Bir anı yaşamak, bellekte saklamak ve anıları günde yaşatmak / Ünsal Çankaya
Sonra bugün Türkan Ateş'e ait iki kitaba kavuştum nihayet.
1965 ve 1968 baskı iki incecik kitap. İlki ‘Tedirgin Gerçek’ (Ki “Artık yeşerecek bir dalım yok” şiiri bu ilk kitapta) ve ikincisi ‘Bütün Yenilgilere Alkış Tutulsun!’
Sahaflar dışında birkaç şehir kitaplığında yer aldığı bilgisi veriyor internet arama motoru Google.
Kültür Bakanlığı arşiv kaydı hakkındaki bilgiler aranınca bulunuyor Google üzerinde... Deneyen bilir.
Edirne şehir kütüphanesinde kaydı var madem… Önce orayı yoklattım... Devlet kaydı ve sanal dünya öyle biliyor, ama kitap fiili olarak o devlet kütüphanesinde yok.
Diğer kütüphaneler için yazışmaya uğraşamadım ve üstelik üşenmeden, hatırım için oralarda gidip bakacak, içinde aklımdaki dizesi olan şiirin fotokopisini ya da fotoğrafını çekip bana yollayacak meslektaş da tanımıyorum. Bu yüzden kitapçıma gidip, sahaflardan getirtmesi için sipariş verdim.
Sonra siparişimi yapan kitapçımdan öğrendim ki...
Böyle az bulunur her türden eski kitaplar yürüyormuş kütüphanelerden...
Tabi kendi kendine değil, okuyup, beğenen birilerinin çantasında ya da ceplerinde. Resmi kütüphane kaşesi, okur bilgisi filan hep belli... Ama kitap artık yanında götürenin elinde de durmuyor sanıyorum, sahaflara satılıyor uygun buldukları bedeller ile… İşte ondan sonrasında zaten az sayıda baskısı olan kitapların ederi alıcısı, meraklısı çıktığında bir küçük servet değerinde...
Bu kütüphanelerden yürüyüşlerin çözümünü devlet sahaflardan ederini ceza olarak tahsil etse, azalır diye düşündüm kendimce... Hani yürütüldüğünü hemen fark eden ya da kütüphanelerden kayıtlı alıcılar için düzenlenen fişlerde iade zamanı olur ya iade günlerini tam zamanında kontrole emek veren çalışanlar olursa… Gerçi iade edilmeyen kitaplar için öngörülen yasal ceza o kadar az ki… Tahsil için resmi yazı yazmaya bile değmez, posta gideri onun çok üzerinde. Hem niyeti sahiplenmek ya da pahalıya satmak olan kişi cezayı severek öder kurtulur ve kitap da ona kalır dedim araştırınca…
Neyse... Ben niye aradım bu kitapları asıl onu anlatacağım.
Bir şiir yüzünden aramaya çıktım bu kitabı...
Çünkü bir nedenle lise yıllarındaki şiir okuma yarışımıza gitti aklım…
Benim okuduğumu bulmak kolay, ben okudum, içinde yer aldığı kitap da halen bende, üçüncü olanı hiç aklımda tutmamıştım ama okunmasıyla ikinci olan şiir bir dizesiyle hep belleğimin bir yerindeydi nedense… İşte onu da anımsadım aklım yarışmaya gidince. Ama o dizeyle bir kitaba ulaşmayı onca yıl başarmak mümkün değildi… Aramayı da arada aklıma takılsa da başaramadım. Ama birçok şiir kitabını okurken o dizeye rastlamayı umdum ve ama elbette iğneyle kuyu kazmak bile kolay ondan, hiçbirinde rastlayamadım.
Bulunca baktım ki aslında aklımda aramama neden olan o dize de alıntı galiba…
Çünkü şiirin tümünde baktım, birkaç yerde tam yazdığım şekliyle geçiyor ve “Üst Üste Vurulmuşlar Meyhanesi” hep tırnak içinde. Demek ki dedim o şiir ya da dize aslında başkasının... Ama artık o şiiri aramayacağım. Çünkü aslında aradığım şiir içinde yer aldığı… Yeni bir takıntı fazla olacak, farkındayım.
Belki o yıllarda kütüphanelere girmeyen bir şiirin alıntı dizeleri onlar, belki gazetelerin şiir köşelerinde yayınlanmıştır sadece. Şairi ve şiiri sadece Türkan Ateş tarafından malum, bize ise meçhul bırakılan bir dize… Madem ben asıl aradığımı buldum, yetinmeli artık onunla.
Arkadaşım şiiri kısmen erkek okuyuşuna değiştirip; örneğin şiirdeki ‘şehzadem' seslenişlerini kadınım, sevdiğim filan yaparak okumuş sanırım... Okulumuz şiir okuma yarışında ikinci olan arkadaşımı sanal dünyada arayıp bulunca bir baktım ki o artık hayalini gerçek eden bir tiyatrocu olmuş. Televizyon dizilerinde de epeyce yer almış, ben hiç denk düşmemişim ya da isimlere dikkat kesilmemişim demek.
Aslında ona sordum ilk olarak, o şiir kimindi anımsıyor musun diye…
Anımsamıyordu, kendi eklediği dizeler olduğu dışında tabi…
Yine neyse diyelim de geçelim sonrasına.
İşte benim aklıma takılan bir şey için ne kadar uğraştığımı o da anladı bu yazışma sırasında…
Hem de üzerinden geçen zaman az değil, çeyrek asrı geçeli epey oldu ve o da kaç yıldır aradığımı biliyordu, bulduğumu bilse şaşardı, duysa sevinirdi eminim dedim. Bulduğumun haberini, yazarın adını, kitabın ve şiirin adını ona da yazdım; onun için önemli değildi haber. “A… İyi!” dedi sadece.
Kırk yıl önceydi işte o yarışma… O yaşlarımızla… Afyonkarahisar Halk Eğitim Merkezindeyiz yine.
Tüm öğrenciler, aileler ve yakın sokaklarda oturup, oradaki etkinlikleri takipte gedikli mahalleliler.
O yıl ‘Mustafa Kemal'in Sofrası ‘başlıklı Attila İlhan şiiri ile ben birinci olmuştum...
Şiiri, okumayı seviyordum. Yazma denemelerine de zaten o yıllarda ve belki daha da öncesinde başladım da onlar o eski okul defterleri ile yitip gitti kira evlerinden taşındıkça…
Ben o şiiri çok güzel ve severek okumuştum...
Çünkü ilkokul yıllarında, yaz tatillerinde dedeme gazete okuyarak başlamıştım yüksek sesle ve anlaşılır ve yaşar gibi okumaya. Hem de okumayı öğrendiğimden beri okullarda şiir okumalarında seçilmem olağandı sanki, özel günler anma ve kutlamalarında sahne almak dışında orta okulda koro çalışmasına, lisede ise o yıl tiyatro koluna katılmış; ses kontrolü, sözlerin anlaşılırlığı için çok küçük yaşlardan beri epeyi alıştırma olanağı bulmuştum… Ama asıl sevdiğim şiir onca yarışma şiiri arasında onun okuduğu olmalı ki aklımda kalan da yine ondan bir dize olmuştu… İşte tam kırk yıl sonra ben o şiiri buldum. Adı ‘TEDİRGİN ŞARKI’ imiş o şiirin. Benim çabam ve sonucu önemli haberdi benim için.
Haberi duyurmalı dostlara ama nasıl, bilemedim. Kimsenin uzun yazılar okumaya vakti yok artık, ama şarkıyla beraber bir bilgi paylaşımı iyi olur dedim, Facebook sayfama şarkıyı ekledim, altına kısa bir not, o notta çoktandır aradığım eski bir şiiri fazlasıyla bulduğumu yazdım...
Çünkü asıl kitabı ve ikinci bir kitabı bile buldum aynı şairden. Sonra oturdum bir an, bir anı nasıl yaşanır, yaşatılır diye sordum kendime. Yaz dedi içim. Yaz ki belgesi de kalsın sonraya, çünkü insan aklı nisyan ile maluldür. Yazdım işte. Olmuş değil mi? Kırk yıl öncesine gideceğiz çünkü birlikte...
Biz kırk yıl önceye gidince… Yaşımıza yakın iki kitaplık şiirle de buluşmuş olacağız böylece…
Gitmişken anılarda gezinir, dinlenir, düşler kurarız belki şimdiki güne.
Ama okudum da kitapları, şiirleri hem de bir solukta, her şiiri hüzün, ki ne çok hüzün!
Sanki o yıllarda daha naifmiş sevdalar, sevdalılar ve sevdasını yazan güzel kadınlar.
Bu sav için kanıt mı istersiniz? Neden olmasın!
Ben daha okurken inandım, yazarken sağlamasını yaptım savın.
Muhayyer Kürdi bir şarkı olup ölümsüz kılınan o şiirin şarkı olan sözlerini paylaşayım kanıt olarak.
Bestesini yapan o çakır gözlü besteci Necdet Tokatlıoğlu’nu da anmış olalım.
“Artık yeşerecek bir dalım yok. /Yağmurlar yağsa da hoş yağmasa da
Üç günlük ömrümü bir günde yitirdim. /Yarınlar gelse de hoş gelmese de
Paydos mutluluğa paydos artık. /Kaderim gülse de hoş gülmese de
Üç günlük ömrümü bir günde yitirdim. /Yarınlar gelse de hoş gelmese de.”
Ünsal Çankaya
SOLİTİRAZ.COM