Hitlercilerden sonra Avrupa solu / Osman Çutsay
Açık olsun: Bu satırları, soylu bir komünist kadının adını taşıyan “pek solcu” bir vakfın düzenlediği, Türkiye’nin tüm ilerici mücadele tarihinin güle oynaya anomali ilan edildiği, her biri diğerinden kirli oyunların kuklasına dönüşmüş “demokrat militanların” bir toplantısına “davetsiz misafir kontenjanından” talihsiz bir gözlemci olarak kısmen tanık olmaktan duyduğum tarihsel utancı kusabilmek için yazıyorum. Ruhumu kurtarmaya çalışıyorum belki de.
İsim vermeye gerek yok. Şimdilik.
Ne demek istediğimi tarihe bir gönderme yaparak daha iyi anlatabilirim.
Başlayalım.
İnanmamışlardı. Hitlerci iktidarın uzun süreceğine komünistler dışında kimse ihtimal vermemişti. Solculuğu gerçekten kitlesel işçi sınıfı partisine (KPD-Almanya Komünist Partisi) karşı çalışmak olarak anlayan dönemin “liberal solcuları”, özellikle de Yahudi aydınlarının önemli bir bölümü hele hiç inanmamışlardı. Bunlar, Hitlerci iktidarı bir bayağılık ve kültürsüzlük odağı saydıkları için, yüksek bir kültürün beşiği Almanya’nın bu çarpıklığa fazla tahammül gösteremeyeceğini iddia ediyorlardı. Hitler bir anomaliydi, bu safdillere göre. Sosyal demokrasinin faşizmin ikiz kardeşi olduğunu iddia edenler ise, sekter. Tarih, bu yanlışı hemen düzeltecekti. Düzeltti: Safdiller kendilerini darağaçlarında, boğazlandıkları mezbahalarda, gestapo mahzenlerinde, toplama kamplarında ve sürgünlerde buldular. Alman halkının desteği de müthişti bu gericilere. Werner Sombart ve Carl Schmitt tipi aydın desteklerini saymıyoruz bile. Nazizm, Alman halkını değiştirebilmişti.
Hitler, kaldı. Mussolini, kaldı. Bunların yeryüzünden 45 yıllığına da olsa silinebilmeleri, korkunç bedeller ödemek zorunda kalan Sovyetler Birliği sayesindedir. SSCB ile birlikte İkinci Dünya Savaşı da tüm sonuçlarıyla ortadan kalktığı için, bunların çocukları yenilenmiş kıyafetleri ve maskeleriyle yeniden sahnededir. Peki.
Peki ve bize bakalım: Bu AKP iktidarı gelip yerleştiğinde, sonraları çeşitli davalarla yerle bir edilen geleneksel kemalistler, Evren’in demokrat döküntüleri, buna inanamıyorlardı; Ankara’da İslamcı bir iktidarın kurulamayacağını, kurulsa da kalıcı olamayacağını savunuyorlardı. Türkiye’nin az sayıdaki devrimci sosyalistleri ve en çok da TKP, ısrarla bu felaketin kalıcı olabileceğine dikkat çektiler. Bazı “acul devrimciler” apar topar kitap yayımlayıp Ergenekon soruşturmalarında neden sonuna kadar gidilmesi gerektiğini anlatmaya bile kalktılar. Hakkını yemeyelim, İlhan Selçuk ve Cumhuriyet’i “Felaketin farkında mısınız?” sorusuyla bu kepazeliğe katılmamayı başardı. Kısa bir süreliğine diyelim. Şimdilerde Avrupa’ya doluşan ve yine Türkiye’de sosyalizm ısrarını kitleselleştirmeye çalışan devrimcilere biraz CHP en çok da HDP üzerinden ayar vermeye kalkan yüzlerce liberal solcu, Erdoğan ile papaz olduktan sonra düştükleri Avrupa yollarında belki “kemalistlere ve sekter komünistlere” ettikleri küfürleri hatırlarlar. Geleceğiz.
İslamcı Ankara, aslına bakılırsa, çok başarılı değil. Çünkü halkın yarısını ikna edemedi, tamam, ama Erdoğan ve adamları Türkiye halkını kısmen de olsa değiştirmeyi başardılar. Aydın adaylarını da CHP ve özellikle HDP üzerinde kendilerine benzettiler.
Reis ve militanları iktidarlarının 17’nci yılında; bırakmaya hiç niyetleri yok. Bırakamazlar da zaten.
Reis ve onun İslamcı Ankara’sını başlangıçta demokrasi adına destekleyenlerin, bir ara insanlar harıl harıl Ergenekon, Balyoz falan diye hapislere tıkıldığında “Vesayet rejiminden hesap soruluyor, yesinler birbirlerini!” diye göbek atanların, “kandırılanların” yani, bu ortaklıklarını hatırlamayacakları kesindir.
Bizim ekleyeceğimiz, şudur: Gericilik insan ve aydın malzemesini, en iyi demokrasi, özgürlük ve hatta solculuk diyerek değiştiriyor. Bunu da en iyi emperyalist merkezlerdeki ideoloji fabrikalarına azgelişmişliğin demokratlarını sokup birer demokrasi militanı halinde ülkelerinin sosyalizm savaşçılarına karşı muharebe alanına sürerek yapıyor.
Gericilik, halkları da solcuları da değiştirebilir. Eğer karşısında entelektüel şiddetiyle kendisini kanıtlamış ve kitleye de gidebilen aşkın bir komünist direnç yoksa...
Keklik avındaki gibidir aslında: Kendilerini solcu sanan/sayan/satan yardakçı militanlara metropollerde kısmen yaşam kolaylıkları sağlayıp, sonra onların yoksul ülkelerindeki sosyalist toplum savaşımına karşı kullanıyor, böyle bir “kitle” yaratabiliyorlar. Parti yaratabiliyorlar. O partiler de, mesela Türkiye’de, kendilerince uygun komünist parti tanımları verebiliyorlar. Bırakın tanımı, öyle partiler ısmarlayabiliyor, kendilerince tehlikeli gördükleri gerçek sosyalist-komünist örgütleri de “ulusalcı, milliyetçi, sekter, ataerkil, antisemitik vs.” etiketlerle yaftalayarak saf dışı bırakabiliyorlar.
Türkiye’deki kemalistler ve hatta bir bölüm “sosyalistler”, İslamcılığın, AKP faşizminin kalıcı olamayacağına ciddi ciddi inanmışlardı. Tıpkı 1933 öncesi ve sonrasındaki antikomünist aydınlar gibi. Bu hatanın faturası, 1933 sonrasındaki gibi, Türkiye’de de kalıcı bir AKP iktidarı ve bazı liberallerin daha önce zindanlara atılmasını sağladıkları kemalistler, solcular gibi sorgusuz sualsiz cezaevlerine doldurulmalarıyla sonuçlandı.
Gericilik, inandırıyor.
Avrupa solu denilen gericilik, “düşünce fabrikaları”, özellikle de vakıflar üzerinden, hem bağımlı ülkelerdeki genç solcu kuşakları sosyalizmin imkânsızlığına veya çıkmaz ayın son perşembesine kadar ertelenmesi gerektiğine inandırıyor, hem de halkları kendi yoluna sokabiliyor: Sosyalizm güncel ve gündemde değildir. Demokrasi yeter de artar bile. Kapitalizmi yıkamazsınız, unutun.
Sosyalist iddiayı bırakmayanların solcu olmadıkları yayılıyor. Bunun için medya üzerinden de yükleniyorlar.
Avrupa’daki sol tarihin bazı isimleri adına kurulmuş birçok oluşum, araştırma kurumları, vakıflar vs. şu sıralarda Türkiye’deki antikomünist başarıları üzerine kadeh kaldırıyorlar. Bunun için kendilerine Türkiye’den yardıma koşan çok.
Acıdır, ama örnek olsun: Türkiye sosyalizminin bugün Avrupa Almanyası’ndaki en büyük düşmanları, Ebert veya Adenauer gibi klasik sağcı, sosyal demokrat vakıflardan çok, Böll, Rosa Luxemburg gibi vakıflar ve bunların Türkçeli militanlarıdır.
Değil midir?
Peki, ne yapıyorlar?
Yaptıklarını nasıl özetleyebiliriz?
Şöyle: Türkiye’ye sadece Avrupa’nın değil, Türkiye içindeki sol rüzgârın muhatabı olabilecek, onu taşıyabilecek aydın-işçi katmanların da bir anomali olarak bakmasını sağlamaktır bu kurumların ve Türkçe anlayabilen militanlarının yegâne işi. Türkiye’deki sosyalizm mücadelesinin, Mustafa Suphi’den Nâzım’a, ondan Şefik Hüsnü ve Dr. Hikmet’e, Behice Boran’dan Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş’e, sol kemalizmin Doğan Avcıoğlu başta olmak üzere tüm yaratıcı aydınlarına, hepsine, ağır bir küfürle bakıyorlar. Bütün bu isimlerin ve sosyalizm için mücadele etmiş sayısız işçi sınıfı militanının boşuna yaşadığını, Türkiye gibi hepsinin birer “anomali” olduğunu iddia edebiliyorlar. Tek dertleri Türkiye’nin etnik ve mezhepsel neokapitalist bölgeler halinde mafya devletçikleri halinde emperyalizmin doğrudan yeni bir düzenlemesine konu olmasını sağlamaktır. Sosyalizmin Türkiye’de mümkün olmadığına, kapitalist demokrasiye fit olunması gerektiğine, Türkiye’nin 1923’ten itibaren bir anomali olarak damgalanması gerektiğine iman eden kuşaklar yetiştiriyorlar. Bunlar “Türkiye solunda” da büyük itibar görüyorlar.
Kurbanlarını ikna edebilmek için de Türk faşizmini, bu faşizmin Perinçek tipi nevzuhur militanlarını bahane olarak gösteriyorlar. Başarısız değiller. En azından dışarıda, Türkiye ilericiliğinin ve cumhuriyetçi sosyalizmin savunucularını köşeye sıkıştırmayı başarmış görünüyorlar. Türkiye’deki oyunu genç TKP ve dostları bozuyor. Avrupa’da ise durum karışık.
Korkunç bir yerdeyiz.
sol.org.tr'deki yazının tamamını buradan okuyabilirsiniz
SOLİTİRAZ.COM