İkiye bölünmüş edebiyat
Türkiye'de yazar ve şairlerin tarihi aynı zamanda mahkemeler, hapishaneler tarihidir.
Her zaman kapitalizmin, sömürü sisteminin, emperyalizmin karşısında, emekçilerin, yoksulların yanında, ezilenin davasını güden ilerici demokrat yurtsever karakterde edebiyatımız bunun bedelini de göze almıştır. Yazar ve şairlerimiz, tarihsel sorumlulukların büyük yazar ve şair olmanın en önemli kriteri olduğunu biliyorlardı.
Başta Nazım Hikmet olmak üzere Enver Gökçe, Rıfat Ilgaz, Ahmet Arif, Arif Damar, Ömer Faruk Toprak, A. Kadir, Sabahattin Ali, Ruhi Su, Aziz Nesin, Orhan Kemal, Kemal Tahir, Hasan İzzettin Dinamo, Kemal Bekir, Ulvi Uraz, Vedat Günyol, Fakir Baykurt, İlhan Selçuk, Uğur Mumcu… gibi saymakla bitiremeyeceğimiz yazar ve şairlerimiz mahkeme kapılarında, hapishanelerde ""memleket davası"" uğruna yaşamlarının bir bölümünü geçirmişlerdir.
12 Mart darbesi yazar ve şairlere karşı büyük bir av başlatmış, mahkeme karşısına çıkarılmamış yazan çizen hiç kimse kalmamıştı. Ancak Türk edebiyatı bu baskılara boyun eğmemiş, ideolojik ""sağlam"" duruşu kısa sürede eski haline dönmesini sağlayan etken olmuştu.
12 Eylül 1980'den sonra ise deney kazanan darbeciler, yazar ve şairlere ""fiili"" olarak dokunmadılar. Yazdıkları çizdikleri için tek bir yazar şair bildiğim kadarıyla tutuklanmadı.
Ama tutuklamaktan beter eden karşı kültürel ideolojik bir savaş başlattılar. Dergi ve yayın evleri yönetimlerini, ödül mekanizması dahil edebiyat bürokrasisini ele geçirerek ve böylece söz ettiğimiz ideolojik duruşun içini boşaltarak gerçek yazar ve şairlerin hareket alanını daralttılar.
Doğan Hızlan ""80'li yıllar""ın başında ""yeni roman""dan söz ediyordu. İşte “12 Eylül yazarları” diye adlandırabileceğimiz liberal ""yeni"" yazarlar böyle ortaya çıktı ve ustaca boşaltılmış edebiyat alanını doldurdu.
DERGİLERİ YAYINEVLERİNİ ELE GEÇİRDİLER
Bu güruh, yıllarca sol düşünceden etkilenmiş/etkilemiş ve her zaman ilerici karakterde olmuş, emekçi halkımızın, ezilenin yanında olmuş edebiyatımızı tersine çevirip sol/ilerici kültüre, giderek halkına, yoksula düşman bir edebiyat yaratmayı maalesef başardı.
Önce edebiyatı, “tarafsız olması gerekir” diyerek etkisizleştirdiler. Dönemin ideologlarından ""eleştirmen"" Prof. Yıldız Ecevit -biraz da soyadıyla aldatarak!- 12 Eylül'ün farkında olmadan edebiyat dünyamızı özgürleştirdiği yollu şeyler yazmıştı. Oysa ""yeni"" ebiyatçılar, hızla sahbinin sesi haline gelerek fütursuzca Yalçın Küçük’ün o dönemde yazdığı ünlü kitabı Küfür Romanları’nda saptadığı gibi: “Türk solculuğunu günah keçisi saymak, Dincilik’i yasallaştırmak, bellek silmek” çabasını güttüler.
Biz 12 Eylül’ü, 12 Mart’a bakarak, yalnızca ekonomik ve siyasi olarak sürecek bir darbe olarak düşündük. Oysa planın üçüncü ayağı –ve 12 Eylül’ün kurumsallaşıp toplumsallaşmasının ideolojik aygıtları– fena halde kültüreldi.
Edebiyat en kolay ele geçirilebilecek, savunmasız alandı. Hem “Entelektüel modalar” çoktan değiş(tiril)mişti.
Kültür alanını, yine bizim içimizden çıkmış ""sol tandanslı"" ama gerçekte liberal faşist olur olmaz insanlarla doldurdular.
O gün bugündür, 20-30 yılda edebiyatımız bu amansız neoliberal kuşatmanın içinde kaldı. Dergileri ve büyük yayınevlerini ve büyük ödül mekanizmalarını edebiyat bürokrasisini ele geçirmek hem ucuz, hem etkili bir yöntemdi. Böyle de yaptılar.
BİRİNCİ GRUP
Üç beş neoliberal kavramın etrafında örgütlenmiş bu yapı, bu kavramları değil tartışan, kuşkuyla yaklaşanları bile içine almayan fena halde tarafgir faşizan/politik bir feodal örgütlülük halinde davranıyordu. Orhan Pamuk'a eleştirel mi baktın, Elif Şafak'ı sindiremedin mi, Ahmet Altan'ı romancı kabul etmiyor musun yok ol; sen uzaylısın; ölmeye mahkümsun.
Bu grup bugün de edebiyatımızda hegomonik birinci tarafı oluşturuyor maalesef.
Oysa, oldukça sığ politik argümanlara sahip bu grubun, dünyada olup bitenlerden, hangi tarihsel konumu yaşadığımızdan bihaber ya da bilip gördüğü halde ülkesine, halkına ihanete dek onları sürükleyen –ki alçaklıktır!– bir düşünsel sefillik içinde olduğu iyice açığa çıktı.
(Hasan Bülent Kahraman'ın CIA ajanlarının evinde kalacak denli dostluğunun ortaya çıkmasıyla Varlık dergisine dek uzanan son tartışmalarda muarızların küfürlü lümpen lafları, bu sefilliği tartışmasız hale getirdi.)
Türkçenin iyi kullanılmasının yazar olmak için o kadar önemi yok; kervan yolda dizilir! Ver ödülü, patlat kitabını. Zaten tarih boyunca suç işlemiş bu katil sürüsü halkın iyi edebiyata ihtiyacı yok, olsa da anlamaz; üstelik dilleri diğer dilleri eziyor sömürüyor, baskı kuruyor!
Türkiye emperyalist bir kuşatmanın içinde değil; kendisi emperyalist bir ülkedir, zaten “emperyalizm yok kapitalizm var, ona karşı olmak neyine yetmiyor! Emperyalizm salatasıyla ülkedeki despotizmi gizleyemezsin, bu komplo teorisidir” vs…
İKİNCİ GRUP
İkinciler ise 80’lerin sonlarında oluşmaya başlayan bu yapı/lara direnip inatla “80 öncesi” edebiyatımızı özleyen grup.
Aydınlanmacı, cumhuriyetçi, (sözde değil özde) anti-emperyalist, sosyalist, ulusal devletleri –Terry Eagleton’un Kuramdan Sonra kitabında dediği gibi– insanlığın ilerlemesinde epey ilerici işlevlere sahip olarak gören, tarihe, kavramlara, içinde yaşadıkları kültüre, insanlara, emekçilere, yoksul halklara saygı duyan bir yazar şairlerden oluşmuş edebiyat özlemini yaşatan edebiyatçılar.
İkinci grup Türkçeyi titiz kullanmaya hastalık derecesinde duyarlı, iyi şiir, iyi öykü, iyi romandan taviz vermeyen karakterde. Türkçeyi yaratan kültürün sahibi olan halkına, o halkın kurduğu Cumhuriyete minnettarlık derecesinde saygılı. Hele yeni bir yetenek, Anadolunun bağrından doğmuş genç bir yetenek bu grup için büyük bir olaydır. (Örneğin birincilerin tartışmasız eleştirmeni Orhan Koçak'ın genç bir yetenekle ilgili tek bir cümlesi yoktur!)
Bölgemizde insanlık tarihinin en büyük trajedisi yaşanıyor. Emperyalizm tüm güçleriyle abanmış, yakıyor yıkıyor.
Ülkemiz de emperyalizmin hedefinde. Bir yandan iç içe görünüyoruz ama kurdun niyeti belli.
Peki şairler (sanatçılar) tehlikeyi ilk sezen toplumsal grup değil mi?
Edebiyatımız bu alt üst oluşun neresinde?
Olayları nasıl görüyor?
Hangi tarafın gözünden görüyor! Birincilere bakın anlayın; gerçeği gizlemekle meşguller.
Bu halk “FETÖ” ideolojisinin tehlikesini anlamayabilir, politikacılar bile “yanılmış” olabilir!
Ama yazar ve şairin yanılmasının cezası her iki taraf için de çok ağırdır!
Ahmet Yıldız
SOLİTİRAZ.COM