İslamcılığın gölgesinde Türk siyaseti (Analiz)
İslamcı çizgide yayın yapan ahval.com'daki analizi değişik bir bakış açısı kazandırabileceği için yayınlıyoruz:
Başlangıcından itibaren, en küçük yerel cemaatten en organize siyasi partiye kadar Türkiye İslami hareketinin ortak asıl amacı ülkede İslami bir düzen kurmaktı.
İslami hareket elbette kendi ideolojisine göre Türkiye’nin ekonomik ve diğer sorunlarını da çözmek istiyordu. Ancak bütün bu amaçlar ikincildi. Esas gaye, bunların ötesinde ülkedeki siyasal ve sosyal düzeni İslami normlara göre yeniden inşa etmekti.
Bir benzetme ile ifade edersek İslami hareketin DNA’sı devrimsel bir gen taşımaktadır.
Bu DNA, İslami hareketin uzun vadede kendine özgü devrimci bir karakter ile Türkiye’yi İslami bir düzene taşımasını zorunlu kılmaktadır.
Bu anlayışa göre Türkiye’de İslami olmayan bir düzen vardır ve esas mesele bunun yıkılıp yerine İslami olan, yani meşru olanın, konulmasıdır.
Özünde bir İslami dönüşüm yapmaya kurgulanmış bu DNA yüzünden İslami hareket hiç bir kazanım ile tatmin olmamıştır: Örneğin, İslami hareket bürokrasi, medya, iş dünyası, hükümet, istihbarat, hariciye gibi öteden beri domine etmek istediği her alanı fiilen kontrolü altına almış durumda.
Ancak bütün bu ‘kazanımlar’ İslami hareketi tatmin etmemektedir. Çünkü bunlar, toplamda bir İslami düzen tesis edilmesi anlamına gelmiyor.
İslami bir düzene geçmek ise siyasetin ve toplumun ana referanslarının İslami ölçülere göre yeniden belirlenmesi anlamına geliyor. Halbuki Türkiye’de bu gerçekleşmedi.
Fiilen pek çok alanda Türkiye toplumu ve siyaseti belirli bir İslami çerçeve içine sokulmuş durumda olmasına rağmen bunlar top yekûn İslami düzene geçildiği anlamına gelmiyor.
O nedenle hangi siyasi kazanımları gerçekleştirmiş olurlarsa olsun İslami aktörlerin büyük bir paradigmatik değişiklik geçirmediği sürece DNA’sında kodlanmış İslami devrim ülküsünden vaz geçeceğini beklememek gerekiyor.
Ancak, son dönemde İslami hareketin Türkiye siyasetini neredeyse domine etmesi sonucu ülkede bir tür devrimsel durum ortaya çıkmıştır: Türkiye’de artık siyaset geleneksel normal rayında ilerlememektedir. Türkiye’de siyasal rejim, bazı alanlarda fiilen de olsa gelişmekte olan bir yeni İslami paradigmaya göre hareket etmektedir.
Zaten, literatürde, “devrimsel durum” bir ülkede bazı aktörlerin bir devrimin gerçekleşme ihtimalinin olmasını kabul etmesine ve artık buna göre davranmaya başlamasını ifade etmektedir.
Nitekim, bugün Türkiye’de kısmen geleneksel seküler kısmen yeni ortaya çıkan İslami paradigmaların arasında kalmış melez bir siyasal ve hukuksal rejim gözlemlemekteyiz.
Burada, hemen İslami hareketin Türkiye’de siyasal devrim anlayışını hatırlamak gerekiyor: Buna göre Türkiye’de İslami dönüşüm 1979 yılında İran’da yahut 1917 yılında Rusya’da olan devrimler gibi radikal olmayacaktı.
Türkiye’de İslami hareket, başlangıcından beri ‘tedrici’ bir stratejiyi benimsemiştir. Esasen bu ‘tedrici’ strateji son derece başarılı olarak devam etmekteydi. Ancak, 2000lerin sonunda ortaya çıkan Cemaat-AKP kavgası, Türkiye’nin İslami bir düzene doğru sorunsuz gidişini sekteye uğrattı.
Bunun sonucunda, AKP, 2013 sonrasında İslamileşmeyi gözle görülür biçimde daha radikal bir düzeyde gerçekleştirmek zorunda kaldı. Zira, İslamileşmek artık AKP için bir hedef olmak kadar hayatta kalmak için de önemli bir strateji halini aldı.
Nitekim, AKP bugün hala ayakta ise bunu büyük bir ölçüde otoriterleşme ve İslamileşme ajandalarına borçludur. Öyle ki AKP yaklaşık beş yıldır kendi ihtiyaçlarına göre mevcut sistemi askıya alarak, değiştirerek bazen fiilen yeni bir rejim intibaı uyandıran uygulamalara başvurarak yoluna devam etmektedir.
Öte yandan kamuoyunun pek bilmediği ama İslami hareketin iç dinamiklerini belirleyen pek çok kanaat önderi, Türkiye’nin İslamileşmesi için tarihsel bir fırsat elde edildiğini ve bedeli ne olursa olsun geri adım atılmamasını düşünüyor.
Dolayısıyla günümüz Türkiye siyaseti aslında pratikte bir devrimsel duruma işaret ediyor: Türkiye’de artık siyasi rekabet kimin yöneteceği ile ilgili bir tartışma değildir. Türk siyasetinde izlediğimiz bilek güreşi, siyasal ve sosyal rejimin nasıl olacağı ile ilgilidir.
İslami hareketin giriştiği tedrici İslami devrimi durdurmak için karşı bir blok ise büyük bir enerji harcıyor. Belli ki bu bloğun içinde önemli bir grup, bütün gördüğü zarara rağmen siyasal rejimin elde kalan imkanları ile hedefine ulaşabileceğine inanıyor.
Halbuki İslami aktörler çeşitli alanlarda yaptıkları işleri meşrulaştırmak için bir süredir İslami bir referans sistemine geçmiş durumdalar.
Seçim yapmak, savaş yapmak gibi devrim yapmak da siyasi tarihte alışılmış durumlardandır. Türkiye toplumunun ne yapacağı kendi sorunudur ve kendi bileceği iştir. O nedenle, Türkiye’de olup bitenler için “iyidir” yahut “kötüdür” demeksizin bir noktanın altını çizmek gerekiyor:
Türkiye’de fiilen artık bir tür melez rejim oluşmuştur. Bu melez rejim, etkisini sadece siyaset ve hukuk alanında göstermiyor. Örneğin kendine özgü fiili bir İslami devletçilik yeni ekonomik model olarak ortaya çıkmıştır. Bu yeni İslami ekonomik anlayış mesela vatandaşların bir kısmı ile yöneticiler arasında farklı bir ilişki biçimi üretmeye başladı bile.
Kısacası Türk siyasetinde bir tür devrimsel durum ile karşı karşıya olduğumuza işaret eden çeşitli göstergeler mevcuttur. Uzun vadeli stratejilerine bakılırsa Türkiye’deki İslami blok, sadece iktidarı elinde tutmak istemiyor bunun ötesine geçip Türkiye’de yeni bir siyasal ve sosyal düzen kurmayı talep ediyor.
Dolasıyla, burada önemli olan iki nokta şudur: İlk olarak, ülkede her şey normal alışıldığı gibi gerçekleşiyormuş gibi analizler yapmak yanıltıcı olur.
Gökhan Bacık'ın yazısının tamamını okumak için
SOLİTİRAZ.COM