Büyük Ortadoğu Projesi ve Büyük Kürdistan / Levent Yakış
Büyük Orta Doğu Projesi’nin bizzat emperyalistlerce ilan edilişinin üzerinden artık yıllar geçti. Çok şey yazıldı çizildi bu konuda, burada uzun uzadıya tekrara girişmeyeceğiz. Ancak hakkında oluşmuş külliyata, hepimizin gözleri önünde gerçekleşen ve hala gerçekleşmeye devam eden uygulamalara rağmen projenin kamuoyu tarafından yeteri ölçüde kavrandığı pek söylenemez.
Çoğu kişi projeye hala geçici bir olguymuş gözüyle bakıyor. ABD’nin konjonktürel tercihlerini yansıttığını, daha ötesi sadece bir kliğin, devlet içinde etki kazanmış neoconların niyet ve arzularını yansıttığını düşünüyor.
Doğal olarak bu çevreler şartların değişmesi, farklı bir konjonktüre evrilmemiz durumunda veya projenin yıkıcı sonuçlar ürettiği açık hale geldiğinde geri adım atılacağı, projenin rafa kalkacağı beklentisi içindeler.
Oysa, aynı çevreler geçmişte Obama’nın iktidara gelişini de bu yönde atılmış tarihi adım olarak değerlendirmişlerdi. Obama’nın en az selefleri kadar emperyalist programa angaje olduğu, projeyi ilerletmek için en az onlar kadar acımasız davranacağı kısa sürede ortaya çıktığı halde “ ABD BOP’u bir yana bıraktı, bölgeden çekiliyor, çekilecek” sözlerinin o gün bugündür hala alıcı bulması şaşırtıcı olsa gerek.
Peşinen söyleyelim, kimse böyle bir beklenti içinde olmasın. BOP’un bir daha ortaya çıkmamak üzere gündemden düşmesi ABD veya diğer emperyalist merkezlerde iktidarların el değiştirmesiyle ya da emperyalist zihniyette gerçekleşecek kendiliğinden bir dönüşümle sağlanamaz.
Bunu mümkün kılacak yegane olgu bölge halklarının ortak mücadelesidir. Elbette bu mücadele bugünkünden çok daha fazla çabayı ve emperyalist niyetlere karşı bölge halklarında halihazırda var olandan çok daha yüksek bir bilinci gereksinecektir.
Çünkü, BOP her ne kadar İslam coğrafyasıyla sınırlı gözükse de aslında emperyalistler tarafından bütün dünyada geçerli olmak üzere tasarlanmış çok daha kapsamlı ve uzun erimli bir programın parçasıdır. Yani ardında emperyalizmin son derece kararlı tercih ve politikaları bulunmakta.
BOP’tan önce yürürlükte olan ve sonrasında da farklı coğrafyalarda işlemeye devam edecek bu emperyalist programın nihai amacı neoliberalizmin ütopyasını gerçekleştirmektir.
NEOLİBERAL ÜTOPYA NEDİR?
Nedir bu ütopya?
İnsan emeğinin sömürülmesine ve dünyanın doğal kaynaklarının talanına sınırlama getiren, ket vuran bütün engellerin ortadan kaldırılması…
Tek tek ülkelerin ve bir bütün halinde uluslararası ilişkiler sisteminin bu sonucu sağlayacak biçimde ideolojik, politik, iktisadi her açıdan yeniden yapılandırılması…
Öyle ki, yalnızca sosyalizm gibi karşıt ideolojiler değil sosyal demokrasi vb. burjuva yaklaşımlar; ezilen, yönetilen sınıflara ait her tür mücadele örgütleri, sendika, parti, dernekler; kamunun hak ve hukukunu koruyan kurum ve kuruluşlar ve nihayet emperyalist siyasaya direnç gösterebilecekleri gerekçesiyle devletler de artık emperyalizmin hedef tahtasındalar.
Devletler de evet, neoliberal paradigmanın iktisadi özü sınırsız sömürü ve talansa bunun uluslararası ilişkilerde karşılığı paramparça edilmiş bir siyasi haritadır. Artık devletlerden değil devletçiklerden, hatta kent devletçiklerinden oluşma yeni bir haritadır istenen. Adeta yeni bir Ortaçağ, kendi tanımlamalarıyla Modern Ortaçağ!
Özetlediğim paradigmayı benimsemiş emperyalist güçler 1970’li, 80’li yıllardan itibaren amaçlarına ulaşmak üzere bütün dünyada atağa kalktılar. Latin Amerika’da, Asya’da, Türkiye’de gerçekleşen darbeler, SSCB’nin çöküşe zorlanması, iki kutuplu sistemin çözülmesi ve çözülen devletlerin emperyalist kapitalist sisteme neoliberlizmin öngörü ve dogmalarına uygun biçimde entegrasyonu hepsi bu yönde atılmış kritik adımlardı.
İşte, BOP da bu silsiledendir. Arkasında aynı emperyalist zihniyet vardır. Ancak tasarlanması, somutlaşması ve hayata geçmesi için Soğuk Savaş konjonktürün sona ermesi gerekiyordu. Soğuk Savaş’ın nihayetlenip düşman cephenin ortadan kalkması emperyalistleri, özellikle cephe hattındaki müttefiklerini görece güçlü ve istikrarlı tutma mecburiyetinden kurtardı. Emperyalist programın müttefik devletler dahil islam coğrafyasının bütününü parçalayacak biçimde derinleştirilmesi ancak bundan sonra mümkün hale geldi.
BOP HARİTALARI
Şartlar olgunlaşınca emperyalist niyetleri açığa vuran haritalar müttefik devletlerin şaşkın bakışları altında pervasızca ortaya sürüldüler. Farklı haritaların varlığı her ne kadar kafa karıştırsa da bu çeşitliğin çok önemli olmadığını hemen söyleyelim. Eğer emperyalistler durdurulamazsa coğrafyamızı bekleyen nihai harita Modern Ortaçağ’dır.
Farklı haritalar bu nihai hedefe uzanan yolda ulaşılacak yeni aşamaları resmediyorlar. Süreç ilerledikçe hep daha parçalı haritalarla karşılaşacağımız muhakkak.
Parçalanma süreci iki farklı boyutta ilerliyor. İlki, tek tek devletlerin parçalanmasıdır ki, burada önceliği kendine yeterlik kapasitesi yüksek devletlerle Prusya karakteri taşıyan devletler almakta.
Kendine yeterlikten kastımız demografik yoğunluğa, geniş topraklara ve zengin doğal kaynaklara aynı anda sahip olma niteliğidir. Prusya karakteri tanımlamasıyla ise bunlara sahip olsun ya da olmasın bir devletin liderlik yapma, hegemonya tesis etme yeteneğine işaret ediyoruz. Yani burada söz konusu edilen, Prusya devletinin 19.yy’da Almanların birliğini sağlama ve Alman İmparatorluğu’nun kurulmasında oynadığı öncü rolün benzerini bugün bulunduğumuz coğrafyada oynayabilecek devletlerdir.
Nitekim, Irak’ın öncelikli hedef yapılmasının bir nedeni onun bu Arapların Prusya’sı rolüne soyunma arzusuydu. Libya, yalnızca zengin petrol yatakları (ve yeraltı su yatakları) için değil lideri Kaddafi Libya’nın olanaklarını Afrika Birliği’ni kurma yolunda seferber ettiği için harap edildi.
Yine, Türkiye ve İran Prusya karakteri taşıdıkları için hedef tahtasındalar. Ama aynı zamanda kendine yeterlik kapasitesine sahip olmaları, bu iki özelliği bir arada bulundurmaları, onları diğerlerine göre çetin ceviz yapıyor. Açık bir müdahalenin öncesinde uzun süreli ve çok yönlü yumuşatma operasyonları ile karşı karşıya kalmaları bu yüzden.
Şİİ veSUNNİ AKSI
Emperyalist stratejinin diğer boyutunda, tek tek ülkelere odaklanmanın ötesinde İslam dünyasını büyük dilimler halinde yarılmaya uğratacak politikalar yer almakta. Bunların en önemlisi Sünni-Şii ayrılığının keskinleştirilerek çatışmalı hale getirilmesidir.
İran liderliğindeki Şii aksının karşısına Türkiye ve S. Arabistan liderliğinde bir Sünni aksı yerleştirme düşüncesi tam da bu niyete bağlı olarak gelişti. Burada amaç sol kamuoyunda yerleşik inancın aksine “antiemperyalist” Şii aksını yok etmek değildi. İran’a dönük üst perdeden tehditlerine rağmen emperyalistler Sünni aksının Şii aksına galip gelmesini istemezler. Emperyalistlerin Sünniciliğe ve Şiiciliğe aynı anda ihtiyaçları vardır, kabul etmek gerekir k i bunları birbirlerine karşı kullanmada son derece başarılılar.
Yalnızca müttefik gözüken Türkiye ve S. Arabistan’ı değil rakip sayılan İran’ı da eşit ölçüde olmasa bile kendi politikalarına yardımcı kılabildiler. Onca antiemperyalist söylemine rağmen İran’ın mezhep taassubuyla davranarak Afganistan’da, Irak’ta (ekleyelim Suriye’de) zaman zaman emperyalistlerin işini kolaylaştıran politikalar izlediği bir sır değil.
Bu nedenle Şii ve Sünni aksının birbirlerine galip gelmelerine fırsat verilmeyecek ve her iki taraf süreç içinde kendilerine özgü iç çelişkileri üzerinden eş zamanlı biçimde güçten düşürüleceklerdir. Bu sağlanıncaya kadar fazla öne çıkanın karşıtına verilen destekle dengeleneceği, karşıtının gücüyle terbiye edileceği gelgitli bir süreci şimdiden öngörebiliriz.
AYKIRI GÖRÜNEN DEVLET: BÜYÜK KÜRDİSTAN
Buraya kadar anlatılanlara çelişen yegane olgu Büyük Kürdistan’ın kuruluşu yönünde emperyalistlerin gösterdiği belirgin çabadır. Gerçekten, bütün devletler parçalanırken müstakbel Kürdistan haritalarda zengin doğal kaynaklara ve kuşkusuz bölgenin en önemli su kaynaklarına sahip büyük bir devlet olarak resmedilmekte. Üstelik bu devletin Kürtlerin ne tarihsel konuşlanışına ne de bugünkü demografik dağılımına uymayan biçimde ilk haritalarda Karadeniz’e, sonraki haritalarda ise Akdeniz’e ve Basra Körfezi’ne dayandığını görmekteyiz.
Kendine yeterlilik kapasitesi yüksek ve doğal sınırlarının çok dışına taşmış yeni bir devletin emperyalistler eliyle inşası herhalde izaha muhtaç olsa gerek.
Emperyalistlerin aslında Kürdistan’ı kurma gibi bir niyetlerinin olmadığını, bu haritaları artık çoktandır dikkat çeken Kürt dinamizmini kendi politikalarının hizmetine koşmak için özellikle piyasaya sürdüklerini söyleyenler var elbette. Ama Kürdistan’ı emperyalist açıdan rasyonel bir tercih olarak görenler de var. Bu tercihi gerekçelendirecek farklı açıklamalar yapıldı bugüne dek.
Örneğin, bunlara göre bölgede Arap olmayan yeni bir devletin kuruluşuyla İsrail üzerindeki baskı hafifleyecektir. Diğer yandan bu devlet bölgenin doğal zenginliklerini Batılı devletlere ulaştırmada güvenilir bir alternatif güzergah işlevi görecektir.
Burada bizim ekleyeceğimiz Kürdistan’ın aynı zamanda Prusya karakteri taşıyan birden fazla devleti sınırlayacak biçimde tasarlandığıdır. Türkiye’nin doğu ve güney sınırlarını bütünüyle kuşatmış bir Kürdistan hem Türk dünyasının Prusyası rolünü oynayabilecek hem de yanı sıra aşağıda güneyde Araplarla birleşip Sünni İslam birliğine yönelebilecek bir Türkiye’yi sınırlayacaktır.
Aynı şekilde Kürdistan’ın Şii aksını kesintiye uğratarak Şiilerin Prusyası İran’ı da kısıtlayacağını öngörebiliriz. Suriye-Irak coğrafyasında hayat bulacak bir Sünni Arap yükselişini baskı altına alacak olması da cabası…
Ortadoğu’da emperyalizmin aleyhine bir düzenin, hatta sosyalist bir düzenin kurulmasında Kürdistan’a öncü rol biçen arkadaşları kızdıracağız ama üstelik bu yeni devletin görünür gelecekte emperyalist sistemle çatışma olasılığı neredeyse yoktur. Bu yalnızca kuruluşunda emperyalistlerin oynadığı role duyulacak minnetle ilgili değil (ki, bu da bir etkendir), kurulduğu andan itibaren parçaladığı her devletle bitmeyen sınır sorunları yaşayacak bir devletin ancak arkasına alacağı emperyalist destekle ayakta kalacağı gerçeğiyle ilgilidir.
Elbette, Kürdistan’ın kendisi de uzun vadede işlevini tamamlar tamamlamaz emperyalizmin nihai amaçları doğrultusunda parçalanmaya zorlanacaktır. Bir gün herkes emperyalizmin ateşiyle imtihan edilecektir, buna Kürdistan da dahil. Ama henüz bu kısa geleceğin meselesi değil.
KÜRT MÜCADELESİNİN GÖLGELENEN MEŞRUİYETİ
Buraya kadar anlattıklarımızın emperyalist niyetleri yansıttığını, gerçekleşmelerinin mutlak olmadığını söylemeye sanırım gerek yok. Emperyalist devletler amaçlarına ulaşmada azımsanamayacak mesafe katetmiş olsalar bile süreci yavaşlatan, yer yer duraksatan dirençlerle karşılaştılar kuşkusuz.
Hem bölge dinamiklerinin direnciyle karşılaştılar hem de Asya’nın yükselen güçleri Rusya ve Çin’in direnciyle. Bunların toplamı şimdiye dek emperyalistleri geri püskürtmeye yetecek bir etki yaratamasa da, bu yönde işaretlerin çoğaldığı bir gerçek. Burada tekrar vurgulanması gereken emperyalist politikaları boşa çıkarmada asıl sorumluluğun bölge halklarının omuzlarında olduğudur. Bölgenin kaderi, emperyalist ya da değil uluslararası aktörlerin insiyatifine terk edilemez. Bunların çatışma ve uzlaşmalarının neticesine bağlı hale gelemez.
Halklara düşen eşitlik ve kardeşliği, karşılıklı saygıyı esas alan yeni bir bölgesel düzenin inşası için bir an önce kolları sıvamaktır. Çatısı altında yaşadıkları devletleri bu yönde baskılamak zorundalar. Aksi takdirde, bölge devletlerinin ihtirasları dönüp dolaşıp emperyalist politikaları ilerletmekten başka sonuç vermeyecek.
Olup bitenlerde emperyalist müdahale ve kışkırtmalar kadar bu ihtirasların rolü var. Özellikle Prusya karakteri taşıyan devletlerin büyüme, genişleme arzuları ustaca manipülasyonlarla emperyalistlerin elinde tam bir yıkıcı enerjiye dönüşebiliyor. Önce çevresini ve nihayet kendisini de yakan ölümcül bir enerjiye…
Henüz tam anlamıyla devletleşmiş değillerse bile Kürt halkına hakim siyasi yapıları bu kalemden sayabiliriz. İster PKK isterse KDP olsun (bunların türevleri dahil) ihtiraslarının sınırı yok gerçekten. Ortalığa dökülen haritalar belli ki zihinlerinde asılı kalmış, arkalarına aldıkları emperyalist destekle tam bir istila hareketine girişmiş durumdalar.
Söylediğimizde hiçbir abartı yok; Karadeniz’e, Akdeniz’e, Basra’ya, devam edelim Azerbaycan’a uzanan hayallerin sahadaki karşılığı istila ve tehcirdir. İşid’le savaşıyoruz, demokratik özerklik kuruyoruz, birlikte yönetiyoruz demagojilerinin artık saklayamadığı gerçek milyonlarca insanın bu hayaller uğruna iç ve dış göçe zorlanarak yerinden yurdundan edildiğidir.
Başka nasıl olabilir ki, hayallerinin tarihte bir karşılığı yok, demografik bir karşılığı yok; kafalarındaki haritayı ancak istila ve tehcirle gerçek kılabilirler. İşte şimdi tam da buna soyunuyorlar.
Mazlum Kürt halkının meşru talepleri bu işbirlikçi ve istilacı tutumun gölgesinde git gide görünmez oluyor. Özgüven patlaması içinde belki fark etmiyorlar ama bölge halklarının husumetini üzerlerine çektiklerini ve kızgınlık duvarıyla dört bir yandan çevrelenmekte olduklarını biz söyleyelim. Hakim Kürt siyasasının Kürt halkına yaptığı en büyük kötülük de bu. Kürtlerin hak ve özgürlük taleplerinin bölge halklarınca en fazla kabul gördüğü bir dönemin ardından her talebin şüpheyle karşılandığı ve emperyalist politikalarla ilişkilendirildiği zehirli bir iklimi yaratmayı başardılar.
Tek suçlu onlar değil kuşkusuz ama gelinen noktada hiç de azımsanamayacak payları var.
(Bu yazı daha önce www.gelenekvegelecek.com'da yayınlandı.)
Levent Yakış
SOLİTİRAZ.COM