Alevilik kendine özgü bir inanç mıdır? / Ali Rıza Özkan
Birkaç gün önce, Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu Başkanı Hüseyin Mat’ın sosyal medya hesabında yayınladığı bir açıklamaya denk geldim. Sayın Mat, “Alevilik kendine özgü bir inançtır”, diye yazmış. Bu tezi ilk dillendiren Nejat Birdoğan olmuştu. Birdoğan da, Alevilik’ten söz ederken “başlı başına … bağımsız bir dinle karşı karşıyayız” diyordu!
Peki, Aleviliği İslâm dışında bir yerde tanımlamak isteyenler Birdoğan’dan bugüne, bu iddialarını nasıl temellendirdiler, dersiniz? İsterseniz, yine Birdoğan’a başvuralım, çünkü bugüne kadar bu kesimin gerekçeleri hiç değişmedi.
Nejat Birdoğan, kendisine yönelen tepkilere cevap vermek amacıyla yazdığı ‘Anadolu Aleviliği’nde Yol Ayrımı’ (1995) adlı eserinde şöyle diyor: “Bir yandan “hulûl, sudur, dem, cem, insan kıblesi, samah, deyiş, müzik” diye mangalda kül bırakmayan bu kişilerin bu sözcüklerin İslamlıkta yer almasının olası olmadığını göremeyişlerine şaşırmamak elde değildi.”
Birdoğan’ın polemik konusu yaptığı diğer bir gerekçelendirme yöntemi ise, aynı kitapta şöyle yer alıyor: “İslam olmanın koşulları bellidir. Bu koşullar, iki bölümde ele alınır. Birincisi, biçimle ilgili koşullardır ki “oruç, namaz, Hac, zekât ve tanıklık sözcükleri” olarak adlandırılmaktadır. İkinci koşullar ise inanma ile ilgili koşullardır ki “Allaha, meleklere Peygambere, Kur’an’a, Son güne ve kaza ile kadere” inanmadır.”
Aleviliği İslâm dışı göstermek isteyenlerin gerekçeleri Nejat Birdoğan’ın formüle ettiği şekilde; 1) Alevilikte olan ritüeller İslâm’da yok, 2) İslâm olma koşulları da Alevilikte yok, şeklinde özetlenebilir.
Bu tezin savunucuları, tezlerini temellendirmek üzere, din sosyolojisi/antropolojisi disiplini çerçevesinde, bugüne kadar bilimsel bir eser ortaya koyamadılar. Bugün itibarıyla tam 24 yıldır Nejat Birdoğan’ın ortaya attığı polemik maddelerini tekrarlayıp duruyorlar.
Alevilik üzerine herhangi bir tartışma söz konusu olduğunda başvurulması gereken ilk kaynaklar elbette, bu “yol”un kurucuları olmalıdır. O halde, Aleviliğin “Serçeşme”si Hünkâr Hacı Bektaş Velî’ye, ardından “erkân kurucu” olarak Şah İsmail Hataî’ye ve daha sonra da Fuzulî, Yeminî, Viranî, Nesimî, Pîr Sultan Abdal ve Kul Himmet’e başvurup, onların Alevilik hakkında görüşleri ile Birdoğan’ın iddialarını karşılaştıralım.
Ama, öncelikle şunu belirtmek istiyorum. Sağken de kendisine söylediğim gibi, Nejat Birdoğan Alevilik ile İslâm arasında farklılık bulmaya çalışırken dinin temel unsurlarını gözetmiyor. O nedenle, öncelikle temel konulardan başlayalım ve soralım. Acaba, Alevilerin kitabı ile İslâm’ın kutsal kitabı farklı mıdır?
İslâm’ın kutsal kitabı Kur’an’dır. Bunu hepimiz biliyoruz. Peki, Aleviliğin kutsal kitabı var mıdır, varsa hangisidir? Bu soruyu kime sormalıyız? Hünkar Hacı Bektaş Velî’nin sözlerinin derlendiği Makalat adlı eserde, müridlerine tavsiyelerin neredeyse hepsi, mutlaka Kur’an’ın bir ayeti ile desteklenir. Gösterilen her ayet, Hünkar’ın önerisi ile örtüşür. Örnek verelim:
“Yüce Tanrı iki deniz yarattı:
Biri nurdan bir zulumattan ve bu iki denizin arasında bir ara perde çekti ki birbiriyle karışmaları mümkün olmasın. Su ve yağ gibi ki bir kandilde olsalar karışmazlar. Nebiler veliler ve takva ehli ve seçkin insanlar nur deryasından medet alırlar; müşrikler ve şeytanlar, kötü ruhların mededi zulumat deryasından gelir ki karışmazlar.
Kur’an’dan olan bu ispatla:
“Tanrı’nın emriyle iki deniz birbirine kavuşur ama karışmazlar.” (Rahman Suresi, 19. Ayet)”
(Makâlat-ı Hünkâr Hacı Bektaş-ı Velî, Çeviren: Şahram Bahadori Karacı, Can Yayınları, 2007. Sayfa: 55-56)
Abdülbaki Gölpınarlı’nın yayına hazırladığı Vilayet-Name de “Tanrıya hamd ü senâ, Muhammed Peygamberle soyuna salât ü selâm” ile başlar. Buradan, sözü edilen tanrının Kur’an’daki Allah, peygamberin de Kur’an’ı insanlara ulaştırmakla görevli Muhammed olduğu anlaşılıyor. Keza, Vilayet-Name önce Hacı Bektaş Velî’nin Ehlibeyt soyundan olduğu, yani seyyid olduğunu açıklar. Bu da demektir ki, Hz. Muhammed’in soyundan gelmektedir.
Yine, çağdaş bir örnek vermek gerekirse, A. Celâlettin ULUSOY’un 1989’da kendi basımı olan, ‘Hünkâr Hacı Bektaş Velî ve Alevî-Bektaşî Yolu’ adlı eserinde de Aleviler şöyle tanımlanmaktadır: “Ülkemizdeki Alevî - Bektaşîlerden başka Balkan ülkelerinde yaşayan Müslüman halkın büyük çoğunluğu da dinî inanç ve yol bakımından Hacı Bektaş Velî’ye bağlı bulunmaktadır.”
Birinci elden bu anlatımlara bakarak, Alevilerin kitabının da Kur’an, peygamberinin ise Hz. Muhammed olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü, Hünkâr Hacı Bektaş Velî ve soyunu temsil edenler, kuşkuya yer vermeyecek bir biçimde kendilerini İslâm’a bağlı, yani Müslüman olarak açıklamakta ve inançlarını ise Kur’an ayetlerine dayandırmaktadırlar. O halde, Hacı Bektaş Velî’nin takipçileri için de bu konuda herhangi bir şüpha yaratacak tartışma olmaması gerekir.
Yağan yağmur içün esen yel içün
Dergâhına varan doğru yol içün
Urum’daki Hacı Bektaş Vel- içün
Hatâ ettim günâhımı bağışla
Diyerek Hacı Bektaş Velî’ye bağlılığını bildiren Şah İsmail Hataî için durum farklı mıdır? Hayır. Bakalım, Şah Hataî nasıl tarif ediyor?
Muhabbettir Lâilâhe illâllah
Muhabbettir Muhammed Resûlullah
Muhabbettir Aliy-yi veliyyullah
Üçü de ma’nâda birdir muhabbet
Buradan şunu anlıyoruz ki, Aleviliğin Serçeşmesi Hünkâr Hacı Bektaş Velî ve erkân kurucusu Şah İsmail Hataî tartışmasız bir biçimde Allah’ın kitabı Kur’an ve peygamberi Hz. Muhammed Mustafa’ya ve onun velayeti olan Hz. Ali’ye bağlıdırlar.
O halde, Alevilik neden “kendine özgü” bir inançtır, diyor, Sayın Hüseyin Mat? Acaba, onun Aleviliği ile Hacı Bektaş Velî’nin ve Şah İsmail Hataî’nin Aleviliği aynı Alevilik değil mi? Bunu açıklamak kendisine düşer. Ama, bizim Alevilik yolumuzun Hacı Bektaş Velî’nin ve Şah İsmail Hataî’nin Alevilik yolu olduğu kesindir.
Ali Rıza Özkan
SOLİTİRAZ.COM