20 Nisan 2024 Cumartesi

Devrimci Yön

Irak’taki protestolar Şiileri niçin böldü?

Irak’taki protestolar Şiileri niçin böldü?
19 Aralık
00:00 2019

Irak’ta işsizlik, yolsuzluk, kamu hizmetlerinin yetersizliği ve İran'ın ülkedeki artan etkinliği gibi konuları protesto amacıyla başkent Bağdat başta olmak üzere ülkenin orta ve güney kentlerine yayılan protesto gösterilerinde yüzlerce kişi hayatını kaybetmiş ve binlerce kişi yaralanmıştır. 

Protestocuların hükümetin taleplere yaklaşımı konusunda tatmin olmaması ve protestolarda bilançonun ağırlaşmasının ardından, Irak’taki en büyük Şii dini merci Ayetullah Ali es-Sistani’nin Cuma hutbesinde yaptığı “şeffaf seçim” çağrısıyla Başbakan Adil Abdülmehdi 29 Kasım'da istifa etmiştir. 

Şii toplumun kitlesel olarak katıldığı Şii hükümet karşıtı protestolarda Iraklılık kimliği ve İran karşıtlığı öne çıkarken, Şii toplum Şii yöneticilerine dahi güven duymadığını göstermiştir. Ancak bu realite karşısında protestocuların temel talepleri konusunda beklentileri, İran’ın ülkedeki artan nüfuzu ve protestoculara yönelik şiddetin arkasında İran destekli Şii milis grubu Haşdi Şaabi’nin olduğu iddiası, Abdulmehdi’nin istifa etmesi ve yeni başbakan adayları konusunda Şii otorite Sistani’nin sokaktan yana tutum sergilemesi gibi gelişmeler yaşanırken, ülkedeki Şii grupların da farklı kutuplarda konumlandığı ve söz konusu grupları farklı biçimlerde etkilediği gözlemlenmektedir.

DEĞİŞEN TUTUMLAR

Saddam Hüseyin yönetimi boyunca siyasal ve toplumsal olarak ciddi ayrışmalar yaşayan Şiiler, 2003 ABD işgali sonrasında ülkeye dayatılan etnik-mezhepsel paylaşıma dayalı (muhasasa) sistemiyle birlikte Şii partiler Irak siyaset sahnesine temel karar vericisine dönüşmüştür.

Ancak 2010’da ikinci kez başbakanlık koltuğuna oturan Nuri el-Maliki’nin görevi boyunca ayrıştırıcı tutumu, siyaset ve güvenlik alanında tek adam olma arayışları nedeniyle Şii gruplar arasında ayrışmayı açığa çıkarmıştır.

Şiiler arasındaki görüş ayrılıklarının Maliki’nin istifa sürecinden sonra ise derinleşmiştir. Özellikle de 2014’te IŞİD’e karşı Sistani’nin fetvasıyla kurulan Haşdi Şaabi’nin üzerinde İran’ın nüfuzunun artması ve Mayıs 2018 seçimlerinde İran yanlısı grupların parlamentodaki etkinliği Şii siyaseti daha da ayrıştırmıştır. Zira İran'a yakınlığıyla bilinen Fetih grubu lideri Hadi el-Amiri ile eski Başbakan ve Kanun Devleti Koalisyonu lideri Nuri el-Maliki'nin Bina Koalisyonu, seçimlerde en fazla oyu alan Mukteda es-Sadr'a bağlı Sairun Koalisyonu ile eski Başbakan ve Nasr Koalisyonu lideri Haydar el-Abadi öncülüğündeki Reform ve İmar Koalisyonu ile birlikte çok parçalı bir hükümet kurmuştur. 

Uzun görüşmelerin sonunda hükümetin başına Tahran, Washington ve Sistani’nin onay verdiği Abdülmehdi getirilebilmiştir. Ancak Başbakan Abdulmehdi hükümetteki parçalı yapıdan ve özellikle Şii gruplar arasındaki rekabetten dolayı toplumun taleplerini karşılamakta yetersiz kalmıştır. Abdulmehdi’nin istifasına neden olan ve ülkede halen devam eden protestolarda siyasal alanda giderek derinleşen ayrışmaların yanı sıra aşiretlerin yeniden görünür olmaya başladığı ve Şii milis grupları arasında yer yer çatışmalar görülmeye başlanmıştır.

2003 ABD işgali sonrası kırılgan bir zeminde ayakta kalmaya çalışan Irak’ta protestocuların temel taleplerine ilişkin beklentiler ve ortaya çıkan Iraklılık kimliği Şii grupları farklı pozisyonlara itmiştir. Dünya Şeffaflık Örgütü’nün Yolsuzluk Algısı Endeksine göre 180 ülke içinde 168’inci sırada olan Irak’ta, Dünya Bankası'na göre gençler arasındaki işsizliğin yüzde 30’lara ulaştığı ve 2004’den bu yana yaklaşık 450 milyar dolarlık kamu fonunun kayıp olduğu bilinmektedir. 

Dünyanın dördüncü büyük petrol rezervine sahip olan Irak’ta yolsuzluk, işsizlik ve kamu hizmetlerinin yetersizliği konusunda çözüm bulanamazken, Şii siyasetçilerin terör örgütü IŞİD sonrası ülkenin yeniden inşası konusunda yetersiz kalması ve ayrıştırıcı tutumu, Irak sokaklarında Şii siyasetçilere inancı azalttığı gibi Iraklılık kimliğini güçlendirmiştir. 

Nitekim Irak'ta Al-Mustakilla Araştırma Grubu’nun, Bağdat ve ülkenin güneyindeki şehirlerde 24 Kasım-1 Aralık arasında protestocularla yaptığı görüşmelerde, katılımcıların yüzde 97'si protestolara katılımın onları Iraklı olmaktan daha çok gururlandırdığını belirtmiştir. Ancak Iraklılık kimliğinin giderek yükseldiği protestocuların taleplerinin Şii grupları ayrıştırdığı görünmektedir. 

Nitekim İran’ın dini lideri Ali Hamaney protestoların arkasında ABD, İsrail ve Suudi Arabistan’ın olduğunu öne sürerken, İran’a yakınlığıyla bilinen ve parlamentonun en büyük ikinci büyük gücü Fetih grubu lideri Hadi el-Amiri’nin “Irak’taki fitnenin arkasında ABD ve İsrail var” ifadelerini kullanması sokağın taleplerinin ve ruhunun anlaşılmadığına yorulmuştur. İran yanlısı grupların protestoların taleplerinin gerçekleşmesi halinde Tahran’ın çıkarlarına zarar vereceği saikiyle hareket ettiği değerlendirilmektedir.

Buna karşın, Irak'ta en büyük halk tabanına sahip Şii Sadr Hareketi lideri Mukteda es-Sadr ve eski Başbakan Haydar El-Abadi’nin siyasi erke karşı değişim talebiyle devam eden protestolar konusunda sokağın taleplerine paralel bir tutum benimsediği görülmektedir. 

Sadr, hükümet reform planını onaylayana kadar liderliğini ettiği Sairun milletvekillerinin meclisteki faaliyetlerini askıya alma çağrısında bulunurken, parlamentoda üçüncü büyük bloğa sahip olan Nasır Koalisyonu lideri Abadi de Sadr'a destek vermiştir. Hatta 28 Ekim'de protestocuların taleplerinin hükümet tarafından yerine getirilmemesi nedeniyle Irak Komünist Partisi, Sairun Koalisyonu ve Nasır Koalisyonundan 4 milletvekili istifa etmiştir. Ayrıca, Irak milliyetçisi söylemiyle biline Sadr, 29 Ekim’de İran’dan döner dönmez Necef’teki protestolara katılmıştır. Protestocuların “Mukteda’ya hayır Hadi’ye hayır!” sloganları, Irak Şiiliğinin bağımsızlaştığı ve Şii toplumun İran nüfuzundan rahatsız olduğunun görülmesinin, Sadr’ı sokağın taleplerine daha fazla kulak vermesi konusunda tutum değiştirmeye yönelttiği şeklinde değerlendirilebilir. 

Bunun yanı sıra, Şii toplumla ilişkisi ciddi derecede güçlü olan Sistani ise ilk zamandan beri protestocuların taleplerinden yana olmuştur. Öyle ki protestolara destek amacıyla Irak’ın Necef havzasındaki derslere ara verme talimatı vermiştir. Cuma mesajlarıyla protestoculara yönelik şiddeti kınayan ve hükümeti reform yapmamak konusunda eleştiren Sistani, defalarca kez Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Parlamento Başkanına yolsuzlukla mücadele çağrısında bulunmuştur. Ancak bu konuda sokağı tatmin eden bir yanıtın gelmemesiyle, 29 Kasım’da yaptığı çağrı sonucu Başbakan Abdülmehdi’nin istifasını getiren sürece yol açmıştır.

İRAN'IN ARTAN NÜFUZU ve HAŞDİ ŞABİ

İran’ın Irak’ta artan nüfuzu ve İran destekli Şii milis grubu Haşdi Şaabi’nin protestolardaki orantısız şiddeti Şii gruplar arasında bir diğer ayrışma olarak öne çıkmıştır. 2003 işgali sonrasında Irak’ta siyasi, askeri ve ekonomik sistemde kökleşen İran, 2014 sonrasında Haşdi Şaabi ve milis grupların eliyle ülkedeki gücünü tahkim etmekte ve Irak’ın kurumlarını ele geçirmeye çalışmaktadır.

“İran dışarı!” sloganları atılan protestolarda Hameney ve Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin posterleri yakılırken, birçok şehirde İran'a yakınlığıyla bilinen Şii milis grubu Haşdi Şaabi'ye bağlı siyasi partilerin ve milis gruplarının binaları ve İran’ın Kerbela ve Necef’teki konsolosluk binaları ateşe verilmiştir.

Irak’ta 2019 için ayrılan 106 milyar dolarlık bütçenin eğitim, yeniden yapılanma ve sağlık sektörlerine toplamda yüzde 8 civarında pay ayrılırken bütçenin yüzde 2'sinin Haşdi Şaabi’ye ayrılması, milis gruplarının bazı bölgelerde kontrolsüz eylemleri ve yolsuzluğa bulaşması rahatsızlığı pekiştirmektedir.

Nitekim Irak'ta Al-Mustakilla Araştırma Grubu’na göre, protestocuların yüzde 1'inin İran'a güvendiği dikkate alındığında sokağın tepkisi anlaşılmaktadır.

Protestolarda ölüm sayısının çok fazla olması, Haşdi Şaabi’nin protestoculara karşı keskin nişancı kullanmasıyla ilişkilendirilmiştir. 

Nitekim 1 Ekim’de başlayan ilk protesto dalgasında hayatını kaybeden 157 kişinin öldürülmesine ilişkin Planlama Bakanı Nuri Duleymi başkanlığında yürütülen soruşturmada, sivil ölümlerin yüzde 70’inin başa ve göğse isabet eden mermilerden kaynaklandığı açıklanmıştır.

Haşdi Şaabi’nin 14. Tugayı Ketaib Seyyid eş-Şüheda mensubu bir keskin nişancının gözaltına alınmasıyla bu iddialar güçlenmiştir. 

Yine 10 Ekim’de Irak İnsan Hakları Yüksek Komisyonu, gözaltına alınan protestocuların yaklaşık 300’ünden haber alınamadığı belirtirken, kamuoyu kayıpların Haşdi Şaabi’nin gizli hapishanelerinde olduğunu öne sürmüştür. Bunların yanı sıra Haşdi Şaabi bünyesindeki milis gruplarının Bağdat’ta yayın yapan televizyon kanallarının ofislerine saldırması ve Irak Ulusal Güvenlik Konseyi Danışmanı ve Haşdi Şaabi’nin resmi sorumlusu Falih el-Feyyad’ın “Haşd hizipleri, hükümetin talep etmesi durumunda, Irak’ta herhangi bir darbe ya da isyanı önlemek için müdahale etmeye hazır” sözleri, İran ve Haşdi Şaabi’nin protestoları bastırmadaki rolüne işaret etmiştir. İran’ın Irak’taki protestolara müdahil olması ve Haşdi Şaabi’nin protestolardaki faaliyetleri, Tahran’ın Ortadoğu’daki her türlü istikrarsızlığı fırsata çevirmeye çalışma politikasının bir parçası olarak değerlendirileceği gibi protestolarda bilançonun ağırlaşmasına neden olarak Irak hükümetini köşeye sıkıştırmayı amaçlamış görünmektedir.

Sadr ve Abadi’nin başını çektiği grupların İran’ın nüfuzunun kırılması yönünde hareket etmesine rağmen işlerinin kolay olmadığını belirtmek gerekmektedir. Hatırlanırsa, Sadr’a bağlı Saray es-Selam milisleri protestolar esnasında İran’a yakınlığıyla bilinen Asaib Ehlul Hak milisleriyle çatışmıştır. 

Yine 6 Aralık’ta Bağdat'ta bulunan Sinek Köprüsü yakınında protestocular tarafından kullanılan 7 katlı otopark binasına kimliği henüz belirlenemeyen kişilerce yapılan ve 20’den fazla protestocunun hayatını kaybettiği saldırının arkasında Haşdi Şaabi’nin olduğu iddia edilmiştir. Saldırıdan kısa bir süre sonra ise Sadr’ın Necef’teki evinin silahlı insansız hava aracı (SİHA) ile hedef alınmasıyla Sadr’a bağlı Saray es-Selam milis grubunun bu saldırıya karşı uygun gördüğü yöntemle yanıt vereceğini belirtmesi tansiyonu artırmaktadır. 

Zira Sinek Köprüsü saldırısı sonrasında Saray es-Selam’ın önlemler aldığı ve çatışmaya hazır olduğu ileri sürülmüştür. Bu süreçte Haşdi Şaabi’nin bağlı olduğu Irak Ulusal Güvenlik Müsteşarı Falih Feyyad’ın örgüte talimat vererek, protesto alanlarından uzak durmaları yönünde çağrıda bulunmasının, toplumsal öfkeyi üzerlerine çekmemek veya Sadr’a yakın milislerle olası çatışmayı engellemek amaçlı olduğu düşünülebilir.

Özellikle de 9 Aralık’ta Irak Silahlı Kuvvetler Komutanı Askeri Sözcüsü Abdulkerim Halaf, "Silahlı Kuvvetler Komutanı ve Başbakan Adil Abdülmehdi, Haşdi Şaabi’nin ülkedeki güvenliği sağlamaması yönünde karar aldı." ifadeleriyle Şii milis gücünün sadece Silahlı Kuvvetler Komutanının güvenlik işlerini yürüteceğini vurgulaması meselenin arka planına dair fikir vermektedir.

Ancak politik anlamda İran yanlısı gruplarla ayrışan Sadr Hareketi’nin, Haşdi Şabi’deki gruplarla benzeri şiddet olaylarının yaşanmaması için temas kurması muhtemel olduğu gibi saldırının arkasında İran yanlısı bir grubun çıkması beklenmedik çatışmalara da yol açabilecektir.

Ayrıca, 16 Kasım'da Irak Savunma Bakanı Necah eş-Şemmeri’nin “Iraklı yetkililerin bilgisi dışında ülkeye sokulan gaz bombalarının, üçüncü taraflarca kullanılması sonucu meydana geldi." ifadeleriyle birlikte protestoculara yönelik şiddetin arkasında üçüncü tarafın olduğuna ilişkin tartışmalarda İran’ın ülkedeki etkinliğine dikkat çekilmiştir. Bu bağlamda, Sistani’nin 29 Kasım’daki cuma mesajında, “Yeni hükümet başkanı ve kabine üyelerinin belirlenen anayasal süre içerisinde (15 gün) dış müdahalelerden uzak ve vatandaşların talepleri doğrultusunda seçilmesini umuyoruz." ifadelerini kullanması özellikle İran’ın hükümetin işleyişine karışmaması ve protestoları şiddetle bastırmaması yönünde bir mesaj olarak değerlendirilmiş ve İran’ın ülkedeki faaliyetlerinden rahatsızlığına yorulmuştur. 

İran’ın Irak’taki nüfuz arayışı ve Haşdi Şaabi’nin bu bağlamda araçsallaştırması bir nedeninin de Şii toplumunu yakından ilgilendiren Kum-Necef çekişmesinden kaynaklandığı dikkate alındığında, Sistani’nin protestolarda güçlenen Iraklılık kimliğinin koruyuculuğunu yapması beklenebilir.

Bunların yanı sıra, Irak’ta birçok Şii aşiretin son dönemlerde İran’dan uzaklaştığı bilinmektedir. Bağdat, Basra, Zikar ve Maysan'da protestolara aktif destek gösteren aşiret unsurlarının yolları kapattığı ve hatta İran destekli gruplara misillemelerde bulunduğu görülmüştür.

Özellikle güvenlik güçlerinin ve Haşdi Şaabi’nin orantısız tutumuna karşı intikam alma ve Haşdi Şaabi’yi dizginleme eğilimi gözlemlenmiştir. 25 Ekim’de bazı aşiretler Irak’ın güneyindeki İran destekli örgütün karargahlarını birçok kez yakma olaylarına karışmıştır. Her ne kadar başarılı olmasa da İran'ın nüfuzunu ve hükümetin zayıflığını protesto edenlerin siyasi yüzü olarak hareket etmeye çalışan Sadr’ın, aşiretler ile daha güçlü bir ilişki geliştirme arzusunda olduğu değerlendirilmektedir.

Ulusal siyaset üzerindeki etkisi güçlü olan Sadr’ın aşiretler üzerindeki kontrolü daha sınırlı olabilir. Ancak Bağdat’ta Sadr şehrinin kırsal alanlardan taşınmış binlerce aşirete ev sahipliği yaptığı dikkate alındığında, Sadr’ın zaman içerisinde aşiretler ile ilişkilerini konsolide edebileceği tahmin edilebilir.

YENİ BAŞBAKANI SENARYOLARI

Abdülmehdi hükümetinin yakaladığı şansı değerlendiremeyerek istifa etmek zorunda kalması sonrası yeni adaylar konusunda Şii gruplar farklı kutuplarda konumlanmıştır.

Abdülmehdi’nin istifa etmesi yönünde ilk çağrıda bulunan Sistani değil, Mukteda es-Sadr olduğu bilinmektedir. 29 Ekim’de Abdülmehdi hükümetinin öncekiler gibi "işe yaramaz" olduğunu söyleyerek, ülkede "iç savaş" başlamadan hükümetin istifa etmesi çağrısında bulunan Sadr, hükümet ortağı Amiri'den hükümetin düşürülmesi çağrısına ilk etapta olumlu cevap almıştır.

Ancak Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin Bağdat’a giderek İran yanlısı gruplara, sokağın ve Sadr’ın aksine, Abdülmehdi’nin görevde kalması konusunda baskı yaptığı iddia edilmiştir. Bunun üzerine, Amiri’nin Sadr ile iş birliği başlamadan sona ermiştir.

Öte yandan, hükümetin düşürülmesi için Sadr ile iş birliği yapacağını söyleyen Amiri’nin, Abdülmehdi yerine geçecek isim konusunda Sairun lideriyle ayrı düşmesinin iş birliğini bitirdiği iddia edilmiştir. Sadr, başbakanlık için, İran’ın baskısıyla Abdülmehdi tarafından görevden alınan Terörle Mücadele Birimi Komutanı Abdulvahap Saadi'yi düşünürken, Amiri’nin Gençlik ve Spor eski Bakanı Abdulhuseyin Abtan'ı kabul ettirmek için çalışması iki grubu ayrıştırmıştır. Tahran’ın, Saadi’nin ABD’ye yakın olması gerekçesiyle kendisine rezerv koyduğu bilinirken, Sadr’ın protestolarda ismi sıkça dile getirilen Saadi’nin toplumda karşılık bulacağı saikiyle hareket ettiği değerlendirilebilir.

Başbakan Abdülmehdi’nin, 29 Kasım’da Sistani’nin çağrısının ardından istifa kararı almasıyla Şii gruplar arasında farklı tutumlar sergilenmiştir. Irak'ta Başbakan Abdülmehdi'nin istifası sonrası en büyük Şii tabana sahip dini ve siyasi lider Mukteda es-Sadr ve Abdülmehdi'nin selefi eski Başbakan Haydar El-Abadi'nin Nasr Koalisyonu yeni hükümet görüşmelerine katılmayacağını duyurmuştur.

Hatta Sadr Hareketi lideri Mukteda es-Sadr tarafından desteklenen Başbakanlık Genel Sekreteri Hamid el-Gızzi istifa etmiştir. İstifa kararının ardından Kasım Süleymani’nin yeniden Bağdat’a giderek Hadi el-Amiri ile Abdülmehdi’nin istifasını engellemek için gizlice görüştüğü iddia edilmiştir.

Süleymani ile görüşmenin ardından Amiri, Sadr’a Abdülmehdi’nin istifasının kaosu derinleştireceğini söylese de Sadr, Abdulmehdi’nin gitmemesi halinde daha fazla kanın akacağı uyarısında bulunmuştur.

Ayrıca, başbakanın istifa kararının ardından, Sadr ve Abadi’nin seçimlere kadar ara dönemde kurulacak hükümette yer almak istemediklerini vurgulaması, İran’a yakınlığıyla bilinen grupların yeni formüller aramasına kapı aralamıştır.

Bunun üzerine, Fetih Koalisyonu lideri Hadi el-Amiri, Kanun Devleti lideri Nuri el-Maliki ile bazı Şii grupların temsilcileri Ulusal Hikmet Hareketi lideri Ammar el-Hekim'in evinde yeni başbakan adayı gündemiyle toplanmış, toplantıya İran'ın Bağdat Büyükelçisi İreç Mescidi’nin de katıldığı iddia edilmiştir. 

Toplantıda Maliki destekli Yüksek Öğretim Bakanı Kusay es-Süheyl, Necef eski Valisi Adan Zurfi, bağımsız Şii siyasetçi İzzet Şahbender, Cumhurbaşkanlığı Müsteşarı Ali Şükri ile Ulusal Hikmet Akımı Üyesi ve Spor ve Gençlik eski Bakanı Abdulhüseyin Abtan'ın adının yeni başbakan adayları olarak geçtiği ifade edilmiştir.

Bu noktada parlamentoda son dönemde hükümete muhalefet eden Ammar el-Hekim’in Sadr’ın boşluğunu doldurmaya çalıştığını söylemek mümkündür. Sadr ve Abadi’nin seçimlere kadar hükümetin parçası olmayacaklarını vurgulaması, yeni başbakan ve hükümetin omuzlarına binecek yükün sorumluluğundan kaçmaya çalıştıkları şeklinde yorumlanabilir.

SONUÇ

Sonuç olarak, protestolarda da görüldüğü üzere, Irak’ta Şiiler, siyasal ve toplumsal anlamda ciddi mobilizasyon gücüne sahiptir. Ancak ülke siyasetinin temel belirleyicisi olan Şii grupların parti çıkarlarını öncelemesi, ülkeye zarar verdiği gibi terör örgütlerinin taban bulmasına ve dış müdahalelerin önünün açılmasına da neden olmaktadır.

Irak’ta hali hazırda zemini ve hareket kabiliyeti olan IŞİD, El-Kaide ve PKK gibi terörist yapıların ülkedeki her türlü güç boşluğundan faydalanma yeteneğine sahip olduğu dikkate alındığında, ülkedeki siyasi gruplar arasındaki çatışma alanlarının ve gerilimlerin azaltılmasına yönelik eylemler geliştirilmesi gerekmektedir. Yer yer milis çatışmalarına da dönüşen gerginliğin tırmanmaması için Iraklılık kimliği üzerinde mutabakat geliştirilmesi en iyi çözüm yolu olarak görünmektedir.

Ancak etnik ve mezhepsel ayrışmaları geriye iten bir unsur olarak protestolarda ortaya çıkan Iraklılık kimliği benimsenmeden ve İran’ın ülkedeki faaliyetleri minimize edilmeden, Şiilerin iç siyasetindeki de dahil olduğu ayrışmanın devam edeceği ve bu durumun toplumsal gerilimi canlı tutacağı görülmektedir.

(ORSAM.ORG.TR. / MEHMET ALACA)

Facebook'ta Sol İtiraz