27 Aralık 2024 Cuma

Devrimci Yön

İran'daki olayların ekonomik arka planı (Analiz)

İran'daki olayların ekonomik arka planı (Analiz)
10 Ocak
00:00 2018

İran’ın Kuzey doğusunda yer alan Meşhed kentinde 28 Aralık Perşembe günü başlayan ve daha sonra birçok şehre yayılan gösteriler gerek Türk gerekse de dünya basınının en önemli gündem maddesi haline gelmiştir. Ülkedeki gösteriler bir yönü ile “içsel” bir yönü ile “dışsal” karaktere sahiptir. Bazı analistler içsel değişkenlere bazıları ise dışsal değişkenlere vurgu yapmaktadırlar. Takip eden satırlarda ise her iki yöndeki değişkenler hakkında genel bir çerçeve sunulacak ve özellikle olayların ekonomik/jeo-ekonomik boyutuna değinilecektir.

İDEOLOJİ ve EKONOMİ

İran ekonomisi yaklaşık 37 yıldır yaptırımlarla mücadele etmektedir. İran devlet sistemi, rejimi korumak için çok sayıda ve çoklu katmanlı mekanizmalar ile örgütlenmiş bir yapıya sahiptir. Ülkede ideoloji ve dolayısıyla rejimin bekası ister istemez ekonominin önünde yer almaktadır. Ekonominin önemli kuramlarından birisi, kaynakların alternatifler arasında dağıtılması konusunda aktörlerin genelde sistematik hata yapmamalarına dayanmaktadır. Bireyler ve firmalar bu tür hataları sistematik bir şekilde yapmaları durumunda yaptıkları hataların sonuçlarına katlanmak zorundadır. Devlet konunun odağına konulduğunda durum değişmektedir. Devleti yöneten aktörler, verdikleri kararların sonuçlarına katlanmak zorunda kalmayabilirler. Bunun yanında aktörlerin, sistemin bekası sağlamaya odaklanması durumunda, kaynakların dağıtılmasında ekonomik olmayan kararların sayısı ve ağırlığı artmaktadır. Nitekim İran Devrimi sonrasında sistemi koruma kaygısı ekonominin önüne geçmiştir. Bu nedenle, ülkenin kaynaklarının -ekonomik anlamda- verimli ve refah artırıcı alanlardan uzaklaştığını söyleyebiliriz. Diğer bir ifadeyle, kaynakların dağıtılması sürecinde öncelik ekonomik etkinliği artırmaya verilmediği için İran’da refah olması gerektiği oranda artmamıştır. Yönetici elitlerin bu şekilde kararlar vermesinde “dışsal” faktörler devreye girmektedir. İran yönetici elitlerine göre, rejimin bekasının korunması hususundaki hassasiyetin meşruiyet sorunu yoktur. Nitekim Irak ile yapılan savaş, bu savaş sırasında bazı ülkelerin takındıkları tutum ve bitmek bilmeyen ekonomik yaptırımlar bu bağlamda gösterilen önemli referanslardır. Devrim sonrası İran’ında ekonomi, bir türlü ideolojik kaygıların önüne geçemediği için ülkedeki geniş halk kitlelerinin sosyo-ekonomik sorunlarına tam anlamıyla odaklanılamamıştır.

ULUSLARARASI YAPTIRIMLARIN ROLÜ

2006-2010 arası dönemde İran, nükleer silah üretmeye çalıştığı gerekçesiyle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) tarafından arka arkaya çok sayıda ekonomik yaptırıma maruz kalmıştır.[1] Bu dönemde alınan kararlar, İran ekonomisinin kötüye gitmesini tetikleyen başat etkenler arasındadır. ABD ve AB gibi batılı ülkelerin yanı sıra birçok ülkenin BMGK yaptırımlarının uygulanması hususunda gösterdiği titizliğin bu bağlamda altı çizilmelidir. Diğer bir önemli husus da ABD’nin BMGK kararları ile eş zamanlı olarak uygulamaya koyduğu ve “akıllı yaptırımlar” olarak isimlendirilen adımlardır. Nitekim ABD’nin devreye soktuğu bu politikalar, İran ekonomisinin 2012 sonrasındaki olumsuz gidişatında son derece önemli rol oynamıştır.

ABD Hazine Bakanlığının orkestra şefliği yaptığı ve basit bir anlatımla İran’ın küresel finans sisteminden izolasyonunu amaçlayan bu adımlar, İran’ın uluslararası baskı karşısında geri adım atmasında son derece etkili olmuştur. İran dünyadaki diğer ülkelerle ticaret yapsa dahi ticaretten doğan para transferinin engellenmesi ABD Hazine Bakanlığının “icat ettiği” bu “akıllı” yaptırımların temel mekanizmasını oluşturmaktadır.

İran ile P5+1 ülkelerinin uzunca bir süre müzakere ettiği ve 2016’nın ocak ayında yürürlüğe giren nükleer anlaşma ile İran, nükleer araştırmalarını uluslararası denetime açacağı ve bu araştırmaların barışçıl olmayan yollara sapmayacağı yönünde taahhütte bulunmuş ve bunun karşılığında BMGK tarafından uygulanan yaptırımların kalkacağı taahhüdünü almıştır.

PETROL GELİRLERİNDEKİ DALGALANMALAR

2000’li yılların ortalarından itibaren artan petrol fiyatları sayesinde, İran ekonomisi oldukça iyi bir ivme kazanmış ve 2012 yılına gelindiğinde cari dolar kuru ile İran milli geliri 600 milyar dolar düzeyine yükselmiştir. BMGK tarafından alınan yaptırım kararlarının uygulanması hususunda ABD’nin aktif rol oynaması ve ABD tarafından uygulanan akıllı yaptırımların titiz bir şekilde uygulanmaya konulması, 2010 sonrasında etkilerini göstermeye başlamış ve 2012 sonrasında İran ekonomisi nefes alamayacak şekilde köşeye sıkışmaya başlamıştır. Yaptırımların sıkılaştığı bu dönemde, ABD doları bazında İran ekonomisi %40 civarında daralmıştır. 2012 yılında 600 milyar dolar olan milli gelir, 2015 yılında yaklaşık olarak 215 milyar dolar azalarak 385 milyar dolara gerilemiştir. IMF verilerine göre, İran’ın 2018 yılı milli gelirinin 400 milyar dolar olacağı tahmin edilmektedir. Dolayısıyla nükleer anlaşma sonrasında ekonomide ciddi bir iyileşme olmadığı gibi geleceğe yönelik hissedilir bir gelişme emaresi de gözlemlenmemektedir (Bakınız Grafik-1).

İran ekonomisinin en önemli kırılganlığı, ekonominin petrol gelirlerindeki değişmelerden ciddi şekilde etkilenmesidir. Bu kırılganlık bir yönüyle doğrudan ekonomik performansa diğer yönüyle de dolaylı olarak kamu maliyesine etki etmektedir. 2016 Ocağında BMGK tarafından uygulanan yaptırımların kaldırılmasına rağmen İran ekonomisinin bir türlü istenilen oranda toparlanamamasında rol oynayan önemli bir diğer etken, petrol fiyatlarının 2015 yılının sonlarından itibaren ciddi şekilde düşmesidir. 2000’li yılların ortalarında başlayan ve 2011-2014 arası dönemde 100 doların üzerine çıkan ham petrol varil fiyatı, petrol ihracatçısı birçok ülkeye büyük avantajlar sağlamıştır. 2016 Ocak ayında 30 dolar düzeylerine gerileyen ham petrol fiyatları, 2017’nin ortalarından itibaren toparlanmaya başlasa da fiyatlar hala 60-65 dolar bandında seyretmektedir. İran her ne kadar ihraç ettiği petrol miktarını yaptırımların kalkmasının ardından artırsa da petrol fiyatlarının düşük seyretmesi ülkenin petrol ihracat gelirlerinin istenildiği düzeyde artmasına müsaade etmemiştir. Nitekim dünya petrol fiyatlarının rekor kırdığı 2011 yılında İran’ın petrol ihracat gelirinin 100 milyar doların üzerine çıktığı düşünüldüğünde 2016 yılında elde edilen 40 milyar dolar civarındaki petrol ihracat gelirinin oldukça düşük kaldığı ortaya çıkmaktadır. Gerek yaptırımların sıkılaştığı dönemde ekonomideki olumsuz gidişatın gerekse de yaptırımların kalmasına İran ekonomisinin bir türlü toparlanamamasının bir nedeni de petrol gelirlerindeki bu düşüştür.

EKONOMİK DARALMA ve ARTAN İŞSİZLİK

İran ekonomisinde gözlemlenen bu olumsuz tablonun ikincil etkisi işsizlik üzerine olmuştur. Resmî rakamlara göre işsizlik oranı %12 civarında olsa da gerçekte bu rakamın çok daha yüksek olduğu söylenebilir. Genç nüfus arasında işsizliğin %30 gibi daha vahim oranlarda seyrettiği tahmin edilmektedir. Yaş ortalamasının 29.4 olduğu İran’da her yıl yaklaşık 700-800 kişi işgücü piyasalarına katılmaktadır. İran’da işgücüne katılan bu insanlar için istihdam yaratılması ancak %5-8 civarında bir büyüme ile mümkündür.[2] Böyle bir büyüme rakamının sürdürülebilir bir düzlemde gerçekleştirilmesi de ülkenin yerli tasarrufları ile mümkün görünmemektedir. Bu nedenle, ekonomik kalkınma için doğrudan yabancı yatırımlar hayati önemdedir. Bu noktada ABD Başkanı D. Trump ve dolayısıyla ABD yönetiminin İran’a uygulanan yaptırımları gevşetmemesi ve daha da sertleştirmesinin altını çizmek gerekir. Yabancı yatırımcıların İran’a gitmekte isteksiz davranmasının İran’ın kendi dinamiklerinden ziyade ABD’nin bu tutumundan kaynaklandığını söyleyebiliriz. İşsizliğin bu denli yaygın bir sorun olduğu ülkede, işsizlerin ve özellikle genç işsizlerin son günlerde yaşanan türde eylemlere katılması ve bu gençlerin manipüle edilmesi oldukça kolaydır.

DÜŞÜK GELİRLİ KESİMLER VE SÜBVANSİYONLAR

Petrol gelirlerindeki düşüş İran kamu mali dengesinin de bozulmasına neden olmuştur. 2013 yılında iktidara gelen Hasan Ruhani’nin çözmek zorunda kaldığı ve giderek kötüleşen kamu gelir-gider dengesi ciddi bir sorundur. Bu sorunu çözmek için Ruhani hükümetinin bazı sosyal harcamalarda kesinti yapmayı tercih ettiği gözlemlenmektedir. İran Devriminin önemli bir ideolojik ayağını oluşturan sosyo-ekonomik adaletin sağlanması hususunda gelirin yeniden dağıtımı politikaları oldukça önemli bir yere sahiptir. Bu çerçevede uzunca bir süre oldukça kapsamlı ve verimsiz bir yol olan “fiyat sübvansiyonları” kullanılmıştır. Bu politikadan 2005-2013 yılları arasında görev yapan 5. Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad döneminde vazgeçilerek “doğrudan gelir desteği” politikaları devreye sokulmuştur. 2009 yılında başlayan ve altyapısı iyi oluşturulamadığı için devlet bütçesine ciddi bir yük getiren doğrudan gelir politikası Ruhani tarafından revize edilmeye çalışılmıştır. 2009 yılında tüm İran vatandaşlarını kapsayan bu politikanın İran bütçesindeki ağır yükünü hafifletmek için peyderpey bu desteklerden yararlanan kişi sayısı azaltılmıştır. İkinci olarak, 2009 yılında belirlenen ve kişi başı aylık 455 bin riyal ya da o dönemki spot döviz kuru ile 40 ABD doları olan ödemeler, zaman içinde enflasyon baz alınarak güncellenmemiştir. Nominal olarak hala 455 bin düzeyinde olan kişi başı ödemeler alım gücündeki azalma nedeniyle reel olarak 10 ABD dolarının altına düşmüştür. 2009 yılında 5 kişilik fakir bir aile için çok değerli olan bu ödeme bugün herhangi bir anlam ifade etmemektedir.

Düşük gelirli kesimleri olumsuz etkileyen diğer bir husus da bazı ürünlerin fiyatlarındaki artışlardır. Yakın dönemde fakir hane halklarının bütçelerinde büyük yekûn tutan gıda ve benzeri ürünlerin fiyatlarındaki %20’nin üzerindeki artışlar bu kesimleri zor duruma sokmuştur.

FİNANS SEKTÖRÜNDEKİ ÇARPIKLIKLAR

İran’da meydana gelen olaylara yönelik olarak “iç boyut” ile ilgili bahsedilmesi gereken diğer bir etken de İran finans sektörünün ve özellikle bankaların içinde bulunduğu yapısal/kurumsal sorunlardır. İran’da tasarruflar yetersizdir. Finansal ve fiziki olarak yabancı yatırımcıların ülkeye teveccüh etmemesi, kıt olan tasarrufların ihtiyaç içinde olan kurumlara (firmalara) kanalize edilmesinde ekonominin doğası ile uyuşmayan yöntemlerin uygulanmasına neden olmaktadır. Ülkede İran Merkez Bankasının belirlediği standart ve regülasyonlar çerçevesinde faaliyette bulunan formel bankacılık kurumlarının yanında bu tür standart ve regülasyonlara uymayan “banker” benzeri çarpık finansal kuruluşlar bulunmaktadır. Formel kurumlar İran Merkez Bankasının yönlendiriciliği ile şekillenen faiz miktarını kullanırken, enformel yapılar tasarruf sahiplerine bu politikaların dışında ve çok daha yüksek oranlar teklif etmektedir. Tasarruf sahiplerinden bazıları da bu tarz kuruluşların finansal yapılarını tam anlamadan yüksek gelir beklentisiyle paralarını buralara yatırmaktadırlar. Bu tür enformel kurumlar, topladıkları fonların dağıtımında yine regülasyonlara uymamakta ve riskli alanlara bu paraları kanalize etmektedir. Son yıllarda bu tür enformel kurumlara paralarını yatıran ve çoğunluğu küçük tasarruf sahibi olan İranlılar, bu kurumların iflas etmesi nedeniyle paralarını alamamışlardır. Mağdur küçük tasarruf sahibi insanları rasyonel gerekçelerle ikna etmek kolay değildir. Ülkede parasını bu tür kurumlardan alamayan çok sayıda insanın olması ve İran devletinin kolaycılığa kaçarak bu insanların içine düştüğü açmazı çözmeye yönelik herhangi bir adım atmaması bu insanları kızgınlığa sevk etmiştir.

İRAN ve ORTADOĞU

İran’da egemen olan rejimi zayıflatmak hatta bu rejimi Batı ile uyumlu bir yönetimle ikamet etmek isteyen ülke sayısı az değildir. Başta ABD olmak üzere, İsrail, Suudi Arabistan ve birçok ülke İran’ın mevcut rejiminden hoşlanmamaktadır. Bazı analistler İran’daki olayların arkasında ABD olmak üzere İsrail ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin olduğu değerlendirmesini yapmaktadırlar. Bu iddianın somut delillerle kanıtlamanın oldukça zor olduğu aşikardır. Yine de, olaya daha pragmatik bir çerçeveden bakılması bazı şeylerin anlaşılmasını kolaylaştırabilir.

Ortadoğu’daki gelişmelerin yetkin şekilde analiz edilmesi, gündelik cereyan edişi tarzından ziyade daha geniş perspektifte değerlendirilmesini gerektirmektedir. İran’da son günlerde yaşanan olayların ortaya çıkışında ABD ve diğer ülkelerin herhangi bir payı olmasa dahi İran’ın uzun soluklu bir istikrarsızlığın içine düşmesinin bu ülkelerin işine yarayacağı söylenebilir. Bu anlamda, D. Trump’ın yakın dönemde açıkladığı Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesinde Rusya ve Çin’in açık bir biçimde ABD’nin hegemonyasına “rakip” olarak tanımlaması oldukça dikkat çekicidir. Aşağıdaki haritada da görüleceği üzere, Çin’in ABD’ye karşı gücünün artması enerji güvenliğini temi etmesi ve ürünlerini pazarlama imkânı tanıyacak bir “kuşak yol” oluşturmasıyla ilişkilidir. Çin’in batısının çevrelenmesi Afganistan, Pakistan, Tacikistan, Özbekistan ve İran gibi ülkelerin istikrarsızlaştırılmasını ya da bu ülkelerdeki yönetimlerin ABD ile uyumlu çalışmasını gerektirmektedir. Çin’in enerji tedarikinin denetiminin ABD’nin kontrolüne geçmesi için ise her şeyden önce Basra Körfezindeki petrol ihracatçısı ülkelerin ABD ile uyumlu hareket etmesine bağlıdır. İran’da başlayan olaylar nedeniyle Çin tarafından yapılan resmî açıklamada ‘‘İran'ın istikrarını korumasını ve kalkınmasını diliyoruz'' ifadesinin kullanılması bu noktada oldukça önemlidir.[3]

İRAM ARAŞTIRMALAR MERKEZİ EKONOMİ KOORDİNATÖRÜ MURAT ASLAN'IN  YAZISININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ...

SOLİTİRAZ.COM

Facebook'ta Sol İtiraz