Emperyalizmle işbirliği Türkiye solunu çürütüyor öldürüyor - II / İdeolojik Kültürel Gerekçeler
"
Önceki makalemizde emperyalist siyasanın etkisine kapılmış sol çevrelerin kendi tutumlarını haklı çıkarmada dayandıkları gerekçeleri kabaca iki başlık altında toplamıştık: pragmatik gerekçeler ve ideolojik-kültürel gerekçeler.
İlk makalemizin konusu pragmatik gerekçelerdi. Son makalemizde ise işbirliğini ideolojik-kültürel gerekçelere dayandıran çevreleri ele alacağız.
İlkinden farklı olarak bu kesimde ilkesel diyebileceğimiz bir yaklaşım söz konusu. İlkesel tanımlaması elbette yaklaşımlarının sol olduğu anlamına gelmiyor, hatta daha az tehlikeli oldukları da söylenemez.
Kestirmeden “Batıcılar"" diye adlandıracağımız bu kesim Türkiye’nin Batılı devletlerle halihazırda sürdürmekte olduğu ilişkiyi yarattığı ve yaratacağı sonuçlardan bağımsız biçimde Batılı değerleri benimsemenin zorunlu sonucu olarak görüyor. Eleştirileri baki kalmak üzere her daim Batı merkezli ilişkiler sisteminin içinde kalmayı savunup, devamından yana tavır koyuyorlar.
Görüşlerini özetleyelim:
“İçinde bulunduğumuz tarihsel koşullarda Batı uygarlığı insanlığın evriminde zirveyi temsil etmektedir. Sözü edilen iktisadi gelişkinlik değildir yalnızca; bilimde, sanatta, kültürde, demokratik olgunlukta hemen her konuda geçerli bir üstünlüktür. İnsan düşüncesinin evrimini esas alsak bile Batının buna katkısı en azından son birkaç yüz yıldır dünyanın geri kalanından çok daha fazla.
Reform, Rönesans bir yana, çağımızı hala derinden etkileyen Aydınlanma hareketi yine Batıda başlamış, sosyalizm dahil bütün modern düşünce akımları, toplumsal-politik hareketler onun açtığı yoldan yürüyerek günümüze ulaşmışlardır. Bu nedenledir ki, Batı dünyanın dört bir yanında kalkınma, gelişme, demokratikleşme arzusu taşıyan toplumlar için uzun süredir coğrafi bir terim olmanın çok ötesinde anlama sahip oldu, adeta kendisine bakılıp yön tayin edilen Kutup Yıldızı işlevi gördü.
Ülkemizin yönü de Osmanlıdan beri hep batıya dönüktü. Hele Osmanlının son döneminde Batılılaşma düşüncesi Saray katından başlayarak farklı katmanlarda karşılık bulmuş, giderek toplumsal bir zemine oturmuştur. Dönemin toplumsal-politik hareketlerinde, devletin yeniden yapılanmasını hedefleyen reformist girişimlerde ve nihayet, Meşruiyet devriminde bu düşüncenin etkisi apaçıktır.
Neredeyse bütün bir 19.yy’a yayılmış bu dalga hareketi Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu da derinden etkiledi. Cumhuriyetin daha baştan modern bir devlet olarak kuruluşunu bu arka plana borçluyuz.
Cumhuriyet, kuruluş çizgisini ısrarla sürdürmüş, her tür badireden geçerek sonunda Batı uygarlığının bir parçası olmayı başarmıştır. Bundan vazgeçilmesi uzun yürüyüşümüzden bir sapma anlamına gelecektir. Bu hem istenir bir şey değildir hem de gerçekleşmesi halinde ülkemiz için son derece olumsuz sonuçlara yol açacaktır.
Bütün bu tarihsel süreç boyunca ülkemizde ekonomi, iç ve dış politika, düşünce-kültür üretimi Batıyla ilişkilerden derinden etkilendi. Bu ilişki sistemi içinde şekillendi her şey ve bugünkü formlarına kavuştu. Batıdan vazgeçip farklı coğrafyalara, farklı ilişki sistemlerine yelken açmamız halinde Türkiye tam bir çözülmeye uğrayacaktır. Ne devlet, ne toplum kurumsal düzeyde ve düşünce-psikoloji boyutunda böyle bir dönüşüme hazır değildir.
Üstelik, alternatif olarak yöneleceğimiz coğrafyalardaki ( Ortadoğu, Asya, Avrasya ) muhataplarımız iktisadi açıdan az gelişmiş, demokratik açıdan daha geri toplumlar olacaktır. Bunun ülkemize katacağı bir şey yoktur.”
Batıcıların gerekçeleri özetle böyle…
BU GEREKÇELERİN BİR HÜKMÜ YOK
İlk bakışta tutarlı gözüken ve doğallıkla okuyucuya cazip gelebilecek bu satırlar aslında temel bir meseleyi gözlerden kaçırıyor: Batının yarattığı değerlerle merkezinde Batılı devletlerin yer aldığı emperyalist - kapitalist sistemin dünyanın geri kalanına dayattıkları arasındaki zıtlığı… El çabukluğuyla yapılan, Batı uygarlığının yüceltilmesi üzerinden emperyalist- kapitalist sistemin meşrulaştırılmasıdır.
Aydınlanma, iktisadi gelişkinlik, refah toplumu, demokratik olgunluk; evet bunlar Batının yarattığı ve en azından tarihin belli dönemlerinde kendi toplumları için uygulamada tuttuğu değerler. Dünyanın geri kalanına dayattıkları ise sömürü, talan ve yıkımdan başka bir şey değil.
Devrimciler, sosyalistler tarihleri boyunca bu zıtlığın farkında olarak hareket ettiler. İnsanlığa yakışan ne varsa Batı'da ortaya çıkmış demeden sahiplenip kendi değerleri haline getirdiler. Öyle ki, çürüyen, gericileşen kapitalizm yani emperyalizm çağında burjuva demokratik talepleri içeren devrimci atılımların çoğunluğu sosyalistlerin öncülüğünde başarıya ulaştı. Bütün bu çaba yalnızca kendi egemenlerine, gerici sınıflara karşı değil onlarla ittifak halindeki emperyalist devletlere karşı amansız bir mücadele eşliğinde yürüdü.
20.yy devrimler tarihi bir yanıyla, burjuva demokratik talepleri hayata geçirmek için bile emperyalistlerle savaşmak zorunda kalan devrimcilerin tarihidir. Erken bir dönemde gerçekleşen Cumhuriyet devrimimiz aynı türden öncü bir hamleydi. Sosyalist bir insiyatiften bahsedemesek dahi Cumhuriyetin kuruluş süreci kuşkusuz demokratik bir devrimdir. Üstelik Batıcı tezlerin aksine Batılı devletlerle işbirliği ve dayanışma içinde ilerlemedi devrimimiz, onlara direnç gösterildiği ölçüde serpildi, mesafe aldı. Sonrasında yerli işbirlikçilerle emperyalistlerin ortaklaşa çabalarıyla etkisizleştirildi, kötürüm bırakıldı.
TÜRKİYE SOLUNUN EMPERYALİZME KARŞI TARİHSEL TUTUMU
Sosyalizm uğruna mücadelenin 20.yy’da özelikle demokratik devrimini tamamlamamış ülkelerde burjuva demokratik talepleri de içselleştirerek emperyalizme karşı genel bir kalkışmaya dönüşmesi Türkiye solunu derinden etkilemiştir.
Anti-emperyalist dalganın dünya genelinde; Asya’da, Afrika’da, Latin Amerika’da zirveye çıktığı yıllar aynı zamanda Türkiye solunun teori ve pratiğinde emperyalizme karşıtlığın başat hale geldiği yıllardır. Bunda dünya deneylerinden ayrı olarak, ülkemizin Batılı emperyalist devletlerle ardı ardına yaşadığı sorunların da etkisi elbette vardır.
60’lı yılların hemen başında Kıbrıs’ta patlak veren ve Türk nüfusu katliam tehlikesiyle karşı karşıya bırakan gelişmeler, Türkiye’nin bunu önleme çabalarının Batılı devletlerde karşılık görmemesi, daha ötesi ABD Başkanı Johnson’un Başbakan İnönü’yü son derece aşağılayıcı bir mektupla tehdit etmesi; ABD tarafından Türkiye’ye dayatılan haşhaş ekim yasağı; iktisadi açıdan ihtiyaç duyulan ancak Batılı devletlerce onay verilmeyen ağır sanayi yatırımları için Sovyetler Birliği’ne başvurumuzun aynı devletler tarafından tepkiyle karşılanması, bütün bunlar, çok farklı toplumsal kesimleri emperyalizm karşıtlığı üzerinden sosyalistlere yakınlaştırmıştır.
İşçileri, köylüleri, gençliği, aydınları, sivil-asker bürokrasinin kimi unsurlarını kapsayan bu geniş toplumsal yelpazenin ülkenin içinde bulunduğu koşullara, mevcut uluslar arası ilişkiler sistemine artan itirazlarını, burjuva demokratik talepler dahil her tür haklı taleplerini sosyalizmin hedefleriyle birleştirme arzusu Türkiye solunu bu dönemde geçmişle kıyaslanmayacak derinlikte ve çeşitlilikte teorik arayışların içine itecektir.
Nitekim, döneme damgasını vuracak tezler; Doğan Avcıoğlu’nun Milli Demokrasi, Mihri Belli ’nin Milli Demokratik Devrim, Mahir Çayan kanalıyla gelişen Demokratik Halk Devrimi tezleri hepsi bu arayışın ürünü olarak ortaya çıktılar.
Aralarındaki nüanslara, az ya da çok farklılıklara ve bunlar üzerinden yürüyen biteviye tartışmalara rağmen bu tezlerin ortak paydası, dediğimiz gibi, anti-emperyalizmdi. Sağlam bir demokrasi için, iktisadi kalkınma ve dengeli bir gelir dağılımı için emperyalist-kapitalist sistemden kopuşu zorunlu görmeleriydi. Bunun ancak emperyalizmle mücadeleyi göze alan, bağımsız, devrimci duruşa sahip, politik bir iradenin insiyatifinde gerçekleşeceğini söylemeleriydi.
Etkili oldukları su götürmez. Devrimci söylemlerin retoriği ve tutarlılığı sol akımlara olağan üstü bir sıçrama yaşatmış ve her biri farklı toplumsal zeminlerde tutunmak üzere kitleselleşme, örgütlenme ve eylemlilik açısından bugün hala belleklerde canlı kalan güçlü bir ivme yakalanmıştır. Öyle ki, günümüzde sosyalist cenahta varlık gösteren siyasi yapıların neredeyse hepsi köken olarak bu dönemde ortaya çıkmışlardır. Her ne kadar şimdi çoğu başka telden çalıyor olsa da…
DEVRİMCİLER HAKSIZ MIYDI?
Artık uzun yılları geride bıraktık. Olup biten, söylenen her şeyi tarihin tartısına vurmak için yeterince zaman geçti. Geçmişten bugüne adım adım ilerleyerek detaylarda boğulmak da gereksiz. Bunun yerine içinde bulunduğumuz tarihsel ana yoğunlaşıp buradan hareketle tarihsel sürecin bütününe ilişkin yargıda bulunmak daha kestirme ve doğru bir yöntem.
Malum, “İnsanın anatomisi maymun anatomisinin anahtarıdır.” Yani, bir olguyu en gelişkin formuyla ele alıp irdelersek geçmişte nüve halinde, potansiyel halinde barındırdığı özellikleri yerli yerine oturtur, tam anlamıyla kavrayabiliriz.
Yaşamakta olduğumuz tarihsel an bize neyi gösteriyor?
Devrimcilerin, sosyalistlerin eleştiri ve direncinden azade kılınmış emperyalizmin kötülük yapma potansiyelini… İşte, bunu!.. Fırsat bulduğunda kötülüklerini yüzümüze kusmakta bir an bile tereddüt etmeyeceğini… Sömürü ve talanda sınır tanımayacağını... Üstelik devrimcilerin sütre gerisine çekildiği, sermaye sınıfına karşı sömürülen, ezilen sınıfların; emperyalizme karşı halkların, ulusların itirazlarını sahiplenmekten vaz geçtiği koşullarda bu kötülüklerle baş edilebileceğine dair insanlarda bir umudun, inancın kalmadığını da…
Çağdaş uygarlığa ulaşmak için Batının bir parçası kalmaya devam etmeli, mevcut ilişkilerimizi sürdürmeliymişiz! Sahi, hangi uygarlıktan bahsediyorsunuz siz, uzağa gitmeye gerek yok etrafınıza bir bakın coğrafyamız “uygar” Batının ateşiyle yanıyor.
Ülkemize bugüne dek yaşattıklarını, ardı ardına tepemize inen darbe rejimlerini, oligarşik diktatörlüğü, sömürge tipi faşizmi, gericiliğin zirveye çıkmasında Batının jeopolitik tercihlerinin oynadığı rolü, yerli işbirlikçileri ile el ele kol kola Cumhuriyet devrimimizin hakkından geldiklerini bir an için unutalım. Batılı emperyalistlerin halihazırda bize vaat ettiği, coğrafyamızda yarattıkları cehennemin sıradaki kurbanı olmaktan başka bir şey değil ki…
Soğuk savaş döneminde baş düşman Sovyetler Birliği’ne karşı ileri karakol görevini yükledikleri ülkemizi, her ne kadar kafasını kaldırmasına fırsat vermeseler de nispeten ayakta kalmasına rıza gösterme zorunluluğundan kurtulmuş görünüyor Batılı emperyalist devletler. Dost, müttefik demeden hakkımızda çoktan idam hükmünü verdiler. Sözleriyle, pervasızca sergiledikleri haritalarıyla gözümüzün içine sokarak açıkladılar hükümlerini.
Türkiye’nin geçmişte Batı merkezli sistemin içinde kalarak demokratik devrimini tamamlama, çağın yüksek değerlerine ulaşma şansı yoktu, devrimciler bunu söylüyordu, şimdi varlığını koruma şansı bile yok!
Bu yüzden Batıcıların sözlerinin, vaatlerinin bir anlamı yok.
Devrimciler elbette haklıydı, artık onların sözlerini yeniden dinleme zamanı.
Levent Yakış
SOLİTİRAZ.COM
"