Trump’ın Yeni Atamaları İran’ın Tepkileri ve Olası Senaryolar (ANALİZ)
2017 yılı ocak ayında Başkanlık koltuğuna oturmasından bu yana yakın ekibindeki tercihleri ve bu tercihlerde yaptığı üst üste değişikliklerle sürekli gündeme gelen ABD Başkanı D. Trump, geçtiğimiz günlerde bu değişikliklere yenilerini ekledi. Bu bağlamda Trump’ın en dikkat çekici kararı 13 Mart Salı günü Dışişleri Başkanı Rex Tillerson'ı görevden alarak yerine CIA Başkanı Mike Pompeo'yu ataması olmuştur.
Trump’ın bu atamayı Twitter hesabından duyurması ve bizzat Tillerson’ın karardan resmî bir yurtdışı gezisinde medya kanalıyla haberdar olması ise en az kararın kendisi kadar dikkat çekmiştir. Trump ayrıca Pompeo'dan boşalan koltuğa Gina Haspel'in geleceğini açıklamıştır ki bu atama aynı zamanda CIA’ya ülke tarihinde ilk defa bir kadının başkanlık edeceği anlamına gelmektedir. Trump’ın ekibindeki üçüncü revizyonu ise 23 Mart Perşembe günü yine Twitter hesabından duyurmuş ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Herbert R. McMaster’ın yerine ABD’nin eski BM Daimî Temsilcisi John R. Bolton’ı atamıştır. Yeni atanan üç ismin her biri ABD’de tartışılan figürlerdir. Örneğin Haspel’in Tayland’daki CIA’nın ilk denizaşırı gözaltı merkezini yönettiği dönemde El-Kaide üyeleri Ebu Zübeyde ve Abdel Rahim el Neşiri’ye işkence uyguladığı iddia edilmişti.
Diğer iki isim konusunda da çeşitli iddialar ortaya atılmaktadır. Her üç ismin ortak noktası ise İran konusundaki sert tutumlarıdır. Bu nokta gerek İran’da gerekse de dünya kamuoyunda tartışmalara ve ABD’nin İran politikasına ilişkin spekülasyonlara neden olmuştur. Trump’ın İran karşıtı sert tutumunu destekleyen Bolton, 2015 yılında imzalanan nükleer anlaşmanın en sıkı karşıtlarından biri olarak bilinmektedir. ABD’nin bu anlaşmadan bir an önce çekilmesi gerektiğini söylemekle yetinmeyen Bolton, İran konusunda çok daha agresif politikalardan yanadır. Nitekim Bolton 2015'te New York Times gazetesi için kaleme aldığı bir yazıya “İran’ın Bombasını Durdurmak İstiyorsan İran’ı Bombala” başlığını atmıştı. Bolton, New York Times’ın yanı sıra Los Angeles Times ve The Guardian gibi gazetelerde de benzer düşünceleri dile getiren yazılar yayımlamıştır.
Beklendiği üzere Tahran, bu atamalar karşısında sessiz kalmamıştır. Trump’ın Tillerson’ı görevden almasına ilişkin konuşan İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Behram Kasımi, ikili arasında nükleer anlaşmaya ilişkin fikir ayrılığı olduğunu belirtmiş ve “bu değişiklikler ve gelişmeler Trump kabinesi için beklenmedik şeyler değildir ve bunlar ABD’nin iç meselesidir” değerlendirmesinde bulunmuştur. Behrami, ABD’nin İran konusunda yaklaşımının önemli olduğunu ve ülkesinin bu yaklaşıma göre tavır alacağını da sözlerine eklemiştir. Konuya ilişkin bir açıklama da Trump’ın Tillerson'ı görevden alma gerekçesi olarak aralarında nükleer anlaşma dâhil bazı konularda yaşanan görüş ayrılıklarını göstermesi sonrası İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’ten geldi. Twitter hesabından açıklama yapan Zarif, “Amerika nükleer anlaşma için koşul belirleyecek konumda değildir. Trump öngörüsüz olmaya alışmıştır ve müzakere edilemez bir kişilik hâline gelmiştir. Hiç kimse Beyaz Saray’la 4-8 yıl geçerli olacak bir anlaşmayı imzalamak istemez” ifadelerini kullanmıştır.
Dışişleri Bakan Yardımcısı Abbas Arakçi de 14 Mart Çarşamba günü Millî Güvenlik Komisyonu toplantısı sonrasında “Toplantıda ABD’nin nükleer anlaşmadan çekilme olasılığı da ele alınmıştır. Nitekim sayın Trump, birkaç gün önce bu amacına ulaşabilmek için Dışişleri Bakanını görevden almıştır” ifadelerini kullanmıştır. Arakçi’nin bu açıklamaları, İran’ın nükleer anlaşmanın iptaline yönelik kaygılarının olduğunu ve ABD’den böyle bir adım beklediğini göstermektedir. Tillerson’un görevden alındığı gün sosyal medya hesabından tepki gösteren bir diğer isim de İran’ın Londra Büyükelçisi Hamid Baidinejad olmuştur. Trump’ı hedef alan Baidinejad, Tillerson’ın Twitter ile görevden alınan ilk Dışişleri Bakanı olduğunu savunmuş ve kararın ilan edilişinde tercih edilen yöntemi eleştirmiştir. Konuya ilişkin bir açıklama da İran Parlamentosu Dış Politika ve Millî Güvenlik Komisyonu Sözcüsü Hüseyin Nakavi Hüseyni’den gelmiştir. 16 Mart Cuma günü verdiği röportajda Tillerson’ın nükleer anlaşma konusunda Trump’a göre daha makul bir noktada durduğuna işaret eden Hüseyni, Pompeo’nun ise Trump gibi anlaşmaya karşı olduğunun ve Trump’ın bu kararı anlaşmadan çekilmemin zeminini hazırlamak için aldığının altını çizmiştir.
Hüseyni son olarak ülkesinin her senaryoya hazırlıklı olduğunu da sözlerine eklemiştir. Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ise doğrudan atamalara ilişkin değil, imzalamak için büyük gayret serf ettiği nükleer anlaşmaya ilişkin değerlendirmelerde bulunmuştur. Ruhani, 25 Mart Pazar günü bazı yetkililerle yaptığı toplantıda şu ifadeleri kullanmıştır: “Amerika 14 ay boyunca anlaşmayı zayıflatmak ve ortadan kaldırmak için çok uğraşmış ancak bugüne kadar bu konuda başarılı olamamıştır. ABD’nin anlaşma aleyhindeki bütün propagandasına rağmen bugün dünya kamuoyu İran’a hak vermektedir ve bu bizim için büyük bir dış politika başarısıdır”.
Bolton isminin de İran’da büyük tepki çektiği görülmektedir. İran karşıtı söylemleri ve İran’ın “terörist” bir örgüt olarak gördüğü Halkın Mücahitleri Örgütüne olan yakınlığıyla bilinen Bolton’un bu göreve atanması İran’da büyük yankı uyandırmıştır. İran Anayasayı Koruyucular Konseyi Sözcüsü Abbas Ali Kedhudayi, Telegram hesabından yaptığı açıklamada "Halkın Mücahitleri Örgütünün ABD'li destekçisi Bolton, Trump'ın totaliter hükümetinde en üst düzey görevi elde etmiştir. Bugün sorulması gereken soru şudur: Bir terör örgütüyle bağlantısı olan ve bu örgüte verdiği destekle bilinen radikalizm yanlısı bir siyasetçi neden bu koltuğa getirilmiştir? Bütün bunların tesadüf olduğuna inanılabilir mi? " değerlendirmesinde bulunmuştur. Boltan’a yönelik bir eleştiri de Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreteri Ali Şemhani’den gelmiştir. 25 Mart Pazar günü yaptığı açıklamada Şemhani de Kedhudayi gibi Bolton’un Halkın Mücahitleriyle olan ilişkisine dikkat çekmiş ve tepkisini "17 bin İranlıyı öldüren bir terör çetesinden maaş alan bir ismin ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı olması utanç vericidir." ifadeleriyle ortaya koymuştur. İran Parlamentosu Dış Politika ve Milli Güvenlik Komisyonu Başkanı Alaattin Borucerdi de 24 Mart Cumartesi günü verdiği röportajda ülkesinin Trump’ın bu hamlesi karşısında takip edeceği yola ilişkin ipuçları vermiştir. İran’ın ABD’nin bu hamlelerini etkisiz hâle getirmek için BM daimî üyesi Çin ve Rusya’yla ilişkilerini güçlendireceğini belirten Borucerdi, bu sayede ABD’nin İran üzerindeki baskılarının azaltılabileceğini savunmuştur.
Borucerdi’nin sertleşmesi beklenen atmosfer karşısında Çin ve Rusya’yı işaret etmesi, İran’ın Trump’ın yeni atamalarıyla birlikte kendisine uygulanan yaptırımların artmasını beklediği ve bir çıkış yolu aradığını göstermektedir. Nitekim açıklamaları yukarıda aktarılan Behram Kasımi’nin, İran’ın ABD’den gelecek hamlelere göre tavır alacağına değinmesi de bunu göstermektedir. Atamalara ilişkin İran kanadından gelen sert tepkilere rağmen Devrim Rehberi Ali Hamenei ve Devrim Muhafızlarının şimdiye dek sessizliklerini koruması da dikkat çekicidir. Bu sessizliği ABD’deki gelişmelerden kaygı duyan İran’ın olası senaryoları değerlendirme sürecinde olduğu şeklinde yorumlamak mümkündür. Son yıllarda millî gelirde büyük düşüşler yaşayan İran, dış operasyonlara yapılan büyük harcamaların getirdiği yüklerle yüzleşmekte ve gerekli ekonomik atılımı yapmak için yabancı sermayeye ihtiyaç duymaktadır. Nükleer anlaşmanın tehdit altında olması, İran’ı bu bağlamda oldukça zor bir durumla karşı karşıya getirecektir. İranlı yetkililer her ne kadar zaman zaman ABD çekilse dahi nükleer anlaşmanın süreceğini belirtseler de ABD’nin anlaşmanın Avrupalı taraflarına getireceği baskılardan da çekinmektedir. Nitekim anlaşmadan sonra bile birçok Avrupalı şirket ABD’nin İran konusundaki tavrından emin olmadığı için İran’a yatırım yapmaktan uzak durmuştur. Son günlerde ise Trump’ın anlaşmayı tekrar değerlendirme tarihi olan 12 Mayıs’ta ülkesini anlaşmadan çekeceğine ilişkin haberler artmaktadır. Mevcut koşullarda anlaşmanın geçersiz hâle gelmesi, İran açısından büyük bir yıkıma yol açabilir. Anlaşmanın ortadan kalkması durumunda İran’ın nükleer projesine kaldığı yerden devam edeceği öngörülebilir. Bu durumun başta Suudi Arabistan olmak üzere birçok bölge ülkesini nükleer silahlanma yarışına sokması ise kaçınılmazdır. Böyle bir senaryo Ortadoğu’daki krizi olabilecek en üst seviyelere tırmandıracaktır.
Her ne kadar en kötü senaryonun gerçekleşip gerçekleşmeyeceği henüz bilinmiyorsa da Trump, Bolton ve Pompeo atamalarıyla “savaş kabinesine” benzer bir ekip kurmuş bulunmaktadır. Her tür senaryoya hazırlıklı olduğunu belirten Tahran yönetiminin gelişmeler karşısında ne gibi tedbirler alacağı önümüzdeki günlerde daha da netleşecektir. Suriye krizinin çözümü konusunda umutların yeşermeye başladığı bir dönemde ABD’nin İsrail ve Suudi Arabistan gibi Ortadoğulu müttefiklerini yanına alarak İran’a karşı girişeceği doğrudan ya da dolaylı agresif bir tutum bölgeyi yeni bir krizin içine itecektir. İran’dan gelen sinyaller, Tahran’ın en kötü senaryoyu engellemek için küresel ve bölgesel diplomasi trafiğini artıracağını göstermektedir.
SOLİTİRAZ.COM