Depremde ölüm kader değil kederdir aymazlığa / Ünsal Çankaya
İlk kez uzunca 2013 yılı on altı ağustos gecesi başladım deprem hakkında yazmaya.
Ondan öncesi de var tabi. Şiire sığmaz hiçbir acı, yaşananlara tanıklığım ve kahrım sığdığı kadar.
Depremde ölüm kader değil kederdir aymazlığa dedim ilk uzun yazının başlığına. Kader deyip geçenlere sitem dolu bir cümleydi… Anlayan olursa tabi, okuyup buralarda.
O yıl Malezya'da da peş peşe iki deprem oldu. 6.5 ve 5.6. büyüklüklerde… Mal ve can kaybı yok.
Japonya’dakileri ise ne büyüklükte olursa olsun afet saymıyorum bile!
Yirmi yıl önce uyuyan ve sabaha, saat 03.02 de 7.2 şiddetinde depremle uyanarak yıkılan Marmara'da, sonrasında Düzce'de, sonrasında Kütahya'da, sonrasında Van'da ….
En son bu yaz Denizli’de defalarca yıkıldı insanlar ve her defasında ölçüsüz mal kaybı dışında insan ve havyan olarak binleri bile otuzlar- kırklarla ifade edilecek can kayıpları yaşandı.
O yıl sadece birkaç gün önce başka bir yerdeydim -iki gün sonra göreve çağrılmıştı tüm hakimler-döndük tatil için dağıldığımız yerlerden ve orada bile o saatte uyanıp -delice sallantıyı- hissettiğimiz depremde ölenlerin kimlik saptamalarını, maddi hasarların mahkeme eliyle saptanması işlemlerini yaptık günlerce.
Geçtiğimiz kentlerde, kasabalarda, köylerde yıkılmadık yer kalmamıştı -enkazın tozu dumanı yetmiyordu, kokmuştu enkazdan henüz çıkarılamayan cesetler de.
Hiç burnumdan gitmiyor o koku... Yanıyor genzim düşünsem bile. Bu nedenle her yıl hiç uyumadan bekliyorum sabahı. Hiçbir şey değişmedi çünkü. Yine sahte zemin etütleri düzenleyebiliyor teknisyenler, yine günü kurtarmaya bakıyor denetmenler.
Kâğıt üzerinde görüntüyse mükemmel. Yeni yönetmelikler çıktı depreme karşı.
İnsanlar uysun diye değil, depremler duysun diye sanki.
Budalalık diz boyu. Doğa affetmiyor kendisine yapılanı. Doğallığından kuralsız çalınanı.
Bedelini çalıp çırpanlar ödemiyor. Bizler ödüyoruz. Bizim yakından tanıdıklarımız.
Günü kurtaran, sahteciliklere prim veren, nemalanan yurttaşlarla kamu çalışanları da yine bizim tanıdıklarımız.
Utanmak gerek.
Diğerinin yüzüne nasıl bakacağını değil; kendi çocuğunun yüzüne nasıl bakacağını düşünmek gerek. Ama inanın utanmıyorlar bugün üç kuruş ödeyip -denetlenmiş ve düzgün iş yaptırması gerekirken yerine "beleş” aldığı ruhsata sevinen yurttaşlar. İnanın utanmıyorlar o aymaz bürokratlar, bedeli namusluca ödense bile bir saatlik emekle doğrusu düzenlenecek ruhsatı masa başında imzalarken, ödenen o bedeli cebine indirmese de.
Hepten al gülüm ver gülüm sahtelikleri ise kim göre -kim duya?
Ancak bir deprem ayırıyor işte o zaman yapılan doğru işi. Ama ölenler arasında ayrım yapma gücü yok ki doğanın... DASK parasını kim bilir nereye harcadılar, toplanan deprem yardımlarını kim bilir hangi yandaşa hortumlayıp abat ettiler... Tüm ülkeyi on kez abat edebileceklerken.
Oysa ülkemde yine her yıl bu gece saat 03.02’yi bekleyen kaygılı insanlar var.
Çok daha ağırlarının da yaşanacağını bilen ve hiç bir önlemin de ciddiyetle alınmadığını, takip edilmediğini bildiği için yüreğinde hep endişe olan milyonlar var.
Kimisi de uyutuluyor; "Her şey Allahtan -kaderimizde varsa olur!" safsatasıyla.
Uyanın!
Tanrı size aklı başkasına teslim edin-biat edin diye vermedi.
Uyanın!
Sağlam bina kurmak için insanlığını yitirmeyen sorumlular, bize bir şey olmaz demeyen ve hiç bir şeyi göstermelik yapmayan kuralına uyan yurttaşlar gerek artık. Öyle olmak da zor değil, biliyorum, inanın!
Unutmayın; fay hatları şehir imar planlarında iki metre öteye çizilince kendiliklerinden öteye gitmez orda oluşacak depremler...
Konutları siyasi rant uğruna haritada kaydırsan da yerinde duran faylar üzerine diktirenler girmiyor toprak yarıldığında.
Oylarının üzerinden günü kurtaran aynı yurttaşlar seçiyor o aymazları, ama yarını kurtarmayı bilmedikleri için toprak onları yutuyor masumlarla beraber.
Uyanın!
Uyanık kalın!
Deprem çantalarınız henüz gereksiz değil!
Bitmedi ki bu ülkede aymazlık, uyumayın!
Yeter artık uyanın!
Tabi ki ben söyledim, haykırdım diye çözülmedi, hemen de çözülmüyor sorunlar.
Öyleyse her yıl unutmadan...
Uyumadan...
Uyutmadan...
Usanmadan...
Uyan diyeceğiz, uyan!
Uyan ki depremden değil bilgisizlikten kork!
Bu gece de saat 03.02 olduğunda, yirmi yıl önce, aynı saatte dehşetle ne olduğunu anlamaya çalışanlara, hiçbir şey anlayamadan toprağa -denize gömülenlere rahmet dileyeceğiz içten.
Arkasından içi yananlara, yapayalnız kalanlara biz buradayız diyeceğiz, yalnız değilsiniz!
Ama siz de artık uyanın, hepiniz, ama hepiniz!
Deprem değil ki öldüren; bilgisizlik, cahillik, önlem nedir bilmezlik, gamsızlık, açgözlülüktür.
Tüm sevdiklerimizi öldüren talancılık, yalancılık, hırsızlık; arsızlık; plansızlık.
Uyanın!
Geçit vermeyin artık!
Yine uyumadan hazırlanıyorum gecenin karanlığını yırtacak ışıkları beklemeye.
Acılarını hiç unutmayanlara bir gönül desteğine...
Yine!
Çünkü değişen bir şey yok...
Kentsel dönüşüm furyasında rant kazanımları yaşayan ve yaşatan siyasilerle yürüyor işler.
Biliyoruz ki aynı siyasiler aynı kazanım için de geçmişte imarı -yapılaşmak gereken şehir alanını- fay hattından uzağa açmak yerine fay hattının yerini harita üzerinde kaydırmak için görevini kötüye kullanmıştı çünkü meclis kararı ile. Hukuk ülkesi olsak istifa yetmez, ceza ve tazmin sorumlulukları olurdu ve hemen yakalarına yapışılırdı ya...
Değişen bir şey yok işte...
Çünkü o yerdeki o büyük yıkımda sorumluların bu görevi kötüye kullanımı yüzünden göçen binalar, o göçüklerde ölenlerin can ve mallarının bir nebze bile hesabı sorulmadı geçmişte.
Hep kurtulacaklarını bilen bu hukuk tanımazlara kendi canını oy ile emanet eden aymazlara da diyeceğim yok artık, çünkü şair söylemişti onu da yıllar önce...
"Kabahatin çoğu sende!"
Uyan artık!
Bir gün uyuma ve düşün bu kez.
Seni dinini, milli hislerini sömürerek uyutan ve hep kandıranları tanı ve kanma bir kere.
Bu aralar ülkenin her gününde boğazımızda yumru.
Dün hukuk katledilirken de önceki gün ülke kan gölüyken de bugün yine ve aniden kan göllenmeye devam ederken de... Ülkenin dört bir yanında ormanlar kasten yakılırken de… Dere yataklarına imar izni verilip, sellerde canlar yiterken de…
Timsahlar gibi gözyaşı döken birileri var, insanımızın kanı üzerinden, kazanımları ile geviş getirirken.
Onları görüp, bu kez yakalamak gerek, hiç olmazsa bir kez kazanmak gerek.
Çünkü kana ve cana doymuyor o soysuz yarasalar.
Bizimse boğazımızda hep yumru!
Tıkanıp kalıyoruz.
Öyle.
O kadar öyle ki... Öyle işte!
Sel, yangın niçin aynı yerde değil, yoksa sel söndürürdü yangını diye tuhaf düşünceler geçiyor içimden.
Oysa bunlar göz göre göre gelen felaketler.
Önlemsiz yaşamayı kader sayan zihniyetlerin idaresinde...
Deprem de öyle... Her yerde...
Hangi çağdayız ki halen kerpiç evlerde yaşıyor bu insanlar?
Yazdım şiirini, yayınlanmıştı, bu yaz, o şiirden bile kaç yıl sonra yıkılan her yapı kerpiçti Çardak ilçesinde.
Ama kader değil ölüm!
Neden olanları bilimi, eğitimi çok gören eller. Yine onlar hükmediyor kader denen illete!
Depremlerin her zaman en kuralsız toplumlarda zararı mal ve can açısından yıkımdır.
Kuralları esnetmeyen, yok saymayan, bir kez olsun delmeyi düşünmeyen ve hep daha güvenlikli olacak şekilde güncelleyen ülkelerde ise depremlerle -doğa ile- uyumlu yaşayabilir insanlar...
Ne zaman öyle olacağız biz?
Uyanın!
Kederimiz silinip gitsin diye!
Ünsal Çankaya
SOLİTİRAZ.COM