz etmem.
Şimdi gelelim, bu yazı neden yazıldı; şundan… Sendika.org’da yayımlanmış eski bir makaleden yararlanma ihtiyacı duydum geçtiğimiz günlerde. Siteye güçlükle ulaştım, erişim engeli var çünkü. Sonra gözüme, “Destekçilerimiz” diye bir başlık çarptı. Korkarak ilgili kısma ulaştım. Korkum yersiz değildi. Sendika.org da foncu olmuştu. Fonculukla ilgili takıntım eskiye dayanır benim. (Bir örnek: Benim Adım Turuncu)
Sendika.org da bu işleri iyi öğrenmiş. 2017-2018’de The Guardian Foundation tarafından fonlanan site, 2019-2020’de de Avrupa Birliği Sivil Düşün Programı kapsamında teknik altyapısını yenileyecekmiş. Bitmedi. Fon dendi mi bu işlerde George Soros kadar etkili bir grup daha var ki onlar da Alman vakıflarıdır. Sosyal demokrat veya sağcı fark etmez, her koşulda doğrudan emperyalist-kapitalist Alman devleti tarafından desteklenen bu yapılar, Türkiye’de çok uzun zamandır faaliyet gösteriyorlar. Bunların en köklülerinden biri olan Friedrich-Ebert-Stiftung, Sendika.org’un da destekçisi olmuş çoktan.
Tabii, bu “partner”leri duyurdukları kısma, herhalde bizim gibi birisi çıkmaz ya, olur da çıkar diye, bu desteklerin içerikle ilgisi olmadığı notunu düşmüş Sendika.org yöneticileri. Şimdi buna oportünistlik denmez de ne denir?
Sonuç… Tüm bunları ne kişisel bir hikâye anlatmak ne de canımın sıkıntısından birilerine çatmak için yazdım. Böyle bir şey yapacak olsam, anlatacak çok kadar şeyim var ki… Yukarıda kısa kısa değindiğim konular, bir şeyi vurgulamak içindi: Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz, olmuyor. Avrupa’dan, Latin Amerika’dan yarım yamalak alınan teorik lafızlar, bir de ülkemizin kaotik yapısında iyice bulamaç edilince ortaya bu sonuç çıkıyor.
Yeni toplumsal hareketler gibi afili ama sefil, Leninizmi yok sayan, klasik Marksizmin bugün bir şey ifade etmediğini, proletarya diktatörlüğünün bir baskı aracı olduğunu anlatan teorilere iman edip ülkemizin orijinallikleri de görmezden gelinince işte böyle utanç verici işler yapılıyor. Bu anlamda Halkevleri’nin Kürtçülerin çeperine girmesi de Sendika.org’un yabancılar tarafından fonlanması da ilginç olmuyor. Bu tahrif edilmiş teorik yönelimle, Y-CHP’yle flört etmek de Marksizmin tükendiğini söyleyen radikal demokrasinin ülkemizdeki temsilcisi Hdp ile “ittifak”da zaten doğal netice oluyor.
Renginin neden turuncu olduğunu merak ederdim hep Sendika.org’un. Merakım artık giderilmiş bulunuyor.
Alper Erdik
SOL.ORG.TR