26 Aralık 2024 Perşembe

Devrimci Yön

CIA yan kuruluşu Stratfor'un 2015 sonrası 10 yıllık "Öngörü Raporu"...

CIA yan kuruluşu Stratfor'un 2015 sonrası 10 yıllık
08 Mayıs
00:00 2019

Bu rapor Stratfor tarafından basılan beşinci ‘10 Yıllık Öngörü Raporu’dur.

Stratfor 1996’dan beri her 5 yılda bir (1996, 2000, 2005, 2010 şimdi 2015)periyodik olarak öngörüler üretir. Öncelikle daha önceki çalışmalarımızdan  gurur  duyuyoruz. Avrupa’nın ekonomik kriz karşısındaki mücadelesinin yetersiz kalacağını, Çin’in gerilemesini ve ABD’nin cihatçılara karşı savaşının seyrini öngörmüştük. Tabi bazı hatalar da yaptık. 11 Eylül’ü  öngöremedik ve daha  da önemlisi Amerika’nın yanıtının kapsamını da öngöremedik. Fakat Amerika’nın karşılaşacağı zorlukları ve İslam dünyasındaki askeri müdahalelerinden geri çekilmeye gerek duyacağını 2005 yılında öngörmüştük. Çin’deki  zayıflamayı çok  önceden  gördük, başkaları Çin’in ekonomisinin Amerika’dan daha büyük olacağını görüyorken, zayıflamayı biz gördük. Her şeyden önce, biz Amerika’nın gücünün kalıcı olacağını öngörüyoruz. Bu vatanseverlik ya da milliyetçiliğe dayalı bir öngörü değildir. Bu öngörünün temelinde Amerika’yı en önde gelen güç olarak gördüğümüz model yatar.

Tabi biz her şeyi öngöremeyiz. Biz dünyadaki başlıca güncel konulara ve eğilimlere yoğunlaşıyoruz. Aşağıda ‘2010 yılı 10 Yıllık Öngörü Raporu’muzdan bazı kesitler var: Amerika’nın cihatçılara karşı  savaşında azalma  görüyoruz. Bu, İslamcı militanlık bitecek anlamına gelmiyor tabi. Saldırı girişimleri devam edecek ve bazıları başarıya ulaşacak. Fakat bölgedeki iki ana savaş 2020 de bitmezse de çarpıcı bir biçimde azalacak. İran’ın durumunun da kontrol altına alınacağını görüyoruz. Bunun askeri bir müdahale ve İran’ın izolasyonuyla mı yoksa mevcut/bir sonraki rejimdeki gerçekleştirilecek bir siyasi düzenleme ile mi olacağı belirsiz ama zaten büyük jeopolitik meseleye baktığımızda pek de mühim değil.  İran kontrol altına alınacak çünkü sınırlarının ötesindeki bölgede büyük bir oyuncu olmak için gereken güce sahip değil. Avrupa’daki demografik ve sistemsel çeşitlilik Avrupa Birliği kurumlarını ağır baskı altına alacak.  Kurumların ayakta kalacağından şüphe duyuyoruz.  Çok etkin çalışacaklarından kuşkuluyuz. Ana siyasi eğilim farklı ekonomik, sosyal ve kültürel güçlerin yönlendirdiği büyük milliyetçiliğe çok uluslu çözümler getirmekten uzak olacak.

Avrupa Birliği’ni oluşturan elit kesim, geniş kesimlerden artan bir baskı altında bulacak kendilerini. Ekonomik çıkarlar ve kültürel istikrar arasındaki gerilim Avrupa’yı tanımlayacak. Sonuç olarak Avrupa içi ilişkiler giderek öngörülemez ve istikrarsız olacak.

Rusya 2010’lu yıllarını -demografik gerileme etkisini tam olarak  göstermeden- kendisini güvenceye  almakla  geçirecek.  Nüfus yapısı halen buna imkan tanırken ihracatını, ekonomisini canlandırmak için işlenmemiş üründen, işlenmiş ürüne kaydırmaya çalışacak. Böylelikle ekonomisini güçlendirerek tedarik zincirini de yükseltmeyi deneyecek. Rusya demografik sorunlarını ertelemek, pazarını genişletmek,  hepsinden önce bazı bölgesel tamponlarını tekrar elde etmek için önceki Sovyet cumhuriyetlerini yeniden uyumlu bir yapıya entegre etmeye çalışacak. Rusya kendini tehdit altında görüyor, acelesi de bu yüzden. Bu, onun önceye nazaran daha saldırgan ve tehlikeli görünmesine sebep oluyor. Bununla birlikte, 2010’lu yıllarda Rusya’nın hareketleri komşuları için hem ulusal güvenlik açısından hem de hızla değişen ekonomik politikaları yönünden azımsanamayacak bir endişeye sebep olacak.  Bundan en çok etkilenen devletler merkez Avrupa’nın önceki uydu ülkeleri olacak.

Rusya’nın temel ilgi alanı Kuzey Avrupa Bölgesi olarak devam edecek ki bu onun geleneksel  işgal güzergahıdır. Bu odak Avrupa’yı siyasi açıdan öngörülemez hale sokacak. Rusya’nın Orta Avrupa’ya baskısı ezici bir askeri baskı olmayacak ama Orta Avrupa Ruhu ince tehditlere maruz kalacak. Biz inanıyoruz ki bu sürekli artan baskılar Orta Avrupa’nın ekonomik, sosyal ve askeri gelişimini canlandıracak.

Japonya ve Doğu Asya devletlerinin diğer benzer ekonomileri gibi Çin ekonomisi de sermaye getirisi oranının  büyümesini  kalibre  etmek  ve finansal  sistemde  dengeyi  sağlamak  için büyüme  oranını  çarpıcı  bir  şekilde  azaltacak. Bu yüzden,  sosyal  ve  politik  gerilimlerle uğraşmak zorunda kalacak.

Amerikan bakış açısından bakarsak, 2010’lu yıllarda, bir asırdan önce başlayan ekonomik ve askeri gücün uzun vadede yükselişi devam ediyor. Amerika, askeri güç açısından baskın olma özelliğini  sürdürüyor ama  dünyadaki  tek  güç  değil  yine  de  her  yıl,  dünya  zenginliğinin %25’ini üretmeye devam ediyor. Önümüzdeki 10 Yıl Rusya’nın Gürcistan’ı işgal ettiği ve finans krizinin vurduğu 2008’den beri dünya kendini yeniden yapılandırıyor. Üç örnek ortaya çıktı. İlk olarak Avrupa Birliği, bir türlü çözemediği ve hızla tırmanan bir krize girdi.

Öngörümüz Avrupa Birliği önceki birliğine asla  geri dönemeyecek ve eğer ayakta kalırsa önümüzdeki 10 yılda daha sınırlı ve bölünmüş bir şekilde çalışacak. Serbest ticaret bölgesinin karşısında korumacılığın artmasını bekliyoruz. Almanya’nın  önümüzdeki 10 yıl ciddi ekonomik  gerilemelerle karşılaşacağını ve bunun sonucunda Polonya’nın bölgedeki gücünün artacağını bekliyoruz. Önümüzdeki birkaç yıl Rusya’nın Ukrayna üzerindeki mevcut çatışması uluslararası sistemin merkezindeki en önemli öğe olarak kalacak, ama bu 10 yıllık sürede Rusya Federasyonu’nun mevcut durumu koruyabileceğini sanmıyoruz.

Enerji  ihracatına  aşırı  bağımlılık  ve fiyatlandırma beklentilerine güvensizlik Moskova’nın geniş Rusya Federasyonu kuşağındaki kurumsal ilişkilerini devam ettirmesini imkansız kılıyor. Moskova’nın otoritesinin ciddi bir şekilde zayıflamasının,  Rusya’nın resmi  ve  gayri  resmi  olarak dağılmaya  sürükleyeceğini öngörüyoruz. Bu durum 10 yıl içinde hızlanırsa, Rusya’nın nükleer silahlarının güvenliği önemli bir kaygı konusu olacak. Avrupa’nın Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da yarattığı ‘ulus devleti’ oluşumunda gerilemenin hızlandığı bir döneme girdik.

Güç artık birçok ülkede devletin elinde değil, ne yenen ne de diğerlerine yenilen silahlı fraksiyonlara devredilmiş durumda. Bu durum yoğun iç savaşlar dönemini başlattı. Amerika hava gücüyle ve sahadaki sınırlı kara gücüyle durumu hafifletmeye hazır fakat dayatmaya ne muktedir ne de istekli. Güney sınırları bu çatışma yüzünden savunmasız hale gelen Türkiye yavaşça savaşın içine sokulacak. Bu 10 yılın sonunda, Türkiye başlıca bölge gücü olarak ortaya çıkacak ve böylelikle Türk-İran çekişmesi artacak.

Çin yüksek-büyüme ve düşük ücret döngüsünü tamamladı ve yeni bir safhaya geçti. Bu safha daha yavaş büyüme ve yavaş büyümeden kaynaklanan değişken güçleri kontrol altında tutmak için giderek  güçlenen  diktatörlüğü içeriyor. Çin başlıca büyük ekonomik güç olmaya devam edecek ama daha önce olduğu gibi küresel büyümede dinamik bir lokomotif  olmayacak.  Bu rolü, Çin-Sonrası diye  tanımladığımız  çoğu  Güneydoğu  Asya,  Doğu  Afrika  ve  Latin Amerika’nın bir kısmını içeren oldukça dağınık ülkelerden oluşan yeni bir grup  üstlenecek.

Çin saldırgan askeri bir güç de olmayacak. Japonya hem coğrafyası sebebiyle hem de büyük ihracatçı olarak ihtiyaçları sebebiyle Doğu Asya’ya egemen bir pozisyon için iddialı olacak.

Amerika dünyada  en  büyük  ekonomik,  politik  ve  askeri  güç  olmaya  devam  edecek  ama geçmişe  göre  daha  az  her şeye müdahaleci  olacak.  Düşük ihracat oranı,  enerjide  giderek kendine  yeter  hale gelmesi  ve  son 10  yıllık  deneyimi  Amerika’yı  ekonomik  ve  askeri müdahaleler  konusunda  daha  da  temkinli  kılacak. Amerika, müşterilerin ürünlerini almadıkları zaman büyük ihracatçılara ne olduğunu gördü. Düşman ülkeleri etkisizleştirmeye çalışmada gücünün sınırlarını öğrendi. Amerika, Kuzey Amerika’nın seçici çalışmalarla daha da müreffeh hale getirilebileceğini öğrendi. Amerika, orantılı  güce  sahip  büyük  stratejik tehditlerle karşı karşıya gelecek ama geçmiş yıllarda olduğu gibi ilk karşılık veren rolünü üstlenmeyecek. Birçok  bölgede koruyucuların değişmesiyle, düzensiz bir dünya oluşacak. Değişmeyen tek etken Amerika’nın devam  eden  ve  olgunlaşan  gücü  olacak  ama  bu  güç  daha  az  görünür olacak. Avrupa Avrupa Birliği, Avrupa bölgesiyle ilgili değil serbest ticaret bölgesiyle ilgili olan temel sorunu çözemeyecek.



Almanya, Avrupa Birliği’nin ağırlık merkezinde; Gayri Safi Yurtiçi hasılasının %50’sinden fazlasını ihraç ediyor ve bunun yarısı da Avrupa Birliği ülkelerine gidiyor. Yurt içi ekonomiyi harekete geçirmiş olsa da Almanya büyük ölçüde tüketim hacmini aşan üretim kapasitesi oluşturdu. Ekonomik büyüme, tam istihdam ve sosyal istikrarı korumak için bu ihracata bel bağlamış durumda.  Avro’yu fiyatlandırma ve birçok Avrupa düzenlemelerini de içeren Avrupa Birliği’nin yapısı, bu ihracat bağımlılığını kolaylaştırmak için dizayn edildi. Bu çoktan Avrupa’yı en az iki parçaya böldü. Akdeniz Avrupası ve Almanya-Avusturya gibi ülkeler tamamen  farklı  davranış  kalıpları  ve  ihtiyaçlarına  sahiptir.

Tek bir politika tüm Avrupa’ya uygun olamaz. Bu başından beri temel bir sorundu ama şimdi en uç noktaya ulaştı. Avrupa’nın bir kısmına fayda sağlayan, başka bir kısmına zarar verir oldu. Milliyetçilik belirgin bir şekilde artmıştı.

Ukrayna krizi ve Doğu Avrupa ülkelerinin Rusya tehdidi algısına yoğunlaşmaları, bu  durumu  daha  da şiddetlendiriyor. Eğer Birleşik Krallık’ı ve İskandinavya’yı Avrupa’nın geri kalanından ayırırsak iyiolur. Doğu Avrupa’nın Rusya endişesi yeni bir Avrupa daha  yarattı,  bu  da bölünme diyebiliriz. AB’ye güvenmeyen sağ ve sol partilerdeki yükselme, ana akım partilerinin giderek meşrutiyetlerini kaybetmesi ve Avrupa Birliği’ndeki ayrılıkçı partilerin popülerliğinin hızla artmasını hesaba kattığımızda, 2005  de ve daha önce de öngördüğümüz gibi parçalanma ve milliyetçiliğin gerçekleştiği aşikardır. Bu akımlar devam edecektir.

Avrupa Birliği bir şekilde ayakta kalabilir.  Fakat Avrupa’nın ekonomik, politik ve askeri ilişkileri çoğunlukla ikili veya çok taraflı, dar çerçeveli, bağlayıcı olmayan ilişkiler üzerinden yürütülecektir. Bazı devletler, büyük değişime uğramış Avrupa Birliği’ndeki üyeliklerini sürdürebilirler ama bu Avrupa’yı tanımlamayacaktır. Önümüzdeki 10 yılda Avrupa kıtasını tanımlayacak başlıca politika aracı, “Ulus devletin” yeniden ortaya çıkışı olacak. Aslında ayrılıkçı ve devletin alt parçalara ayrılmalarını savunan akımların güçlerini arttırmalarıyla ulus devletlerinin sayıları büyük ihtimalle artacak. Avrupa krizi sebebiyle artan ekonomik ve politik baskılar, bu durumu önümüzdeki birkaç yıl boyunca daha da belirgin kılacak.

Almanya, bu ulus devletleri topluluğundan ekonomik ve siyasi açıdan en nüfuzlu olarak çıktı. Fakat  Almanya  oldukça  da savunmasız durumda. Dünya’nın dördüncü  en  büyük  ekonomik gücü ama bu konumunu ihracata bağlılığından elde etmişti. İhracat gücü, zafiyeti beraberinde getirir. Müşterilerin taleplerine ve alım durumlarına bağlı olurlar. Diğer bir deyişle Almanya, faaliyet  gösterdiği  çevrelerin ekonomik  refahına ve bunu  yöneten  rekabetçi  ortama  esir olmuştur.

Bu bağlamda, Almanya’nın aleyhine bir çok etken bulunmaktadır. İlk olarak, Avrupa’da artan milliyetçilik korumacı sermayeye ve işgücü piyasasına yol açacak.  Daha  güçlü  ülkeler  AB ülkeleri  vatandaşları  dahil yabancıların  sınırları  içindeki  hareketini sınırlarken,  daha  zayıf ülkeler muhtemelen çeşitli sermaye kontrol türlerini uygulayacaklardır. Mevcut  durgunluk sonrası  ekonomik  tabanını  yeniden  inşa  etmeye  ihtiyacı  olan  zayıf Güney Avrupa ekonomilerinin  oluşturacağı ticari   engellerin, önümüzdeki  yıllarda  Avrupa  Birliği’nde özellikle  de  tarım alanında var olan korumacı  politikaları güçlendireceğini  öngörüyoruz. Küresel  bazda, Avrupa ihracatının artan rekabetle  ve belirsiz çevrelerde oldukça değişken taleplerle  karşılaşmasını bekliyoruz.   Bu   yüzden, bizim   öngörümüz   önümüzdeki  10  yıl süresince,  Almanya’da sosyal  ve  politik  krizlere  sebep  olacak  ve  Almanya’nın  Avrupa üzerindeki etkisini azaltacak büyük bir ekonomik gerileme başlayacak.

Ekonomik gelişmenin ve artan siyasi etkinin  merkezinde  Polonya  olacak.  Polonya, Almanya ve Avusturya ile birlikte çok etkileyici bir büyüme profili ortaya koydu. Buna ilaveten, nüfusu büyük  ihtimal  azalacak  olmasına  rağmen  küçülme diğer  Avrupa  ülkelerine  nazaran muhtemelen daha  az  olacak.  Almanya, ekonomi  ve  nüfusta ciddi kaymalara maruz kalırken, Polonya stratejik Kuzey Avrupa alanında, baskın bir  güç  olmak  için kendi  ticari  ilişkilerini çeşitlendirecek.

Ayrıca, Polonya’nın  bu on yılın ilk yarısında Romanya’yı da içerecek  Rusya karşıtı koalisyonun lideri olacağını öngörüyoruz. Bu on yılın ikinci yarısında ise bu ittifak Rusya’nın  sınır  alanlarının  yeniden  şekillenmesinde, daha  önceden  kaybedilen toprakların resmi ya da gayri resmi bir şekilde geri alınmasında önemli rol oynayacak. Sonunda Moskova zayıflayacak, bu ittifakın sadece  Beyaz  Rusya ve Ukrayna’ya değil Uzak Doğu’ya  da  büyük etkisi  olacak.  Budurum, Polonya  ve  müttefiklerinin ekonomik ve siyasi pozisyonlarını da güçlenecek. Polonya, Amerika ile olan stratejik ortaklığından  da  fayda  görecek.

Ne  zaman önde  gelen küresel  bir  gücün  stratejik  bir  partnerle  ilişkisi  olsa, hem  kendi  partnerinin  toplumsal istikrarını sağlamasına hem de askeri güç inşa etmesine imkan tanımak, partnerini ekonomik olarak mümkün olduğunca güçlü  hale  getirmek küresel gücünün çıkarınadır. Polonya gibi Romanya da Amerika’yla bu  pozisyonda  olacak. Washington, bölgedeki çıkarlarını da belli etti.

Rusya, Rusya  Federasyonu’nun  mevcut  durumunu  sürdürmesi  pek  olası  görünmüyor. Rusya’nın enerji gelirlerini kendi kendine yeten bir ekonomiye dönüştürmedeki başarısızlığı ülkeyi fiyat dalgalanmaları  karşısında savunmasız  bırakıyor. Ülkenin piyasa   gücü  karşısında bir savunması kalmadı. Direk olarak ya da bölgesel hükümetler aracılığıyla dağıtılmadan önce Moskova’ya  akan  gelir Federasyona veriliyordu,  bundan  sonra kaynakların dağılımı  da çarpıcı  bir  şekilde  değişecek. Böylece Sovyetler  Birliği’nin Moskova’nın 1980’lerde ve 1990’lardaki  ulusal altyapı  yatırımlarını karşılayamamasını tekrar tecrübe edecekler. Bu durum  bölgelerin resmi  veya  gayri  resmi  özerk  oluşumlar oluşturarak  kendilerini uzaklaştırmalarına sebep  olacak. Rusya’nın periferisini Moskova’ya bağlayan ekonomik bağlar yıpranacak.

Tarih  boyunca,  Rusya  böyle  sorunlarını  KGB  ve  onun  yerine  geçen  Federal  Güvenlik Servisleri (FSB) gibi gizli polis yapılanmaları ile çözdü. Fakat 1980’lerde olduğu gibi bu on yıl içerisinde de  gizli ajanlar  Moskova’dan uzaktaki  bölgeleri çeken merkezkaç kuvvetlerini kontrol  altına alamayacaklar.  Bu  durumda FSB liderlerinin  ulusal  ekonomideki ilişkileri kurumun  gücünü  zayıflatıyor. Ekonomi  gücünü  kaybettikçe, FSB’de  gücünü  kaybediyor. FSB gerçek bir korku salmadıkça, Rusya’nın parçalanması engellenemez olacak. Rusya’nın batısı-Polonya, Macaristan ve Romanya-çeşitli dönemlerde Rusya’ya kaptırdıkları bölgeleri geri almak için uğraşacaklar. Belarus (Beyaz  Rusya) ve  Ukrayna’yı  da buna dahil etmek için çalışacaklar. Güneyde, Rusya Kuzey Kafkasya’yı daha fazla kontrol edemeyecek. Orta Asya istikrarsızlaşacak. Kuzeybatıda Karelya bölgesi Finlandiya’ya yeniden katılmayı isteyecek.  Uzak  Doğu’da,  Çin,  Japonya  ve  Amerika’ya  Moskova’dan  daha  yakın  sahil bölgeleri bağımsız hareket edecek. Moskova’nın dışındaki alanlar ille  de özerklik peşinde koşmayacaklar ama buna  mecbur  kalacaklar.

Bu noktada: Moskova’ya karşı bir ayaklanma olmayacak  ama Moskova’nın Rusya Federasyonu üzerindeki zayıflayan  yönetim  gücü bir boşluk yaratacak. Rusya Federasyonu’nun ayrı ayrı parçaları bu boşluğu dolduracak. Bu önümüzdeki 10 yılın en büyük krizini oluşturacak. Rusya bütün hinterlandına yayılan büyük bir nükleer güçtür.  Moskova’nın gücünün azalması bu füzeleri kim kontrol edecek, kullanılmaması nasıl garanti edilecek sorularını ortaya çıkaracak. Bu Amerika için büyük bir sınav olacak.

Washington bu meseleye çözüm sunabilecek tek güç ama  çok sayıdaki askeri sahaları kontrol etmesi  ve hiçbir füzenin ateşlenmeyeceğini garanti altına alması mümkün olmayacak.  Amerika ya henüz tasavvur  edemediğimiz  bir  askeri  çözüm  ortaya  koymak zorunda  kalacak  ve füzelerin ateşlenme  riskini  göze  alacak  ya  da zaman  içerisinde  füzeleri etkisiz hale getirmek için istikrarlı ve ekonomik olarak sürdürülebilir hükümetler oluşturmaya çalışacak.Bu sorunun neler doğurabileceğini tasavvur etmek zor. Ama, büyük ihtimalle önümüzdeki 10 yıl, Rusya’nın parçalanacağı yolunda öngörümüz göz önünde bulundurulduğunda, bu soruna bir çözüm bulunması gerekecek.

Bu  10  yılın  ilk  yarısındaki  soru Baltık  ve  Karadeniz  arasındaki  ittifakın nereye  kadar uzanacağı olacak. Mantıken Azerbaycan ve Hazar Denizi’ne kadar uzanması gerekir. Uzanıp uzanmayacağı bizim Orta Doğu ve Türkiye ile ilgili öngörülerimize bağlı. Orta Doğu ve Kuzey Afrika Orta Doğu, Kuzey  Afrika  boyunca,  özellikle  Levant (Doğu  Akdeniz) ve  İran  arasındaki alanlarda ulusal çöküşler yaşanmaktadır.

Demek istiyoruz ki 19. ve 20. Yüzyıllarda Avrupalı güçler  tarafından  kurulan ulus   devletler, akrabalık,  din  ve  değişen  ekonomik  çıkarlar çerçevesinde tanımlanan kendi fraksiyonları içinde  çöküyorlar.  Libya,  Suriye  ve  Irak  gibi ülkelerde ulusal devletin fraksiyonlara bölünerek birbiriyle savaşarak gerilediğini ve giderek anlamını yitiren sınırları aştıklarını görüyoruz. Bu süreç, merkezi hükümetin artık işlevini kaybettiği ve gücün fraksiyonlara geçtiği 1970 ve 1980’li yıllardaki  Lübnan  modeline benzer.  Ana fraksiyonlar ne birbirlerini yenebildiler  ne de  yenildiler. Kendi  başlarının  çaresine baktıkları  kadar,  dışarıdan  da yönlendirilip, desteklendiler. Bu fraksiyonlar arasındaki mücadeleler bir iç savaşa  yol açtı, savaş henüz bitmedi ama eskisi kadar da şiddetli değil. Güç boşlukları bölgede devam ediyor,  cihatçı gruplar faaliyetlerini sürdürmek için alan bulacaklar ama bu durum onların iç bölünmeleriyle kontrol altına alınacak.

Bu  durum  dış  güçlerle  bastırılamaz. Gereken  güç  miktarı  ve  alanın  genişliği  karşısında  Amerika  kapasitesini  önemli  ölçüde  arttırsa  bile  yetersiz  kalacak. Dünya’nın  başka  yerlerindeki durumlara özellikle de Rusya’ya bakılırsa,  Amerika artık yalnızca bu bölgeye yoğunlaşamaz. Aynı zamanda, özellikle Türkiye’nin güneyindeki Arap devletlerindeki bu  evrim  bölgesel istikrara tehdit oluşturur. Amerika sınırlı güç kullanarak, zaman içerisinde  değişecek olan bu fraksiyonların  oluşturduğu tehditlerini azaltmak için harekete   geçecek.   Fakat   Amerika bölgeye  kapsamlı  bir  güç  konuşlandırmayacak. Bu  noktada,  bölgedeki bir  çok  ülke -Amerika’nın geçen on yılda bu rolündeki başarısızlığına şahit olmalarına rağmen-kararlı bir güç olarak hareket etmesini bekliyor. Maalesef beklentiler gerçeklerden daha yavaş değişir.

Gerçekler  anlaşıldığında, görülecektir ki konumu  sebebiyle, Suriye ve Irak’ın istikrara kavuşması çıkarına  olan ve kapsamlı  şekilde hareket  edebilecek  tek bir ülke var, yine konumu dolayısıyla bölgede sınırlı da olsa bir başarı elde edebilecek imkana sahip tek  bir ülke var: Bu ülke Türkiye.  Gelinen  noktada Türkiye Arap dünyası, Kafkasya  ve  Karadeniz havzasında çekişmelerin  ortasında  kalmıştır. Ama Türkiye  şimdiye  kadar risk  almaktan kaçınmıştır. Siyasi ve askeri  sebeplerle Türkiye’nin Amerika’nın  müdahalelerine ihtiyacı  olacaktır. Amerika yardımcı olacak ama  bunun  bir  bedeli  de  olacak: Rusya’yı kontrol altına almaya destek vermek. Amerika Türkiye’nin savaşan bir rol üstlenmesini beklemiyor, kendisi için de böyle bir niyeti yok. Ama Karadeniz’i yönetme konusunda bir miktar işbirliği isteyebilir. Türkiye  Orta  Doğu’da  tamamen  bağımsız  bir  politika  sürdürmeye  hazır  olmayacak  ve Amerika’yla olan  ilişkilerinin karşılığını ödeyecek. Bu  bedel Rusya’yı çevreleme hattının Gürcistan ve Azerbaycan’a kadar genişletilmesi yolunu açacak.

Önümüzdeki 10  yıl  boyunca  Arap  dünyasındaki  istikrarsızlığın  devam  edeceğini öngörüyoruz.  Sınırlarına çok yakın olan bu savaşa katılmak istemeyen Türkiye’nin güneye çekilmesini öngörüyoruz ve bu mücadelenin siyasi sonuçları onu buna dahil olmak zorunda bırakacak. Mümkün olduğunca az ve yavaş müdahalelerde bulunacak ama sonuçta karışacak ve  bu  müdahalelerin  hacmi  zamanla  daha  da  artacak. Türkiye  isteksiz de olsa sınırındaki kaosa daha fazla direnemez ve başka hiçbir ülke de bu yükü yüklenmez. Ne Suudi Arabistan ne de İran coğrafi veya askeri olarak bunu yapacak konumda değiller.

Türkiye muhtemelen durumu dengede tutmak için nihayetinde Kuzey Afrika’ya kadar uzanan değişik koalisyonlar kurmaya çalışacak. Türk-İran çekişmesi zamanla artmaya devam edecek fakat gerektiğinde hem İran hem de Suudi  Arabistan’la çalışma seçeneklerine de açık olacak.

Dinamikler  ne olursa olsun, Türkiye tam merkezde olacak. Burası Türkiye'nin dikkatini çeken tek bölge olmayacak. Rusya zayıfladığında Avrupa’nın etkisi Karadeniz’in kuzey kıyıları gibi Türkiye’nin tarihsel ilgi alanlarına doğuya doğru yavaş yavaş hareket etmeye başlayacak. Türkiye’nin ticari, siyasi ve de ayrıca potansiyel olarak da askeri  gücünü kuzeye doğru yansıttığını net bir şekilde öngörebiliriz. Buna ilaveten Avrupa Birliğinin  bölümleri ve bireysel ekonomileri zayıfladığında veya bazı milletler doğuya doğru yöneldiklerinde, Türkiye geriye kalan tek güç olarak Balkanlar’daki varlığını artıracak.

Bu  olmadan  önce  Türkiye  yurtiçindeki siyasi dengeyi yakalamalıdır. Türkiye  hem  seküler hem  de  Müslüman  bir  ülkedir. Mevcut  hükümet  Müslüman  ve  seküler  kesimler asında köprüler kurmaya çalıştı fakat kalabalık olan seküler kesimden birçok  yönden uzak  olarak nitelendirildi. Önümüzdeki  yıllarda şüphesiz  yeni bir  hükümet ortaya çıkacak. Bu çağdaş Türkiye için kalıcı bir fay hattı olacak. Birçok ülke  gibi siyasi  belirsizlik içinde Türkiye’nin gücü artacak. Önümüzdeki 10 yıl boyunca, iç siyasi çekişmelerin yanı sıra,  askeri istihbari ve  diplomatik kurumların büyüklük ve fonksiyon açısından değişikliğe ihtiyacı olacak. Yani önümüzdeki 10 yıl içinde Türkiye’nin başlıca bölgesel güç olarak ortaya çıkmasının ivme kazanacağını ön görüyoruz.

Doğu Asya Çin yüksek-büyüme, düşük-ücretli ekonomi olma  özelliğini  kaybetti. Çin’deki  ekonomik yavaşlama, düşük ücretli çalışanları istihdam etmek için gereken ekonomik altyapıyı organize etme ve oluşturma sürecini daha  maliyetli  hale  getiriyor. Bir liman şehrinde yapılabilecek şeyler iç kesimlerdeki şehirlerde daha çok zaman alıyor. Bu yüzden Japonya’nın daha önce yaptığı, Tayvan ve Güney Kore’nin de 1997’ de yaptığı gibi Çin, ekonomisini normalleştirdi. Tüm büyük açılımlar zirveye ulaştı ve ekonomik faaliyetler  değişti.

Önümüzdeki 10 yıl için Çin’in problemi bu değişimin siyasi ve sosyal sonuçlarıdır. Sahil bölgelerinde yüksek büyüme oranları kaydettiler ve de  Avrupa ve Amerikalı tüketicilerle yakın bağlar inşa ettiler. Bu alanlarda gerileme yaşandıkça siyasi ve politik meydan okumalar ortaya çıkıyor. Aynı zamanda-daha şehirleşmiş Yangtze Nehri deltası hariç-iç kesimlerde de sahil  şehirleri  kadar  hızlı  büyüyeceği  beklentisi boşa  çıkacak. Önümüzdeki  yılların  asıl meselesi bu sorunlara çözüm üretmek olacak. Pekin’in yükselen diktatörce eğilimleri ve ülkenin tamamı üzerinde güç iddialarının tezahürü olan yolsuzluk karşıtı kampanyaları, Çin’in önümüzdeki senelerde neler yaşayacağı hakkında bilgi  veriyor.

Çin, siyasi  ve  ekonomik  güçlerini  merkezileştirecek, askeriye  karşısında Parti’nin üstünlüğünü öne çıkaracak ve bankacılık sektörüyle kamu iktisadi teşebbüslerinde gerçekleştirilen  pazar odaklı  reformlar  sonucu  bölünen kömür ve  çelik  endüstrisini güçlendirmek  için  hibrit (karışık) bir  yol izleyecek. Büyük  ihtimalle  diktatör  bir  devlet  daha makul ekonomik beklentiler içerisinde olacaktır. Fakat siyasi huzursuzluğa sebep olacak Pekin’in sermayeyi içeriye transfer etme politikasına karşı kıyı isyanı ve beraberindeki siyasi çıkarlar düşük bir ihtimalde olsa gerçekleşebilecek sonuçlardır. Bu Çin’de bilmediğimiz bir örnek değil ve izlenen  bir yol  olarak görmememize rağmen, aklımızda tutulmalı. Komünist diktatörlüğün  kabul  ettirilmesi, yüksek  derecede  ekonomik  ve  siyasi  merkezileşme  ve milliyetçiliğin artması bizim öngörümüzdür. Çin milliyetçiliği aktif saldırganlığa kolay kolay dönmez. Çin’in coğrafyası bu tür eylemleri imkansız olmasa bile oldukça zorlaştırıyor. Bunun  tek  istisnası -eğer biz haklı çıkarsak ve Rusya bölünürse- Rusya’nın denizcilik çıkarlarını  kontrol  altında  almak olabilir.

Japonya muhtemelen Çin’e meydan  okuyacak. Çin çok sayıda  gemi  inşa  ediyor  ama  deniz savaşlarıyla ilgili çok az tecrübeye sahip. Amerika  gibi  deneyimli  deniz kuvvetlerine  sahip ülkelere meydan okuyabilmek için daha deneyimli filo komutanlarına ihtiyacı var. Japonya çok daha büyük donanmalar inşa edebilecek imkanlara sahip ve ayrıca daha dikkate değer denizcilik gelenekleri  var.  Buna  ilaveten,  Japonya  Güneydoğu  Asya  ve  İran Körfezi’nden  ham  madde  ithaline  ciddi  ölçüde  bağımlıdır. Şuan  bu  girişin garantisi Amerika’nın  ellerindedir.



Fakat,  Amerika’nın  ithalata  bağımlı  olmadığı  ve Amerika’nın yabancı  girişimlere  müdahalede  çok  daha  ihtiyatlı  olacağını  öngörümüz  göz  önünde bulundurulduğunda Amerika’nın  güvenilirliği  de  tartışılır. Bu  sebeplerdendir  ki  Japonlar donanma güçlerini önümüzdeki yıllarda arttıracaklar. Düşük maliyette ve kazançsız enerji üreten küçük adacıklarla uğraşmak bölgenin öncelikli meselesi olmayacak.

Daha ziyade, üç kişilik bir oyun  ortaya çıkacak: Gerileyen  güç Rusya deniz  bölgeleriyle  ilgili  menfaatlerini  koruma  yeteneğini  sürekli  kaybedecek.  Japonlar  ve Çinlilerde bu yerleri birbirlerinin almasını engelleyip, kendileri almaya çalışacaklar.  Rusya düşüşe geçerken, Çin-Japon  rekabeti  de  artacak. Bu  durumun  bölgedeki  çözümlenemeyen mesele olmasını öngörüyoruz. Çin sonrası üretim merkezleri uluslararası Kapitalizm riskli işlere yatırılan sermayelerin büyük getirileri olması için düşük-ücretli, yüksek  oranda  büyüyen  bölgelere  ihtiyaç  duyar. 1880’lerdeki Amerika  buna bir örnektir. Çin de Japonya’nın yerine geçen en son örnektir. Tek başına bir ülke Çin’in yerini alamaz. Giriş seviyesi üretimin kaydığı toplam nüfusu  yaklaşık 1.15 milyar olan  16 ülkeden bahsetmiştik.

ÇİN SONRASI YÜKSELEN EKONOMİLER

Bu  ülkeleri  tanımlayabilmek  için  3  sektöre baktık. Birincisi özellikle palto astarı gibi düşük kaliteli  giyim  eşyaları  üretimiydi.  İkincisi  ayakkabı  üretimiydi.  Üçüncüsü  cep  telefonu montajlamaydı. Bu endüstriler düşük sermaye gerektiren yatırımlardır ve üreticiler düşük ücretlerden yararlanmak için üretim  tesisini nerde düşük maliyet varsa oraya taşır. Bu tür endüstriler, Japonya’daki  ucuz oyuncaklar gibi, düşük ücretli ürünlerin çok talep edilen ürünlere dönüştüren  üretim  sektörüne  temel  oluşturdular. Yeni  düşük-ücretli sektörler kurulmaya  başlandığında işgücünde kadınların sayısı arttı. Küresel ölçekte ücretler düşüktü ama yerel ölçekte çok cazipti.

Çin’in 1970’lerin sonlarına doğru yükselişi gibi, bu ülkeler endüstriyel firmaların kaçındığı siyasi  istikrarsızlıktan,  hukukun  üstünlüğündeki güvensizlikten,  zayıf  altyapı  gibi  tüm risklere sahiptirler. Haritada bu ülkelerin Hint Okyanusu Havzasında yoğunlaştığını görüyoruz. Diğer bir bakışla bunlar Asya, Doğu Afrika ve Latin Amerika’daki daha az gelişmiş ülkelerdir. Önümüzdeki 10 yıl için öngörümüze göre bazı ülkeleri tam net değil ama bu ülkelerin çoğu, Çin’in 1980’lerde aldığı rolü toplu olarak üstlenecekler. Bu demek oluyor ki bu 10 yılın sonunda, bu ülkeler daha  geniş  bir  ürün  yelpazesiyle  yoğun  bir  büyüme  sürecine  girebilirler. Ekonomisi  hem düşük kalitede üretim  yapan hem  de  mali-rekabet ortamında daha  yüksek kalitede sanayi potansiyeli olan Meksika kuzey komşusunun yatırımından ve önemli  tüketim  seviyesinden ciddi ölçüde fayda sağlar.

Amerika Birleşik Devletleri  dünya  ekonomisinin  %22’sinden fazlasını  üretmeye  devam ediyor. Okyanuslara hakim olmayı ve kıtalararası tek askeri güce sahip olmayı da sürdürüyor. 1880’den  beri  ekonomisinde  ve  gücünde kesintisiz bir artış söz konusu. Geriye  dönüp bakıldığında Büyük Buhran  bile Amerika  için çok  küçük bir  aksama  gibi  görünüyor. Bu gücün genişlemesi  uluslararası  sistemin  merkezindedir  ve  bunun  kesintisiz  olarak  devam edeceğini öngörüyoruz.

Amerika’nın en büyük avantajı kendini tecrit edebilmesi. Gayri safi yurt içi hasılanın sadece %9’unu ihraç ediyor ve bunun yaklaşık  %40’ı Kanada ve Meksika’ya gidiyor. Gayri safi yurt içi hasılanın sadece %5’i küresel tüketimdeki belirsizliklerden etkilenir. Bu  yüzden Avrupa, Rusya  ve  Çin  deki belirsizliklerin artması yüzünden, Amerika ihracatının yarısını kaybetse bile -ki bu çok yüksek bir miktar- çözülemeyecek bir sorun olmayacaktır. Amerika  ithalat  sınırlamalarından  çok  fazla  etkilenmez.1973’de Arap  petrolü  ambargosu  Amerikan  ekonomisini  ağır  bir  şekilde  aksaklıklara  yol  açtı  ama Amerika bu  durumdan önemli  bir enerji  üreticisi  olarak  çıktı. Amerika,  Kuzey  Amerika  Serbest  Ticaret  Bölgesi (NAFTA) dışındaki ülkelerden bazı madenler ithal etmek zorunda olsa da, sanayi ürünlerini ithal etmeyi  tercih  etse de,  bu  madenler olmadan  da  kolayca    yoluna  devam  edebilir. Çin’de ve diğer yerlerde maliyetin artmasına karşın Amerika ve Meksika’da  endüstriyel  üretimdeki artış göz önünde bulundurulduğunda bu durumun doğruluğu görülecektir. Amerika küresel krizden de fayda sağlar. Amerika küresel sermaye  için  bir sığınaktır  ve  sermayenin kaçışı  Çin, Avrupa ve Rusya’yı etkilemiştir, paranın Amerika’ya geçmesi faiz oranlarını düşürür ve hisse senetleri piyasasını canlandırır.

Bu yüzden Avrupa’da Bankacılık krizleri  ortaya  çıkar,  Avrupa’nın  finansal  krizinden  sonra  on  seneye  bakılınca  durumlar yeterince iyi olmadığı görülüyor ve sermaye akışları bu açığı dengeliyor. Avrupa da çıkan bankacılık  krizinden  etkilenmiş  olsa  da  bu  etki  10  sene  önce  yaşanabilecekleri düşünüldüğünde çok daha sınırlı kaldı.

Çünkü bu sermaye akışı bu etkiyi dengeliyor. Çin’in  parasını  Amerika  piyasalarından  geri  çekmesi sürekli  olan  bir  korkudur. Çin’in büyümesi yavaşlasa ve iç yatırımlar artsa da yavaş yavaş  gerçekleşecek. Fakat ani bir geri çekme  mümkün  değil.  Yatırım  yapacak  hiçbir  yeri  yok.  Elbetteki  önümüzdeki  10  yıl Amerika’nın büyüyen ekonomisinde ve piyasalarında dalgalanmalar görecek. Ama Amerika uluslararası sistemin istikrarlı kalbi olarak kalır.

Aynı zamanda Amerikalılar yönetiminde bir çok zorlukla karşılaştıkları bu sisteme artık daha az bağımlılar,  özellikle   de   pasifize   etmekte. Önümüzdeki  10  yılda  Amerika  siyasi sorumlulukları almakta ve hatta askeri müdahalelerde çok daha dikkatli olacak. Geçen yüzyıl boyunca Amerika Rusya ve Almanya arasında olabilecek bir anlaşma ya da birinin diğerini işgali sonrası Avrupa da ortaya çıkabilecek bir hegemonyadan endişe duydu. Bu  kombinasyon,  Amerikan  çıkarlarını  tehdit  eden Alman  sermayesi,  teknolojisi,  Rus kaynakları ve işgücü arasında diğerlerine göre daha fazla güç toplatabilir.



Bunlardan dolayı, Amerika  I. Dünya  Savaşı, II. Dünya  Savaşı  ve  Soğuk  Savaşta  bunların  önlenmesinde  etkiliydi. Dünya savaşlarına Amerika geç dahil oldu. Diğer ülkelere göre daha az kayıplar vermesine rağmen  daha  fazla  sıkıntı  çekti. Soğuk  savaşta  Amerika,  en  azından  Avrupa’da erken müdahale  etti  ve  herhangi bir  zorluk çekmedi. Buna dayalı olarak Amerika  adeta otomatik gelişen  temel  bir  politikaya  sahiptir:  potansiyel  görünen  Avrupa’ya egemenliği  oluşursa, Amerika, müttefikler kurarak, öncelikli olarak yeterli gücü savunma  pozisyonlarına yönlendirerek, tıpkı soğuk savaşta yaptığı gibi erken davranacak.

Bunun aynısını şimdi Rusya yaşıyor. Rusya’nı düşüşünü öngörmemizle birlikte, özellikle de ekonomik  olarak  zor  durumda  olduğundan kısa  vadede  Rusya  tehlike  oluşturuyor. Buna ilaveten  her ne kadar öngörsek de  Amerika Rusya’nın zayıflayacağından emin olamaz ve doğrusu Rusya eğer başarılı bir genişlemeci  politika (siyası, ekonomik ya da askeri alanda) başlatırsa, zayıflamayabilir. Bu yüzden, Amerika kendi zorunluluklarına göre  tedbir  alacak. Baltıklardan  Bulgaristan’a  kadar birçok  milleti  kuşatan NATO  dışında  bir  ittifak  ağı kurmaya çalışacak. Müttefiklerinin içine Türkiye’yi de alacak, ittifakı Azerbaycan’a kadar genişletmeye çalışacak. Tehditlerin büyüklüğüne göre bu ülkelere askeri güç konuşlandıracak. Önümüzdeki  10 yılın başlarında bu öncelikli odak olacak. İkincisi, Washington Rusya’nın gerilemesinin nükleer  bir  felaketle  sonuçlanmamasını  garantiye  almaya  yoğunlaşacak.

Amerika Avrupa’nın sorunlarını çözmeye çok müdahil olmayacak, Çin’le savaşmayacak ve Orta  Doğu’ya müdahalesi   minimal   düzeyde olacak.   Küresel   olarak   terörle   mücadele operasyonları  yönetecek  fakat bu operasyonlar tam bilgiyle,  en iyi şekilde yapılacak  ama kısmen etkili olacak.

Amerikalıların yeni  bir  problemi  ortaya çıkacak. Amerika  önemli  ekonomik  ve sosyal sorunlarla  süren 50 yıllık bir döngüye sahip. Birinci döngü 1932’de Franklin Roosevelt’le başladı ve Jimmy Carter’ın başkanlığıyla sona erdi. Boş fabrikaların yeniden ürün üretmesi  ihtiyacıyla  başladı  ve  aşırı  tüketimin  çokluğu, yatırım eksiklikleri ve çift haneli enflasyon ve işsizlikle son buldu.

Ronald Reagan’ın başkanlığı odaklarını büyük şehir sanayi işçilerinden küçük şehirlerdeki uzmanlık ve girişimciliğe doğru değiştirerek ve vergi hukukunda değişiklik yaparak Amerikan sanayisini yeniden yapılanmaya götürdü. Bu döngünün bitmesine yaklaşık 15 yıl var ve önümüzdeki 10 yılın ikinci yarısında bir sonraki kriz kendini hissettirecek. Şimdiden görülmeye başladı bile. Bu bir orta sınıf krizi. Sorun eşitsizlikle ilgili değil, mesele orta sınıfın bir orta sınıf hayatı yaşayıp yaşayamaması.

Şu günlerde orta halli bir ailenin geliri Amerika’da yaklaşık 50.000$. Yaşadığın eyalete göre bu aslında 40.000$. Bu orta kesimin mütevazi  bir ev alabilmesine  ve metropollerde şehir merkezinin dışında sade bir şekilde yaşayabilmesine olanak sağlıyor. Toplumun  %25’ini oluşturan düşük gelirliler için böyle bir hayat hemen hemen imkansız. Bunun  2  sebebi  var. Tek ebeveynli evlerin artması bunlardan biri. İki ev sahibi olmak iki kat daha masraflı. Diğer sorun da çok ihtiyaç duyulan Amerikan şirketlerinin yeniden yapılandırılması ve üretkenliğin arttırılmasını sağlayan teşvikler aynı zamanda orta sınıfın gelir düzeyini ve iş güvenliğini sınırlandırdı.

Henüz siyasi bir kriz değil ama önümüzdeki 10 yılın sonlarında krize dönüşecek. Fakat 2028 ve  2032  seçimlerine kadar soruna  çare  bulunamayacak. Bu  normal  bir  döngü ama  yine  de sıkıntı veriyor. Bu bağlamda en iyi dönemlerde bile  sıkıntısız  bir  10  yıl  geçmemiştir.  Önümüzde yaşayacağımızı öngördüğümüz  krizler ne  geçen  yüzyıllarda  yaşadıklarımızdan  ne  de  gelecekte göreceklerimizden daha kötü değildir.

Bir düşünce de şuan yaşadığımız acı yaşadığımız en olağanüstü olanıdır. Bu tek kelimeyle narsisizmdir. Şuan sahip olduklarımız tahminimizden de önce değişecektir. Bugün çektiklerimiz insanoğlunun her zaman çektiği acılardandır. Bu bir teselli değil, ama realitedir, bu bağlamda, bu 10 yıllık öngörüler okunmalıdır.

 

TÜRKLERİN YAYILMASI (Stratford Yıllık Tahmin - 2016)

2016 Türkiye’nin uzun zamandır talip olduğu bölgesel liderlik yılı olacak. 2015’in iç siyasetteki tehlikeleri artık sona  erdi, Türkiye Kürtlerin yayılmasını kontrol altında tutmaya çalışırken, büyük olasılıkla ordusuna Suriye’nin kuzeyine doğru girmesi için yetki verecek. Irak’taki varlığını arttıracak ve DAEŞ ile yüzleşecek. Amerika’yla bir açmazın içinde  kalmış  Rusya  için  Türkiye’nin  artan  cüretisorun  teşkil  ediyor  ve Türkiye’nin Batı’ya yaklaşması da Onun için endişe verici olacak. Avrasya’da eski jeopolitik gerçeklerin yeniden su yüzüne çıkması ve  ürün fiyatlarındaki  ani düşüşüyle, 2016 yılı dünyanın bir çok kesimi için sıkıntı oluşturuyor.

Asya ve Avrupa arasında köprü olan ülkeyle başlamak mantıklı olacak: Bu ülke Türkiye. Bu yıl Türkiye’nin geçtiğimiz yıla nazaran siyasi olarak daha tutarlı  ama gergin olacağı bir yıl. Büyük  ihtimalle,  kuzey  Irak’taki  tabanını arttırmaya  çalışırken,  kuzey  Suriye’ye  askeri girişimlerde  bulunacağı  bir  yıl. Türkiye  sadece  DAEŞ  ile karşı  karşıya  kalmayacak, aynı zamanda Kürt yayılımını  da kontrol altında tutacak, eski rakipleri Rusya ve İran’la  karşı karşıya gelmesi riskleri arttıracak.

Rusya’nın  en  son  isteği  Karadeniz  ve  Akdeniz’den    geçiş anahtarı  olan  Türkiye  ile  bir çatışma  yaşamaktır  ama  bu  çatışma  kaçınılamaz. Rusya  bu  yıl  Suriye  savaş  bölgesine müdahalelerini  arttırarak, kendi  sınırlarını  zorlamakla  karşı  karşıya  kalacak. Fakat  Suriye’deki DAEŞ Moskova odağının sadece  bir parçası  olacak; Rusya Batı’nın eski Sovyet bölgesinde olan baskısını yavaşlatmak için Amerika’ya uzlaşmaya çekmeye çalışacak. Amerika  taktik meselelerde anlaşma yanlısı olacak, Amerika terörle mücadelede işbirliğini daha kapsamlı stratejik tartışmaya bağlayarak amaçladığı kozu  elde  etmesini  engelleyecek. Amerikan  yönetimi  Rusya  ile  ön  cephelerde  olan  Avrupalı  müttefikleri desteklemek  için çalışacak.  Buna  katılanların  ikincil  amaçlarını  bir  kenara  bırakırsak,  DAEŞ’a  karşı  yoğun  askeri operasyonlar bu örgütün çekirdek yapısına kesinlikle  zarar verecektir. Fakat, buna rağmen, henüz  yeni  ilan  edilen hilafet  yönetimi  bu  yıl  içinde  yok  olmayacak.

Güvenilir  kara kuvvetlerinin  eksikliği  DAEŞ  karşıtı  operasyonları aksatacak. Ne  kadar çok DAEŞ’ın konvansiyonel  kapasitesi zayıflarsa, bu örgüt ve kendine bağlı gruplar önemlerini korumak için Orta  Doğu’nun  dışında  terörist  saldırılar  düzenlemeye çalışacaktır. Bu  böylece  Arap Yarımadasında,  Mağrip’de, Batı  Afrika  ve  Güney  Asya’daki El  Kaide fraksiyonları bu durumun gerisinde kalmamaya çalıştıkça, cihat bölgesinde rekabete neden olacak. Bu  cihat  tehdidi  Batı’daki İslamafobi’yi  körükleyecek ve  Avrupa’nın dağılmasını hızlandıracak. Sınır kontrolleri ve ulusal kimliği koruma çağrıları kişilerin serbest dolaşımını sağlayan AB ilkesinin etkisini azaltacak. Kapalı sınırlar zaten etnik ve  dini  gerginliklerle  dolu Batı Balkanlardaki göçmenler için darboğaz oluşturacak.

Fakat  2016’in Avrupa’sının esas hikayesi iki temel direği olan  Fransa  ve  Almanya’nın merkezinde  olacak.  Her  ikisi  de 2017 seçimleri için hazırlanıyor olacaklar ve her ikisi de Avrupa Birliğine kuşkuyla bakan  ve daha milli eğilimlerde olacaklar. Zamanla Almanya bu konuda çok daha açık sözlü ve AB ile entegrasyon konularında uzlaşma da daha az istekli olacak. Parasal  genişlememenin devam  etmesi  ve petrol fiyatlarının  bu  yıl  da düşük  seyretmesi küresel  emtia  piyasalarının  hala  sıkıntı  yaşadıkları  bir dönemde  Avrupa’nın  daha  derin sorunlarına palyatif bir etkisi olacak. Yılın ilk yarısında  İran petrolünün pazara dahil olması Amerika üretimindeki düşüşü dengeleyecek. Suudi Arabistan petrol üretiminde sonraları bir değişiklik olabilir, önce Riyad İran’ın dönüşünü  ve Amerikan şeyl (kaya petrolü)  üretiminin fiyatlara  etkisini  değerlendirecek. Ancak bu değerlendirmeden  sonra Riyad, Kuveyt  ve Birleşik Arap Emirliklerinin üretimindeki düşüşü yönetmeye teşebbüs edebilir.

İran’ın etkisi ne olursa olsun, Suudi Arabistan düşük petrol fiyatlarıyla başa çıkabilmek için daha fazla borç almaya ve kendi rezervlerini kullanmaya hazır olacak. Çin  emtia fiyatlarında  da  bir  rahatlama  sağlamayacak. Parti  elitlerinin arasındaki  artan uyuşmazlığın karşısında reformları uygulamak için Pekin  mücadele  edecek  ama tüketimin artışı hız kesecek. Pekin parti bölünmeleri tehdidiyle karşı karşıya olmasına rağmen, bölgede daha  güçlü  bir  Amerika’nın askeri varlığını  dengelemek    için    Güney  Asya  ülkelerine teşvikler verebilecek  ekonomik güce sahip olacak.

Kuru etkileyen düşük emtia fiyatları ve yükselen Amerikan faiz  oranları yüzünden Latin Amerika’yı yine zor bir yıl bekliyor. Brezilya Başkanı Dilma Rousseff’un görevden alınma riski  devam  edecek  ve bu durum  kısa vadede Brezilya’daki yatırım ortamı daha da kötü olacak. Arjantin yeni, reform yanlısı bir başkana sahip olabilir ama onun yüksek enflasyonla ve döviz açığıyla mücadelesi, borçları ödemek için  hamleleri ve korumacı önlemleri arttırma çabalarını yetersiz kılacak. Venezuela da Chavez akımı artık sona yaklaştı. Güç durumdaki Birleşik  Sosyalist  Venezuela  Partisi sonunda  artan  ekonomik  ve  siyasi  baskı  altında parçalanacak ve ülke bu yıl dış borcunu ödeyememe riskiyle karşı karşıya kalacak.

2016 yılını tanımlayacak olan olaylar dünya genelinde endişeye yol açacak türden. Artan çatışmalar daha keskin bir hal aldıkça 2017 daha fırtınalı olacak. Akılda  tutulması gereken esas şey bütün bu eğilimlerin  birbirine bağlı olduğudur. Amerika-Rus açmazı, Avrupa’daki yükselen  milliyetçilik, Türkiye’nin  yeniden doğması ve diğer jeopolitik akımlar birbiriyle ilintili  olacak ve bir diğerini besleyecek. 2016’daki büyük resimden gözlerimizi ayırmayın, çünkü 2017 çok daha karışık gelişmelere gebedir.

https://www.stratfor.com/forecast/annual-forecast-2016

Türkçeye çeviren: S.C & NR

SOLİTİRAZ.COM

Facebook'ta Sol İtiraz