Alçaklık Öyküleri ve Etik / Cemal Öztürk
Ahmet Yıldız’ın Alçaklık Öyküleri, birçok yönden okunabilir.
Alçaklık nitelemesi olması gerekenden daha aşağı bir düşkünlüğü vurguladığı için konuya öncelikle ahlak felsefesi penceresinden yaklaşmak isterim. Leonardo Da Vinci "Edebiyat, ahlak felsefesiyle ilişkilidir” der (1).
Bu ilişkiyi insanın tercihlerine bakarak anlayabiliriz kuşkusuz. İnsanlar tercih yaparken etik ve estetik değerlerin muhasebesini de aynı anda yapabilme yetisine sahiptir. Eski Yunan’dan günümüze kadar çeşitli ahlaki okullar, insan eylemlerini farklı açılardan ele alıp yargılamışlardır. “Eylem: bir ilke, norm, inanç, değere vb. bağlı istençli (iradi) davranıştır.” (2)
ETİKTE TEMEL PROBLEMLER
“Antikçağdan bu yana tüm etik teoriler başlıca üç ana problem etrafında dolanıp durmaktadır.
1. İyi veya en yüksek iyi problemi
2. Doğru eylem problemi
3. İrade özgürlüğü problemidir.
Bu problemler, şu üç temel soruya yanıt getirmektedir. 1.Neyi seçmeliyim? 2. Ne yapmalıyım? 3. Neyi istemeliyim? “ (3)
“İnsan belirli bir nesneyle karşı karşıya geldiğinde onun hakkında eşzamanlı olarak en az üç alanda yargıda bulunur: Doğru ya da yanlış (bilimle ilgilidir ), iyi ya da kötü ahlakla ilgilidir, hoşa giden ya da gitmeyen estetik ile ilgili yargılardır. Bunlar genellikle iç içe geçen bir karmaşıklık meydana getirirler. Belirli bir nesne ancak başka çıkarımlar (yani doğru ya da yanlış, iyi ya da kötü ) paranteze alınarak alımlandığı zaman estetik bir nesne haline gelir. Modern bilimde, bir nesne, ancak ahlaki (iyi ya da kötü) ve estetik (hoşa giden ya da gitmeyen ) yargılar paranteze alındığı zaman bilinebilir.” (4)
Etiğin uygulama alanları çok geniştir. Bilim, tıp, siyaset ve hukukta etiğin bir an için uygulanmadığını düşünün. Sonuç: vahim bir kötülük toplumu içinde kendinizi bulmuş olursunuz. “Abdestli kapitalizmin” ürettiği bütün kötülüklere rağmen iyi ki hayatımızda tarihsel olarak oturmuş bir ödevbilgisi ve meslek ahlakı geleneğimiz devam ediyor hâlâ. Alçaklık Öyküleri, ihtiras, iktidar ve ihanetin okurda yarattığı haklı öfkeyi, duygudaşlığı, kendini kınamayı, özeleştiriyi çağrıştıran edebi bir kurgu ile veriyor.
Edebiyat nedir? Edebiyat, insanoğlunun sicil dosyasını gösteren bir mahşer provasıdır. Destanlardan modern şiire, öykülerden romana, trajik tiyatro oyunlarından komedi türüne kadar insan yaşantılarından anlatılar sunulmasıdır. Kant’a göre, güzele karşı duyulan hoşlanma görmeye dayanırken; iyiye karşı duyulan hoşlanma anlamaya, kavramaya dayanır. Öyleyse güzellik algılanır, iyilik ise kavranır bir gerçekliktir. Örneğin ‘doğru söylemenin iyi bir eylem’ olduğunu söylediğimizde bu tanıklık herkes tarafından kavranmaya açıktır.
‘Doğruluk’ da sadece bilimselliğe ait ve salt matematiksel bir kavram değildir. Doğruluk (dürüstlük) ve eğrilik uygarlığın ta başından beri aynı zamanda ahlaki olanın da temelidir. Bu gün bir hakikat ahlakından kopuk sanatı ve bilimi savunan egemen sınıflar, böyle etik ve estetik olan arasında keskin bir ayrım yaparak bir şekilde bundan yararlandıkları kanısındayım. Çünkü egemen güçler, yalanı, yanlışı, yanıltmayı ve yağmayı örtülü veya örtüsüz biçimde savunmadan sömürü olgusunu gerçekleştiremezler. Türkçede iç güzelliği diye bir deyimi hepimiz biliriz. Bu tam da ahlaklı bir insanın erdemini anlatmaya yarar. O halde etik olan iç güzelliği ve estetik olan da yüz, boy pos, bedensel bir dış görünüme karşılık gelmektedir.
Yalçın Küçük, “sanatçı, bilim adamının beş ciltte yaptığını bir küçük öyküyle yapabilendir” diye ilgimizi çeken müthiş bir saptama yapmıştır Kir Teorisi’nde. Ahmet Yıldız’ın Alçaklık Öyküleri’ni okurken imgelemimde daha başka birçok öyküyü canlandırmış olması da hayli ilginç geldi bana. Kitabın kurgusunu, en azından bir okur olarak benim üzerimdeki etki ve vurgusunu teslim etmeliyim. Dikkatimi çeken başka bir nokta ise tarihe düştüğü şu dip nottur. “insanlık tarihine yalnızca kahramanlar yön vermez, alçaklar da en az kahramanlar kadar tarihin akışında önemli rol oynamışlardır.”
Yukarıdaki tarih felsefesi, zamanın ruhunun alçaklarla kahramanlar arasında büyük bir tiyatroya sahne olduğunu gösterir. Aristoteles, Poetika’sında, tragedya ve genel olarak sanatın insan ruhunda arınmaya (katharsis’e) yol açtığını belirtir. Büyük edebi yapıtların bu anlamda bir mahşer provası olduğunu söylemek hiç de abartı olmaz.
Daha iyi bir dünya kurmanın arayışı; özünde etik, estetik ve politik bir tavırdır. Tarihe yön veren geleceğin öğretmenleri, Sokrates, Hallac-ı-Mansur, Ömer Hayyam G. Bruno, ve Neruda’dan Nazım Hikmet’e kadar aklın namusunu savunan birçok aydın tanıyoruz. Bu aydınlanma mücadelesine karşı, kıyasıya mücadele vermiş alçakların mevcut yönetimden almış oldukları destek sayesinde her türlü fırsatçılığı ve fesadı kullanmaktan geri kalmadıklarını da tarih kaydeder. Tarihin kayıtları sadece bir olgu olarak bize fazla ayrıntı vermez. İşin arka planını ya da iyiliğin ve kötülüğün ruhsal enerjisini ancak edebi ürünlerde yakalamak olasıdır. Ahmet Yıldız, Alçaklık Öyküleri’nde işinin hakkını vermek için konuyla ilgili bazı tarihi kaynakları öncelikle tarayıp incelemekten yüksünmemiştir. Kitabın arkasında kaynaklar ayrıca belirtilmiştir.
İyi bir yazarın edebiyatın dışındaki diğer disiplinlerden (doğa ve insanbilimleri dâhil) yeterince nasiplenmesinden sonra gerçeğin etik, estetik ve politik yönünü daha iyi yakalayabileceğini düşünüyorum. Aksi halde yazar yaşamdan kopuk kendi fantezileri içinde kaybolur gider. İnsanın biyolojik, psikolojik ve sosyolojik boyutunu büsbütün göz ardı etmek aklın namusuyla bağdaşabilir mi? Aklın namusu kavramını da bilim-sanat-felsefe bütünselliği bağlamında kullanmaktayım burada. Sadece bir hakikat ahlakına bağlı kalan yazarların nitelikli ve etkili ürünler verebildikleri savındayım. Sanatçı, mevcut, muhtemel ve mükemmel olanın birliğini kişiliğinde birleştiren kimsedir. Gerçeklik saygısı olan yazarların sistemin emir komuta zincirlerine öncelikle bir itirazı ve isyanı olmalıdır. Bunu başaramayan ruhban medyası mensupları ne yazık ki bol keseden piyasaya azizlik sertifikası dağıtabilmektedir. Bilgi, insan ve doğa sevgisini kirleten “piyasa edebiyatı” pazarlamacılarına yazıklar olsun.
Çocuk Haçlılar öyküsünü okurken ortaçağ Hıristiyanlarının hezeyan, yanılsama ve duygu dünyasına dışarıdan bakıyoruz. “Yoksullar, ilkinden sonra her haçlı seferinin başarısızlığa uğramasını Kudüs’ün günahkârlar tarafından kurtarılmaya çalışılmasına yordular: Tanrı günahkârları böyle cezalandırıyor! Yönetici asiller ise kendilerini aşağılayan halka, ‘hadi bakalım işte çocuklar saf ve temiz, günahın ucuna bile yanaşmamışlar, başarsınlar da görelim’ mantığında. İşte böyle bir ortamda çocuk dayanışmasının azgın bir sürü haline getirdiği 20. 000 çocuk, Kudüs’e gitmek üzere sahile akın ediyor dostum…” Öyküdeki bu kısa alıntı bile insana ne çok şey anlatıyor: Korku ve kuruntular üzerine kurgulanmış dini inançların toplumu nasıl da korkunç bir uçuruma götürdüğünü. Dogmatizm ve fanatizmin otoritesi altında yaşayan bir toplumda, günah ve sevap yaptırımları önceden belirleyici olduğu için bu tip bir kutsallık etiğinde bireyin iradesi yoktur. Kamunun ortak iyiliği ve yararının esas alındığı toplumsallık etiğindeyse bireyin istenci ve sorumluluk bilinci belirleyicidir.
Kambur İzzet öyküsündeki işbirlikçi, çıkarcı, entrikacı zihniyetin âlâsını bu gün TSK’ya kumpas hazırlayan Ergenekon tertibinde ziyadesiyle yaşamak bir dejavu duygusu uyandırıyor insanda. Yürek Sızısı’nda paralı siyasetin dramatik sonuçlarını vuruyor yüzümüze. Sermaye piyasasında patronların emir komuta zincirine girmiş bir medyanın alçalmayı kabul etmeyen yurtsever aydınlara (burada Prof. Alpaslan Işıklı’nın şahsında) nasıl sansür uygulandığının öyküsüdür. Azın özü; Alçaklık Öyküleri, aşk, ihanet, savaş, para, ihtiras ve iktidarın insan yazgısı üzerindeki otoritesini işlemektedir.
Alçaklık Öyküleri’nde on öykü yer alıyor. Sonuncusu Alçak Bir Gece, biraz da kişileri aşan, meta-etik koşulların başımızdan geçmesi halinde irademizi aşan bir üzünç ve empati duygusu yaratıyor insanda. Alçak Bir Gece, altmışına gelmiş ve siyasi bir geçmişi olan dul bir erkeğin eski eşi ve kızının varlığından sonraki varoluş kaygısı ve bunaltısına işaret ediyor.
Kitabın sonuna gelindiğinde içinde yaşadığımız meta-etik sistemde, yükselenlerin hangi ödüller karşılığında alçalmayı benimsedikleri ya da alçalmayı ret etmenin bedelinin nasıl ödeneceği konusu kalıyor elimizde.
Kaynaklar
1-Vecihi Timuroğlu, Estetik, Berfin Yayınları, İstanbul, 2013, s. 372
2- Doğan Özlem, Etik, Ahlak Felsefesi, , Notos Kitap Yayınları, 2013, s.18
3-a.g.e., s.34
4-Rojin Karatani ,Transkritik Kant ve Marx Üzerine, Çeviri: Erkal Ünal, Metis Yayınları
Haziran 2008, s.67-68
C e m a l Ö z t ü r k
SOLİTİRAZ.COM