ABD'de Afrin ve Türkiye tartışmaları: “Türkiye’yi kim kaybetti?”
Aşağıda sunduğumuz Moon of Alabama'da yayınlanmış makale Afrin operasyonu çerçevesinde Türkiye'ye dönük "ABD içi" tartışmaları konu ediniyor.
1950'li yıllarda ABD'deki siyasal alan, Dışişleri Bakanlığı içinde yer alan ve Çin'i kaybedenler olarak tanımlanan ülke uzmanlarına karşı yürütülen temelsiz bir karalama kampanyasıyla zehirlenmişti. Eğer Trump yönetimi şimdiki yolunda devam ederse, yakında benzer suçlamalar görebiliriz. “Türkiye'yi kaybedenler” diye suçlananlar yine, gerçek suçlular değil, bu ihtimali gösterip ikazda bulunanlar olacaktır.
Türkiye'nin Kürtlerin kontrolündeki Suriye kantonu Afrin'e yönelik taaruzu, Türklerin umduğu kadar hızlı ilerlemiyor. Operasyonun piyade bileşeni, Türkiye'nin Suriye'deki vekil güçleri. Bu Çeçen, Uygur, Türkistanlı ve diğer milletlerden tekfirciler, bir ordunun iyi entegre olmuş bir bileşeni değil, operasyonda ölmeye giden askerlerdir.
Kürtler yerel dağlık bölgelerini tanıyor, iyi silahlanmış durumdalar ve savaşma arzusundalar. Bir süre dayanabilirler. Siyasi açıdan çatışmada en fazla şey kaybeden yine onlar olacaktır. Yukarıda link verilen makalede, Kürt YPG/PKK liderlerinin, Suriye ve Rusya hükümetlerinin Türkiye saldırısını önleyecek teklifini reddettiği belirtiliyor. Bu teklif halen geçerli, ancak Kürtler bu yolda devam ettikçe koşullar daha az elverişli olacaktır.
Elijah Magnier kısa süre önce, bu teklif hakkında daha fazla ayrıntı sunan ve stratejik durumu analiz eden bir makale yayınladı:
“ABD, Türk ordusunun performansını ilgiyle gözlemliyor ve Erdoğan'ın bozgun yaşayıp Afrin'de Kürtlerin kayasına çarpmasını diliyor. Nitekim ABD'nin verdiği tanksavar silahları hâlihazırda Kürtler tarafından Türk ordusuna karşı kullanılıyor (Afrin saldırısı sırasında çok sayıda tank tahrip edildi).
...
ABD, Ankara'nın kendi sınırında zengin ve iyi silahlanmış bir Kürt “devleti” görmeye hazır olmadığını, kendisinin sunduğu cezbedici ve cömert teklifi [“güvenli bölge teklifini”] önemsemediğini anlayamıyor. ABD gerçekte, Amerikalılara ait olmadığı gibi, kuzeydoğu Suriye'deki ABD güçleri tarafından işgal de edilmiş olan bir toprak parçasını öneriyor.
Sonuçlardan bağımsız olarak ABD bu muharebedeki kaybedenlerden biri, zira Türkiye, Kürtler yenilinceye kadar faaliyetlerine devam edecektir: bu ister askeri yollardan olsun, isterse Afrin'in Suriye merkezi hükümetine dönmesi şeklinde olsun.”
Ben yukarıdaki öngörünün gerçekleşeceğine tam olarak ikna olmuş değilim. Türkiye'nin bir kez daha taraf değiştirmesi ve ABD'nin Suriye'deki “rejim değişikliği” çabalarına (bir kez daha) katılması ihtimal dahilindedir.
Bu, ABD ordusu içinde vuku bulan ve Türkiye tarafında olanlarla Kürt tarafında olanların karşı karşıya olduğu bir çatışmayı kimin kazanacağına bağlı. Eğer Türkiye yanlısı taraf kazanırsa, Erdoğan'a yeni bir anlaşma önerilebilir ve Erdoğan, şu andaki Rusya'ya yakın (Şam'a yakın?) duruşunu bırakıp bir kez daha NATO/ABD'ye yakın bir duruş sergilemesi için teşvik edilebilir. (Türkiye'nin hâlihazırda ABD yönetimiyle bir anlaşma yapmış olması zayıf ihtimalle de olsa mümkün, ancak buna dair bir gösterge görmüyorum.)
Suriye'deki çatışmanın en başından beri Türkiye, Suriye hükümetine karşı ABD, NATO, Suudiler ve Katarlılarla birlikte çalıştı. Suudilerin ve ABD'nin “rejim değişikliği” pozisyonunu destekledi, on binlerce teröristin sınırından geçmesine izin verdi ve Suriye hükümetine karşı savaşan güçlere on binlerce tonluk silah ve malzeme sundu. Nihayet Rusya tablonun içine girdi, tekfircileri yenilgiye uğrattı, Türkiye'ye sıkı bir basınç uyguladı ve yeni ekonomik anlaşmalar önerdi. Eş zamanlı olarak ABD Türkiye'de “rejim değişikliği” denedi ve Suriye ve Irak'ta Kürt YPG/PKK güçleriyle ittifak kurdu.
Erdoğan, isteyerek olmasa da taraf değiştirdi ve şimdi savaşı sona erdirmek için Rusya (ve Suriye) ile birlikte çalışıyor. Şam'da rejim değişikliği artık onun desteklemediği, muhtemel olmayan bir senaryo haline geldi. Aynı zamanda halen, savaştaki başarısız yatırımından bir şeyler kazanmak için para ve güç yatırımı yapmak istiyor. ABD şimdi Erdoğan'a, Suriye'de bir güvenli bölge biçiminde biraz toprak önerdi: “İlhan Tanır @WashingtonPoint - 7:50 PM - 24 Ocak 2018
Bu harita bütün gün Türk televizyonlarında Türkiye'nin planladığı güvenlik bölgesi/güvenli bölge olarak tartışılıyor. Her ne kadar Amerikan tarafında kimse bunu teyit etmese de, Bakan Tillerson'un buna olur verdiği söyleniyor.”
Eğer ABD gerçekten de “güvenli bölge” teklifi yaptıysa – Tillerson bugün bunu yalanlamadı – epey soğuk bir yanıt almış demektir:
“Washington'un Türkiye'nin Suriye'yle olan 911 kilometrelik sınırı üzerinde bir ‘güvenlik bölgesi' oluşturulması yönündeki önerisi Ankara'dan soğuk bir yanıt aldı. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ABD'ye, bu tür askeri meseleleri tartışmadan önce ilk olarak iki müttefik arasında ‘güveni yeniden inşa edecek' adımlar atma çağrısı yaptı.
...
Çavuşoğlu, ‘ABD'nin YPG'ye silah sevkiyatını durdurması gerekir. Eğer Türkiye'yle güven tazelemek istiyorsa YPG'nin Menbic'den çekilmesini sağlamalıdır. (…) Bütün bu taahhütlerin yerine getirildiğini görmemiz lazım' şeklinde konuştu.
Ankara'nın en ciddi güvenlik kaygısı, Suriye'nin kuzeydoğusunda, ABD desteğiyle bir Kürt devletçiğinin kurulması. Eğer ABD ordusu Türkiye'nin güneydoğudaki zayıf karnına sızabilecek – bugün, yarın ya da on yıl sonra – bir Kürt “sınır gücünü” inşa etmeye ve beslemeye devam ederse, hiçbir “güvenli bölge” fayda etmez. ABD bu projeyi durdurup bölgeden çekilmediği müddetçe Türkiye bunu bastırmaya çalışmaya devam edecektir – ve gerekirse bunu güç kullanarak yapacaktır.
Türkiye halkı ABD destekli Kürt gruplara karşı savaşı destekliyor ve bunun için bedel ödemek istiyor. Kürt YPG liderleri, taleplerinde hayalperest ve kendi siyasi durumlarını abartıyorlar. ABD'nin aynı anda hem Türkiye'yi müttefiki olarak tutması hem de bir Kürt vekil devletçiği kurdurması mümkün değildir. Karar vermesi gerekir.
Geçtiğimiz gün ABD Başkanı Trump ve Erdoğan durumu tartışmak üzere bir telefon görüşmesi yaptı. Görüşme bir fayda sağlamadı. Beyaz Saray'ın görüşme hakkında yayınladığı metin, dikkat çekici derecede ağır bazı ifadeler içeriyor:
“Başkan Donald J. Trump bugün Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la bir görüşme yaptı. Başkan Trump, Suriye'nin Afrin kentinde yaşanan ve Suriye'deki ortak amaçlarımızı zayıflatma riski doğuran artan şiddet hakkındaki kaygılarını ifade etti. Türkiye'ye gerilimi azaltma, askeri eylemlerini sınırlama, sivil can kayıplarından ve yer değiştirmiş insan ve mülteci sayısında artışa yol açmaktan kaçınma çağrısı yaptı.
...
Başkan Trump ayrıca Türkiye'den gelen yıkıcı ve yanlış retorikler ve Türkiye'deki uzatılmış Olağanüstü Hal koşullarında tutuklu bulundurulan ABD vatandaşları ve yerel çalışanlar hakkında kaygılarını ifade etti.”
Türk tarafı ise bu ifadelerin kullanıldığını ve bu meselelerin konuşmanın parçası olduğunu yalanladı:
Anadolu Ajansı kaynaklarına göre Beyaz Saray'ın yazılı açıklaması, Çarşamba günü Türkiye ve ABD devlet başkanları arasında tartışılan konulardan farklı.
Medyaya demeç vermeye ilişkin kısıtlamalar nedeniyle isimlerinin açıklanmaması kaydıyla konuşan kaynaklar, Başkan Donald Trump'ın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la görüşmesinde ‘Afrin'de artan şiddete' ilişkin kaygıları tartışmadığını söyledi.
...
Kaynaklar ayrıca Başkan Trump'ın ‘Türkiye'den gelen yıkıcı ve yanlış retorikler' ifadelerini kullanmadığını vurguladı.
...
Ayrıca, Türkiye'de devam eden olağanüstü hal hakkında bir tartışmanın olmadığını söylediler.
Görüşme kayıtlarının içeriğine dair böyle bir ihtilaf olması son derece sıra dışıdır. Burada Türkiye mi bir şeyleri karartıyor yoksa Beyaz Saray'da birileri kayıtlara görüşmede gerçekte kullanılanlardan daha sert ifadeler mi ekledi?
Trump'ın genel olarak Erdoğan'la iyi ilişkileri vardı ve kayıtlardaki dil onunmuş gibi durmuyor. Türk tarafı şunu da ekledi:
“Kaynaklar, ‘Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın terörle mücadele kapsamında Suriye'deki PYD/YPG üyesi teröristlere Washington tarafından yapılan silah desteğinin durdurulması talebinin altını çizmesine cevaben Başkan Trump, Amerika Birleşik Devletleri'nin PYD/YPG'ye artık silah vermediğini söyledi' diye ekledi.
Türkler daha Kasım ayında, Trump'ın kuzeydoğu Suriye'deki YPG güçlerine silah sevkiyatını durdurma sözü verdiğini söylemişti. Ancak Beyaz Saray mesele hakkında kaçamak davrandı ve ABD Ordusu Merkez Komutanlığı, bu sözün hilafına hareket etti. Eğer Magnier'in yazdıkları doğruysa CentCom, Afrin'deki Kürtlere tanksavar füzeleri de tedarik etti.
Bir süredir Beyaz Saray'da ve özellikler Pentagon içinde Türkiye ve Kürtler hakkında farklı fikirlerin olduğunu varsaydım. Gerçekçi şahinler ve NATO taraftarları Türkiye'nin tarafındayken, yeni-muhafazakar “liberal” güçler Kürt tarafında. Geçtiğimiz gün NYT, bu bölünmeyi şöyle ifade etti:
“Salı günü Türkiye Cumhurbaşkanı'nı yumuşatmayı amaçlayan bir mesaj gönderen Beyaz Saray, Amerika Birleşik Devletleri'nin Suriye Kürtlerine verdiği desteği azalttığını ileri sürdü.
Mesajla hızla çelişen Pentagon ise, Türkiye Kürtlerin kuzeybatı Suriye'deki kalelerine girerken bile Kürtlerin yanında durmaya devam edeceğini söyledi.”
Dış İlişkiler Konseyi'nin eski direktörü Richard Haass, Kürt yanlısı pozisyonda. Yukarıda alıntılanan NYT yazısıyla ilgili olarak şunları söylüyor:
“Richard N. Haass? @RichardHaass - 12:00 PM - 24 Ocak 2018
Pentagon haklı: ABD, hem ahlaki hem de stratejik nedenlerden ötürü Suriye'de Kürtlerle çalışmalıdır. Bu konuda değilse bile başka farklılaşmalardan ötürü, Erdoğan Türkiye'siyle kopuş kaçınılmazdır. Savunma Bakanlığı'nın İncirlik'in yerini alacak bir planla gelmesinin zamanı geldi.”
NATO'nun güney komutanlığı için yerine başka şey geçirilemeyecek olan sadece İncirlik hava üssü değil. Türkiye aynı zamanda Karadeniz'e erişimi kontrol ediyordu ve bu şekilde, Güney Rusya ve Kırım'a yönelik potansiyel NATO operasyonları hakkında söyleyecek sözü var.
Bloomberg için bir serbest kürsü yazısı kaleme alan NATO'nun eski ABD Yüksek Komutanı Stavridis, Türkiye yanlısı bir tutum alıyor:
“Şu anda Washington, eski Kürt muharebe ortaklarını desteklemek ve Türkiye'yle ilişkilerini yok etmemek arasındaki dar bir geçitten geçmeye çalışıyor. Fakat manevra alanı kapanıyor ve bir seçim zorunluluğu ufukta beliriyor. ABD ne yapmalı?
...
Yalın bir şekilde, Türkiye'yi “kaybetmeyi” göze alamayız.
...
Türkiye'nin güçlü ve çeşitlilik arz eden bir ekonomisi, genç ve büyüyen bir nüfusu var ve 2. Dünya Savaşı sonrası dönemin çoğunda ABD'nin yanında yer aldı. 21. yüzyılda onların önemi hem bölgesel hem de küresel düzeyde artacaktır. Evet, ABD'li yetkililer, uluslararası hukuku veya insan haklarını ihlal ettikleri zaman Türklerin eylemlerini eleştirebilir ve eleştirmelidir – ancak bu, en azından şu an içinde bulunduğumuz aşamada, özel görüşmelerde olmalıdır.
...
ABD'nin genel stratejik çıkarı, Türkiye'yi NATO ve Trans-Atlantik topluluğuyla aynı çizgide tutmakta yatıyor. Türkiye'nin bu yörüngeden çıkıp en sonunda Levant bölgesinde Rusya'yla ve İran'la birlikte hareket eder halde görmek, olağanüstü denebilecek bir jeopolitik hata olacaktır.”
Trump yönetimi içinde Kürt yanlısı ve Türkiye yanlısı pozisyonlar arasındaki ayrım noktasının tam olarak nerede olduğu belli değildir. (Yahut bütün mesele kaos etrafında mı dönüyor?) Örneğin Savunma Bakanı Mattis hangi tarafta, Ulusal Güvenlik Danışmanı McMaster hangi tarafta? Yukarıda bahsi geçen NYT makalesinden şu alıntı, bu iki ismin zıt yönlerde ilerlediğini varsaymamıza yol açıyor:
“Beyaz Saray, Türkiye'nin şiddetle karşı çıktığı, Amerikan ordusunun kuzeydoğu Suriye'de Kürtlerin öncülüğünde bir sınır gücü oluşturma planı olduğu iddialarını reddetti.
...
Salı günü üst düzey bir yönetim yetkilisinin söylediğine göre bu plan, askeri sahadaki orta dereceli askeri planlamacıların elinden çıktı ve Beyaz Saray'ın veya Ulusal Güvenlik Konseyi'nin üst kademelerinde hiçbir zaman ciddi şekilde tartışılmadı, hatta buralara getirilmedi bile.
...
Fakat Pentagon Salı günü kendi açıklamasını yaparak, Kürtlerin öncülüğünde bir güç kurma kararının yanında yer aldığını ortaya koydu.”
NATO-Türkiye ilişkilerini tartışan pek çok Batılı “uzman”, şu andaki durumun NATO'ya zarar verdiği konusunda hemfikir, ancak hiçbir Türkiye'nin ittifaktan ayrılmasını beklemiyor:
“NATO Türkiye'ye ihtiyaç duyuyor ve onu daha fazla Rusya'nın kollarına itemez. Erdoğan da NATO'ya ihtiyaç duyuyor. Suriye'de ve Kürtlere karşı mücadelesinde yanlış hesaplarla kendine fazla güvendi ve Avrupa Birliği'nde tecrit olmuş halde. Moskova'yla ilişkisi sorunlu ve NATO üyeliği olmadan Putin'in karşısına çıkmak istemiyor. Bu, gerçek stratejik çıkarlara dayanmaya devam eden bir ittifaktır ve Erdoğan gittikten uzun süre sonra da varlığını sürdürecektir.”
Belki. O kadar da emin değilim.
Şu anda Avrupa Birliği'nin istediği ya da ihtiyaç duyduğu en son şey Türkiye'nin üyeliğidir. ABD Erdoğan'a karşı bir darbe girişimine önayak oldu ve ABD'nin Kürt projesi Türkiye'nin stratejik çıkarlarını tehdit ediyor. Trump'ın Kudüs'ü İsrail-Filistin müzakerelerinin "masasından kaldırma" yönündeki süregiden çabası, bütün Müslümanlara yönelik bir saldırıdır. Giderek İslamileşen bir Türkiye bunu kabul etmeyecektir. Türkiye'nin doğalgaz tedarikleri Rusya ve İran'a bağlıdır. Rusya Türkiye'de nükleer enerji tesisleri kuruyor ve ABD saldırılarına karşı ülkeyi koruyabilecek hava savunma sistemleri sunacak. Rusya, İran, Orta Asya ve bunun ötesinde Çin, Türk ürünlerinin girdiği pazarlardır.
Erdoğan'ın yerinde olsam, NATO'dan ayrılıp Rusya, Çin ve İran'la ittifak kurmak bana çok çekici gelirdi. ABD güzergah değiştirip Kürtlerle takılmaya son vermediği müddetçe Türkiye, eski ittifaktan uzaklaşmaya devam edecektir. Türk ordusu şu ana kadar NATO'yla bir kopuşu engelledi, ancak sıkı Erdoğan karşıtı subaylar bile şimdi onun tarafında.
Eğer ABD Türkiye'ye gerçek bir teklifte bulunur ve yeni bir pozisyon benimserse, Türkiye'yi geri döndürebilir ve NATO topluluğuna geri koyabilir. Trump yönetimindeki Beyaz Saray İsrail yanlısı/Kürt yanlısı seslere karşı koyup bu realist görüşe geri dönme becerisine sahip mi?
Eğer bunu yapamazsa, “Türkiye'yi kim kaybetti?” sorusunun gerçek yanıtı aşikâr olacaktır.
SOLİTİRAZ.COM)