Devrimin 39. yılında İran siyasetinin açmazları
Humeyni’nin 1964’te Bursa’da başlayıp Paris Neauphle-le-Château’da biten on beş yıllık sürgün hayatının ardından 1 Şubat 1979’da Tahran’a dönmesiyle gerçekleşen ve modern zamanların en geniş katılımlı halk ayaklanmalarından birisi olan İran İslam Devrimi 39 yılı geride bırakmış durumda. Bu münasebetle gerek ülke içinde gerekse de uluslararası basında devrimin olumlu ve olumsuz noktalarını tartışan çok sayıda değerlendirme göze çarpıyor.
Özellikle ülke içinde rejim yanlıları ulusal bağımsızlık üzerinden İran’ın devrimle birlikte dış politikada ‘daha güçlü ve onurlu’ bir ülke haline geldiğini savunurken, muhalifler ise çoğunlukla kaybedilen bireysel ve toplumsal özgürlükler ile kötüleşen ekonomik koşullara vurguda bulunmayı ve çeşitli kriterler üzerinden mevcut durumu Şah dönemi ile kıyaslamayı tercih ediyorlar.
Temel olarak bugün gelinen noktada İran Devriminin bir 'başarı hikayesi’ olmadığı ortadadır. Gerek Şah’a karşı muhalefetin temel unsurlarından olan ekonomik adaletin tesis edilememesi hatta bunu sağlaması düşünülen devletçi ekonominin yolsuzluğu sistematik ve kronik bir hale getirmesi gerekse de devrimin mihver sloganı olan özgürlükler hususunda farklı nedenlerle ciddi biçimde kısıtlamaya gidilmesi, yine dış politikada devrimin ‘Ne Doğu ne Batı’ gibi idealist sloganlarının yerini ulus devletin pragmatik ve (Suriye krizi esnasında görüldüğü gibi) kendi değerleriyle dahi çatışan politikalarının alması 79 devriminin ilkesel bazda çoktan bittiğinin ispatı olarak görülebilir. Nitekim çeşitli yetkililer ve teorisyenler bu durumun farkında olduklarından alternatif meşruiyet temelleri oluşturmaya çalışmakta ve devrimin başında küçümsenen etnik ya da sekter milliyetçilikten medet ummaktalar.
TOPLUMSAL DÖNÜŞÜM
Aslında devrimin başından beri İran toplumunun siyasal tercihlerinin oldukça rasyonel ve öngörülebilir bir rota izlediği öne sürülebilir. İran halkı özellikle son otuz yıldır her fırsatta nasıl bir yönetim ve ülke modeli istediğini net biçimde ortaya koymuş, her seferinde ekonomik iyileşme, yolsuzluklarla mücadele ve dış dünya ile ılımlı ilişkiler kurmayı vaat eden adaylar cumhurbaşkanlığı seçimlerini farklı biçimde kazanmıştır. Bunun tek istisnası kabul edilebilecek ve sekiz yıllık görev süresi içinde içeride ve dışarıda birçok güç odağıyla çatışmayı seçen Ahmedinejad ise bir bakıma müesses nizamın ABD’nin Afganistan ve Irak işgallerine verdiği tepkiyle ortaya çıkan, suni, tabir caizse ‘GDO’lu bir figürdür. Zaten sosyolojinin doğal hareketine karşı girişilen toplum mühendisliğinin nasıl yıkıcı sonuçlar verdiğini 2009 yılındaki ayaklanmalar ya da sonrasında Ahmedinejad ile müesses nizam arasındaki şiddetli çatışma gözler önüne sermiş, tartışmalı ismin arkasındaki birçok güç odağı hızla kendisinden uzaklaşmıştır.
Bununla birlikte bu öngörülebilir sosyolojik davranış biçimi ülkenin siyasal yapısındaki ikilikle birleşince ortaya farklı bir manzara çıkmaktadır. Ülkedeki anayasal sistemin temelini oluşturan Velayet-i Fakih ilkesine göre devletin ezici gücü doğrudan Devrim Rehberinin elinde bulunmaktadır. Halkın doğrudan seçimiyle işbaşına gelmeyen ya da halk tarafından azledilemeyen bu din adamının söz konusu sosyolojiden endişe etmesi için bir sebebi yoktur. Aksine ülkedeki ana gidişattan memnun olmayan kesimlerin yanında saf tutabilir ve bu şekilde daha ideolojik grupların sözcülüğüne soyunarak politik dengelerde ayarlamalara gidebilir. Aslında Hamaney’in son 30 yıldır tam da bunu yaptığı söylenebilir.
Ahmed Tevekküli’den Muhsin Rızai’ye, Muhammed Bakır Kalibaf’tan İbrahim Reisi’ye kadar 1993 yılından beri cumhurbaşkanlığı seçimlerini kaybeden muhafazakâr politikacıların Hamaney’e bağlı kurumlarda üst düzey yönetici ya da danışman olmaları tesadüf değildir.
POLİTİKACILARIN AÇMAZI
Madalyonun diğer tarafında ise Hamaney kadar şanslı olmayan ve sürekli olarak halk karşısına çıkmak zorunda kalan devrimci siyasetçiler bulunuyor. Belirtilen yasal altyapı gereği cumhurbaşkanı ne kadar karizmatik ve başarılı olursa olsun Devrim Rehberi ve etrafında şekillenen müesses nizam karşısında fazla bir şansı bulunmamaktadır. Mesela Hamaney’in şu anda bulunduğu koltuğa oturmasında büyük katkıları bulunan, devrimci geçmişi ve Humeyni’ye yakınlığı açısından Hamaney’den daha kıdemli bir din adamı ve siyasetçi olmasına rağmen Humeyni’nin ölümünden sonra belki de stratejik bir hata yaparak cumhurbaşkanlığını tercih eden Rafsancani’nin tecrübesi bu durumu ortaya koymaktadır. Rafsancani tüm bu geçmişine rağmen daha ikinci cumhurbaşkanlığı döneminden itibaren Hamaney ile ciddi anlaşmazlıklar yaşamaya başlamış, nitekim Ahmedinejad’ın ikinci dönem cumhurbaşkanı seçildiği şaibeli seçimlerle birlikte tamamen sistem dışına itilmiştir.
Dolayısıyla Rafsancani’den, Hatemi’ye, Ahmedinejad’dan Musevi ve Kerrubi’ye tüm eski üst düzey yetkililerin ‘saflık’la ‘hainlik’ arasında gidip gelmeleri ve bahsedilen örneklerde olduğu gibi tamamının ev hapsi, basın ya da yurt dışı yasağı gibi cezalara maruz kaldığı düşünüldüğünde mevcut Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin neden söz verdiği reform politikaları konusunda somut adım atmaktan çekindiği ortaya çıkar. Seleflerinin akıbetinden gerekli dersi çıkaran Ruhani özellikle ikinci dönem seçiminden sonra eylemlerinde ve söylemlerinde vites küçültmüştür ve yapısal değişiklikler konusunda sınırlı adımlar atmaktan dahi kaçınmaktadır. Bu davranışının da etkisiyle Ruhani’nin Hamaney sonrası devrim rehberliği koltuğuna oturmayı düşündüğü söylentileri yaygınlaşmaya başlamıştır.
Ancak bu noktada sistem açısından farklı bir sorun ortaya çıkmaktadır. Rejimin varlığının idamesi siyasi alandaki muhafazakâr-reformcu ikiliğinin sürmesine bağlı ve reformcu kanat gereğinden fazla sınırlandırıldığında ya da kural dışı faullerle sistem dışına itildiğinde 2009 olayları gibi büyük protestolar meydana gelebilmektedir. Reformcu siyasete biçilen ana rolün halkın tepkilerini yumuşatmak ve sistem dışı çözüm yollarına başvurmalarını engellemek olduğu düşünüldüğünde, ılımlı ya da reformcu siyasetçilerin başlarına geleceklerin korkusuyla söylem bazında bile otokontrole gitmeleri geçtiğimiz ayki sokak gösterilerinde görüldüğü üzere rejimin yanı sıra reformculara yönelik tepkileri de artırabilmektedir.
Bu bağlamda muhafazakâr kökenden gelmekle birlikte daha sonra şiddetli bir rejim karşıtına dönüşen ünlü yönetmen Muhsin Mahmelbaf’ın reformcu siyasetçi Mustafa Taczade’ye yazdığı mektuba atıfta bulunmakta fayda var. Reformcuların asli görevinin diktatörlüğü meşrulaştırmak ve ömrünü uzatmaktan ibaret olduğunu savunan Mahmelbaf, Taczade dahil birçok reformcu liderin son sokak olaylarına destek vermemesini ve ‘ülkenin Suriyeleşmesi’ uyarılarına tepki göstermiş ve Afganistan ve Irak gibi işgal edilse bile en azından İran’ın önemli bir bölümünün özgürleşeceğini ileri sürmüştür. Dolayısıyla reformcuların daha fazla kısıtlanması hatta Ruhani gibi reformcu kökten gelmeyen pragmatist ismin dahi ailesine yönelik yargı operasyonlarının da etkisiyle adım atamaz hale getirilmesi halkı ümitsizliğe sevk etmekte, uzun vadede sisteme fayda değil zarar vermektedir.
AHMEDİNEJAD VAKASI
Kısa süre görev yapan ve biri yurt dışına kaçan diğeri ise bombalı bir saldırıda hayatını kaybeden Benisadr ve Recai örnekleri dışarıda tutulursa İslam Cumhuriyetinin din adamı olmayan ilk cumhurbaşkanı, tartışmalı figür Ahmedinejad’ın politikaları elitler arasındaki çekişmeyi reformcularla muhafazakâr arasındaki geleneksel rekabetle açıklanamayacak boyutlara taşımıştır.
Başlangıçta ve aceleci bir şekilde Hamaney tarafından ‘gelmiş geçmiş en başarılı cumhurbaşkanı’ olarak lanse edilen Ahmedinejad iç politika dengelerinde önemli çatlakların oluşmasına sebebiyet vermiştir. Humeyni’nin ölümüyle birlikte şekillenmeye başlayan asker-din adamı koalisyonu hızla askerlerin lehine çevrilmiş ve Tahran Belediye Başkanlığı ya da Petrol Bakanlığı gibi ilgisiz sayılabilecek koltuklara bile asker kökenlilerin getirilmesi dinî ağırlıklı yönetimin gittikçe askeri renk almasına neden olmuştur. Nitekim son dönemde cumhurbaşkanlığı adayı olarak Devrim Muhafızları Ordusu Yurt Dışı Operasyonlar Birimi Kudüs Ordusu Komutanı Kasım Süleymani’nin adının geçmesi bu yirmi yıllık sürecin sonucu olarak görülebilir. Bununla birlikte Ahmedinejad’ın yol açtığı en önemli kriz çok sayıda asker kökenli ismin kabineye ya da önemli bürokratik görevlere getirilmesi ya da 2009 yılındaki geniş çaplı sokak gösterileri esnasında değil sonrasında Hamaney ile çatışmaya girmesi olmuştur.
Ahmedinejad’ın sistemin kırmızı çizgilerini aşması, Hamaney’i doğrudan eleştirilerinin muhatabı kılması son kırk yılda eşine rastlanmayan gelişmelerdir ve muhtemelen Hamaney sonrası senaryolarla da ilgilidir. Ahmedinejad’ın Laricani kardeşler üzerinden yalnızca yasama ve yargıyı değil onları desteklediği gerekçesiyle Hamaney'i de hedef alması, sıklıkla Hamaney’e yazdığı mektupları kamuyla paylaşması Ahmedinejad’ı ‘muhafazakâr bir rejim karşıtı’na çevirme ihtimalini taşımaktadır. Nitekim son sokak gösterileriyle ilgili olarak bazı DMO komutanlarının Ahmedinejad’ı suçlamaları bu isim eksenindeki tartışmaların süreceğini gösteriyor. Ahmedinejad’ı sistem açısından tehlikeli kılan husus reformcuların aksine şehirli orta sınıflara değil, dar gelirli ve kırsal kesimlere dayanması ve doğru ya da yanlış İran’da ‘yolsuzluklara en az bulaşmış siyasetçi’ algısına sahip olmasıdır. Ahmedinejad’ın sisteme nasıl böylesine sert eleştiriler yöneltebildiğiyle ilgili olarak bazı gözlemciler cumhurbaşkanlığı döneminde, özellikle İstihbarat Bakanlığını kendi üzerine aldığı esnada üst düzey yetkililere ve yakınlarına ait çok sayıda yolsuzluk bilgi ve belgelerini ele geçirerek yurt dışına kaçırdığını ve kendisine bir şey olması durumunda yayınlanacağını ileri sürüyorlar.
PROTESTOLAR VE MUHTEMEL SENARYOLAR
39 yılın sonunda devrimin halkın geniş kesimlerini şu veya bu sebepten dolayı ötekileştirdiği ve gelinen noktada toplumsal düzenin büyük ölçüde kendisine yaslandığı kapsamlı yasakların giderek anlamını kaybettiği görülmektedir. Mezhebî ve etnik azınlıkların büyük bir kısmının ya da reform talebinde bulunan şehirli kesimlerin sokağa çıkmakta isteksiz davranması 2017’nin aralık ayının sonunda Meşhed’de başlayan ve süratle diğer şehirlere yayılan toplumsal gösterilerin büyümeden bastırılabilmesine imkân vermiştir. Bununla birlikte sosyal ve ekonomik sorunların boyutları, siyasi elitler arasındaki tartışmaların ve karşılıklı suçlamaların şiddetlenmesi ve farklı halk kesimleri arasında yayılmaya başlayan ümitsizlik İran’daki toplumsal hareketliliğin kısa vadede sona ermeyebileceğinin işareti.
Nitekim kredi kuruluşlarının iflası gerekçe gösterilerek başlatılan protestoların ardından ‘Beyaz Çarşamba’ adlı zorunlu başörtüsü uygulamasına yönelik protestolar ya da Gonabadî dervişlerinin mürşitlerinin gözaltı kararına tepkileri, değişik kesimler tarafından farklı nedenlerle gösterilerin süreceğini göstermektedir. Trump yönetiminin bu dönemde İran’ı sınırlandırma ve sorunsallaştırma politikalarını önceleyeceği düşünüldüğünde İran’ı devrimin kırkıncı yılında zorlu bir geleceğin beklediğini söylemek mümkün.
[Bu yazı il kez AA sitesinde yayınlanmıştır. Dr. Hakkı Uygur, İran Araştırmaları Merkezi (İRAM) Başkan Yardımcısıdır]
SOLİTİRAZ.COM