Arap dünyasından Türkiye nasıl görünüyor?
Suriye'yle ilgili önemli değerlendirmelerde bulunan Prof. Mehmet Yuva'nın aktardığı Suriye'nin önde gelen gazetelerinden El-Watan'da çıkan Dr. Bassam Abu Abdullah'ın makalesini solitiraz.com okurları için yayınlıyoruz:
Daha önce “Türkiye büyük dönüşe mi hazırlanıyor?” başlığı ile yayınlanan makalemiz Suriye’de büyük bir kesimde hayretle karşılandı. Bu kesimde egemen olan algıya binaen, Türkiye’nin o büyük dönüşüme kadir olamayacağı mevcut iradenin aslında bunu istemediği yönündedir. Bu görüşün savunucuları gerekçelerini ABD’nin uzun yıllardır Türkiye’nin tüm kılcal damarlarına sızdığı ve Türk iradesine mutlak surette hâkim olduğu tezine dayandırmaktadır. Bu sebeple Türkiye’nin Rusya ve İran’a yakınlaşmasını ‘taktiksel ve geçici’ telakki etmektedir.
Bu yakınlaşma Batı ve ABD’den tavizler koparma kıssadan hisse “şantaj” hamleler olarak değerlendirilmektedir. Daha radikal ve cüretkâr yorumlarda bu yakınlaşmanın aslında ABD’nin iradesi ve oluru ile gerçekleştiği iddiaları revaçtadır;
1-Bu analizleri besleyen unsurların en önemlisi Erdoğan’a duyulan tepki ve nefrettir. Erdoğan’ın pervasız ve tahripkâr Suriye politikalarına duyulan öfkedir. Erdoğan’ın söylem ve eylemleri devlet ve orduyu destekleyen Suriye halkının yüreğinde derin ve onarılması zor yaralar açtı. Bu yaraları sarmak, birçok kimsenin sandığının aksine, iki ülke arasındaki ilişkiler iyileşme gösterse de, kolay olmayacak.
2-Bu analizler Türkiye’nin 15 Temmuz 2016’da maruz kaldığı darbe teşebbüsünü dakik, doğru ve objektif okuyamamaktadır. Darbenin Erdoğan yönetimi tarafından kendi özel ajandasını uygulamak ve tahkim etmek için organize edildiği inancı hâkimdir. Darbeden sonra Erdoğan’ın sultaya daha çok hâkim olması bu itikadı pekiştirmektedir.
3-Bu analizler, ABD ve Batı’nın Türkiye ama özellikle Erdoğan’a yönelik politikalarındaki değişimi okuyamıyor. Daha önce Batı tarafından her fırsatta alkışlanan, desteklenen, “Türkiye’de askeri vesayeti bitiren demokrat” olarak tedavüle sokulan, “çözüm ve açılımın mimarı” olarak propaganda edilen Erdoğan’ın birçok Batı ülkesinin liderleri tarafından hedef alınmasının, diktatör olarak sunulmasının sebeplerini idrak edemiyor.
Burada kastım Erdoğan savunuculuğu yapmak değildir. Amacım doğru sorularla doğru cevaplara ulaşmaktır. Suriye kamuoyunun Türkiye meselesini duygusal yaklaşımlar yerine doğru inceleme metodu ile tartışılmasını sağlamaktır. Ve sorumuz gayet basittir; bize savaş açan, halen bu savaşa benzin döken, bizi bölmeye çalışan ve Suriye’nin yaşadığı tahrip ve acılarda büyük pay sahibi olan Batı, salt Erdoğan’a saldırıyor diye bizim dostumuz olabilir mi? Cevap çok basit; Batı kesinlikle Suriye’nin dostu değildir. Bu mefhumda düşmanımın düşmanı dostumdur zihniyeti de yanlıştır.
Peki, Batı ile Erdoğan arasındaki müttefikliği düşmanlığa dönüştüren nedir? İki taraf arasında yaşanan karşılıklı ithamların mantığı nedir? Türkiye ve İran arasında gerçekleşen bu sürpriz yakınlaşmanın sırrı nedir? Hükümet ve yandaş medyada Devlet Başkanı Esad, Suriye devleti ve ordusuna her lahzada yüklenmeyi adet haline getirmiş Erdoğan iktidarında aniden zuhur eden bu U dönüşünün ve Suriye sessizliğinin alametifarikası ve kerameti nedir? Geçmiş dönemde Şam’a en çok saldıran yandaş medyada aniden zuhur eden yazılarda Şam ile işbirliği talep ve zaruretini sağlayan etmenler nelerdir
Türkiye Suriye’ye karşı savaşta koçbaşı olarak istihdam edildi. Suriye devletinin yıkılması, ordusunun dağıtılması ve ülkesinin tahrip edilmesi için en aktif görevleri üstlenen Türkiye’nin hedef haline geldiği aşikâr oldu. Aslında Suriye’ye dayatılan savaş üzerinden başta Türkiye ve tüm bölgenin hedef alındığı gerçeği zuhur etti. Bu gerçek Türkiye nezdinde idrak olundu.
Birkaç ay içinde Suriye’yi teslim alacaklarını sananlar hayalperest âlemin şatafatlı büyüme senaryolarında sarhoş oldular. BOP’tan medet umdular. ABD ve Batının emsal ülke olarak bölgeye musallat olmasına izin vereceklerini sandılar. Türk, Kürt, Sünni Arap Birliği projeleri Türkiye’den yeni bir Osmanlı çıkarma hülyasında olanların ayaklarını yerden kesti. Batı emperyalizminin sömürge politikalarına tamah ettiler. En nihayet ABD ve İsrail’in “iti ite kırdırma” politikalarında piyon olarak tavzif edildiklerini idrak ettiler. Türkiye geç te olsa bunu anlayabildi. Ancak Suudi Hanedanlığı ve bazı bölge ülkeleri bu krizin bumerang misali kendini de fena yakacağını halen idrak edememektedir.
Suriye ve Irak’ı bölmek ve her iki ülkede zuhur edecek “Kürdistan”bölgelerini Türkiye’ye bağlamak umuduyla çıkılan maceranın aslında kendisi için hazırlanan felaket projesi olduğunu en nihayet görebildi. Irak ve Suriye’deki bölücü çalışmalara ve bugün ortaya çıkan tabloya en fazla desteği veren ülkelerin başında Türkiye oldu. Türkiye, kendisinin vesile olduğu ve beslediği “Kürdistan Canavarı” tarafından tehdit edildiği hakikati zuhur etti ve görülmeye başlandı. Irak ve Suriye savaşlarından arzulanan ana amacın bölgenin dört önemli kadim devleti İran, Türkiye, Irak ve Suriye’nin ortadan kaldırılması veya daimi bir kaos döngüsüne mahkum edilmeleri olduğu gerçeği idrak olundu.
Suriye’nin Kuzey coğrafyasında şahit olduğumuz gelişmeler ürkütücü boyuta ulaştı. ABD, İsrail ve bazı Batı devletlerin açık ve tam desteği ile hareket eden bölücü kuvvetler Kürt kimliği adıyla en büyük zararı Kürt kardeşlerimize vermektedir. Bölgede estirdikleri terör, demografik yapıyı değiştirme, talan ve her türlü hukuksuzluk arşa ulaştı. Şüphesiz ki Türkiye sınırına sıfır noktada cereyan eden bu gelişmeler Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor. ABD koruması altında YPG militanları ve onun arkasındaki esas güç PKK tarafından kontrol edilen bu bölge Türkiye’ye karşı da bir saldırı üssü olarak istihdam ediliyor.
11 Eylül’de Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan makalesinde İbrahim Karagül, Türkiye’ye karşı en büyük tehdidin Suriye’nin Kuzeyinden geldiğini tespit etmektedir. Barzani, PKK, YPG ve IŞİD’in aynı mahfil tarafından kullanıldığını ve bu kuvvetler üzerinden Irak, Suriye ve Türkiye’ye karşı bölgesel projeleri için ABD, İsrail, İngiltere ve Batı devletleri tarafından istihdam edildikleri gerçeğinin altını çizmiştir. Bu habis proje ve tehlikeleri sadece Ankara not etmemektedir. Tahran, Bağdat ve Şam bu tehdidin ve bağrında taşıdığı felaketin bilincinde ve tamamen idrakindedir.
O halde acilen yapılması gerekenler nelerdir?
1-Bölgemizi ve özellikle söz konusu dört ülkeyi hedef alan devletlere ve sahadaki piyonlarına karşı dört devletin ortak bir cephe oluşturması hayati önemdedir.
2-Türkiye acilen Suriye politikalarını topyekûn gözden geçirmeli ve Şam ile kayıtsız ve şartsız dolaysız görüşmeleri başlatmalı.
3-Türkiye, Irak ve Suriye arasında dostluğu ve işbirliğini teşvik etmeli ve her iki devlete ülkelerinin tümünde egemenlik sağlamaları için destek vermeli. Güçlü, dirayetli ve egemen Irak ve Suriye kesinlikle Türkiye’nin çıkarınadır.
4-Suriye muhalefeti ile Suriye devleti arasında geniş kapsamlı bir diyalog ve uzlaşmanın sağlanması için ciddi ve samimi bir çaba harcanmalı.
5-Türkiye’nin İdlib meselesini Rusya, İran ve Suriye ile çözüme kavuşturma arzusu, burada mevcut olan El-Nusra ve şürekâsı terör örgütlerine karşı mücadelenin içinde yer alması önemlidir. Bu gelişmeler hızlıca bir üst boyuta taşınmalı ve özellikle Suriye’nin Kuzeyinde ortaya çıkan ortak tehdide karşı Suriye-Türkiye askeri işbirliğinin temeli atılmalı.
6-Türkiye, BM ve Suriye’nin terör örgütü olarak kabul ettiği yapılara hiçbir destek sunmamalı. Türkiye, meşru Suriye devleti ve silahlı kuvvetleri dışında hiçbir silahlı yapıya izin vermemeli, silahlarını teslim etmeleri ve siyasi sürece katılmaları sağlanmalı.
7-Ankara, Suriye topraklarında kalıcı olmadığını ve ordusunu Suriye topraklarından kayıtsız-şartsız çekeceğini kamuoyu ile açıkça paylaşmalı.
8-Hataları kabul etmek erdemdir. Türkiye, Suriye’ye karşı iyi niyetini tereddütsüz ibraz etmeli. Türkiye-Suriye ilişkilerini yeniden inşa etmenin, kalıcı ve samimi dostluğun temellerini yeniden atmanın en kolay yolu Türkiye’nin Suriye halkının yüreğinde açılan yaraları iyileştirecek tüm araçları ve üslupları söylem ve eylem bazında hayata geçirecek politikaları alenileştirmesidir.
9-Hakikat odur ki Türkiye arzuladığı ‘Büyük Dönüşü’ ancak Suriye devletine uzatacağı sadık dostluk eliyle yapabilir.
(Aydınlık, 17.9.2017)