Kasım Süleymani suikastı ve Orta Doğu dengeleri
11 Eylül 2001’de ABD ve tüm dünya şok olmuştu. Afganistan’da Taliban’ın koynunda büyüyen ve ABD’nin Sovyetlere karşı bizzat desteklediği Bin Ladin’e bağlı El Kaide militanları New York WTC kulelerine kaçırdıkları uçaklarla dalmış, 2. Dünya Savaşı’nda bile Pearl Harbor dışında savaşı, ülkesine sıçratmayan ABD’nin kalbine ateşten bir hançer saplamıştı; Brzezinski’nin eski dostu Bin Ladin.
Bush ve neo-con kabinesi derhal Afganistan’a savaş tezkeresi çıkardı. Taliban’ın olay olur olmaz El Kaide saldırısını lanetlemesi, durumu kurtarmadı. Afganistan’a operasyon konusunda ABD ve müttefiklerine kimse itiraz etmedi. ABD ve müttefikleri göz açıp kapayıncaya kadar Afganistan’da Taliban ve El Kaide hedeflerini vurmaya başladı. Ancak ABD’nin gözünü diktiği ve yapmak için dünyayı gerçekten ikna etmesi gereken bir hedefi daha vardı; Irak ve Saddam Hüseyin.
ABD ve İngiltere’ye göre Saddam yönetimi, El Kaide’ye destek veriyordu. Dahası, kimyasal ve nükleer silah üretmeye hazırlanıyordu. Göreceli laik bir yapıya sahip Baas rejiminin, El Kaide’ye destek verdiği iddiasına çocuklar bile güldü. Hatta o dönem ABD senatosunda demokratlardan Bush’a “eğitimine ilkokuldan tekrar başla!” gibi aşağılayıcı itirazlar geldi; Saddam ve El Kaide bağlantısı iddiası üzerine. Kimyasal ve nükleer silah iddialarına karşılık ise Saddam, BM ve yetkili kuruluşları ülkesine davet ederek bu iddiaların gerçek dışı olduğunu ispatlamak istemişti.
İngiltere’de Blair, ABD’de ise Bush yönetimi bir taraftan Afganistan’da küresel teröre karşı amansız bir savaş verirken, diğer yandan da Irak işgali için müttefiklerini ikna edebilmek adına çok yoğun diplomatik çaba içerisindeydi.
2001 Kasım ayında ABD hava kuvvetlerinin Afganistan Herat’a yaptığı bir hava saldırısında Tevhit ve Cihat Medresesi adlı, El Kaide tarafından beslenen bir örgütün kampı yerle bir edildi. ABD, Bin Ladin’in peşindeyken esas başını ağrıtacak düşmanı bu saldırıdan yaralı kurtuldu ve iddialara göre Gulbettin Hikmetyar himayesinde İran’a geçti. O isim, sonradan Irak El Kaidesi ve ölümünden hemen önce, IŞİD’e dönüşecek Mücahit Şura Konseyi kurucusu olacak isim, Katillerin Şeyhi Ebu Musab el-Zerkavi’den başkası değildi.
Tüm bu gelişmeler olurken Afganistan ve Irak’ta son derece etkin ancak olaylara asla doğrudan müdahil olmamakla birlikte akışını belirleyen İran da pusudaydı. Çok genç yaşlarda mensubu olduğu Devrim Muhafızları’nda, 1998’de başladığı Irak kariyerinde hızla tırmanan Kasım Süleymani komutasındaki İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü, şüphesiz bu iki ülkedeki en etkin istihbarat örgütüydü ve İran da her emperyalist devlet gibi sahadaki “tesadüfleri” ve dinamikleri kendi lehine belirlemek için hummalı çalışmalar içerisindeydi.
Zerkavi, Mukaddesi ve Makdisi gibi mezhepsel çatışmayı savunan, El Naci gibi saf terör ve kaos üzerinde yükselecek bir Hilafet hedefleyen, Bin Ladin’in yanında bir alim sayılabileceği çok tehlikeli bir isimdi. İran istihbaratı onu 1989’dan beri gayet iyi tanıyor, gelişimini takip ediyor ve hatta yönlendiriyordu. Zira Zerkavi’nin arasının çok iyi olduğu isimlerden Gulbettin Hikmetyar, iddialara göre İran’ın Afganistan’da El Kaide içindeki adamlarından biriydi. Herat’taki saldırıdan sonra İran, Hikmetyar’la birlikte kendi ülkesine kaçan, hamisi olduğu Şiileri baş düşman gören bu adamı iyileştirdi, besledi ve 1991’den beri Saddam’ın nüfuz edemediği Kuzey Irak’taki uçuşa yasak bölgedeki iki önemli Kürt liderden biri olan Molla Karikar’ın yanına bizzat gönderdi!
Kasım Süleymani, Irak’ın bu kaos dönemlerinde istihbarat faaliyetlerinin başındaki isimdi. Devrim Muhafızlarına bağlı Kudüs Gücü komutanı Süleymani ve İran rejiminin beyin takımı, öyle görünüyor ki ABD’nin Irak işgaline karşı durmak şöyle dursun, petrol uğruna gömüleceği bataklığı bildiği Bush’a bu işgal için aradığı meşru sebepleri sağlamak adına kusursuz da bir plan yapmış!
Süleymani’nin şeytani zekâsı, ABD ve koalisyon güçlerine Irak işgali için aradığı meşru sebebi tam da bu dönemde bir Fars oyunuyla altın tepside sundu. Selefi Kürt lider Molla Karikar, uçuşa yasak bölgede Ensar el İslam adında bir örgüt kurmuştu. Suudi Arabistan ve Kuveyt’ten maddi destek alan ve kurtarılmış bölgeler ilan eden Karikar, aynı zamanda kitle imha silahlarına da meraklıydı; özellikle kimyasal silahlara… İran’da iyileşip Karikar’ın yanına gelen ama ona biat etmeyen yeni müttefiki Zerkavi de onun meraklı olduğu bu konuda bir hayli bilgiliydi. Zerkavi, burada birkaç adamıyla örgütlenmeye çalışırken, Ensar el İslam’dan silah ve barınma yardımı da almaya başlamıştı. İdeolojik benzerlik gösterdiği Kürt lider, Zerkavi’ye kimyasal silah laboratuarlarını da açmış, bu işi birlikte yapmayı da hoyratça teklif etmişti!
İran, müthiş bir oyun oynadı. 2002 yazında, Gulbettin Hikmetyar’ın daveti ile İran’da bulunduğu bir anda Kuveyt ve Suudi Arabistan destekli Kürt mollayı tutukladı. Mollayı, hiçbir diplomatik ilişkisi olmayan Amsterdam’a sınır dışı etti ve Hollanda hükümeti de hakkında yargılama kararı çıkartan Norveç’e! Norveç’te apar topar hâkim karşısına çıkarılan Karikar, tam da İran’ın hesapladığı üzere mahkemede bülbül gibi öttü. Neler mi dedi? Bush ve Blair Tanrıdan neyi ümit ediyorsa onları…
ABD ile savaşmak istemiyormuş Kürt molla! Bitmedi, Irak’ta (Zerkavi’yi kast ediyor) El Kaide’nin önemli bir komutanının bulunduğunu ve burada kimyasal silah ürettiğini söylemişti Kürt molla (kendi laboratuarlarını kast ediyor).
Karikar, mahkemeden sonra tahliye edildi! İfadeleri altın değerindeydi. Şu an hala Avrupa’da yaşıyor Kürt molla. Bugünkü demeçlerine bakarsanız pek barışçıl birisi! Nasıl olsa insan unutur, birçok kişi ona böyle bakıyor bugün!
Kasım Süleymani’nin planı tıkır tıkır işliyordu. Şimdi sırada Karikar’ın örgütünü nasıl sattığını, örgüt tabanına duyurmaya gelmişti. Selefi Ensar el-İslam’a TV, gazete, internet yasaktı. Radyoda yalnızca Kuveyt parasıyla kurulmuş, cihat ve hilafet propagandası dışında yayın yapmayan Selefi bir istasyona izin vardı. Suudi Arabistan’dan her ay gelen Cihad’ın Sesi dergisi dışında yazılı bir şey de yoktu. Molla bu yolla örgütünü kontrol etmek istiyordu ama o radyo istasyonunu ele geçirmek Süleymani için pek de zor değildi. Örgüt üyeleri, liderleri tarafından satıldıklarını bizzat liderlerinin izin verdiği radyodan öğrendi. Zerkavi, 2002 yazında dağılan örgütü toparlayarak Irak’ta Şii kanlarıyla kuracağı terör imparatorluğunu yine bizzat Kasım Süleymani’nin dolaylı yardımlarıyla ilan etti.
Bush ve Blair hükümetleri, BM kapalı oturumunda Norveç’teki mahkeme tutanaklarını masaya attı. Irak işgaline karşı olanlar da yutkunup kalmıştı. Bush ve Blair, o tutanaklara göre gayet haklıydı. Uçuşa yasak ve nüfuz edemediği yerde olan bitenlerden, Saddam sorumluydu. ABD ve İngilizlerin aradığı meşru sebep onaylandı. ABD, 2003’te Irak’a girdi.
Süleymani ve Tahran için, Irak’ta planın yeni safhası başlayacaktı. Bir istihbarat dehası olan Süleymani, şimdi ülkesinin maddi kaynaklarını kullanmadan, arka bahçelerine dönüşen Irak’ta ülkesinin çıkarları için eşsiz şartlar hazırlıyordu. Çok ince hesaplanmış adımlarının her birini başaran Süleymani, ülkesinde efsaleneşiyordu. İran’ın “ahmak, çağdışı, yasadışı, donanımsız” olduğuna ciddi ciddi inanan Bush yönetimi, İran’ın başına bela ettiği, ülkedeki Şiilere ve ABD işgal güçlerine kan kusturan Zerkavi ile uğraşırken 2005 yazında Necef’te İran bağlantılı Şii lider Mukteda es-Sadr ABD operasyonuna ilk defa “işgal” dedi. İran’ın silahlandırdığı Mehdi Ordusu milis güçleri sahaya indi. ABD askerlerine Necef, Samara ve Bağdat başta olmak üzere ülkeyi dar ettiler. Sünnilerle kıyasıya savaşan ve ağır kayıplar veren Bush bile Trump kadar çılgın değildi. Görev gücü komutanı Casey’e, İmam Ali camiinde kuşatılan Sadr ile yani, Kasım Süleymani ile yani, İran’la anlaşma emri verdi! ABD’nin ikinci bir cepheye, hele ki Şii çoğunluğa sahip Irak’ta, İran’la açılacak bir cepheye tahammülü ve uzun vadede dayanacak gücü yoktu. Bunu asla öngörmemişlerdi. Şimdi İran’ı hafife almanın bedelini ödeme vaktiydi.
Anlaşma koşulları ABD açısından aşağılayıcı derecede ağırdı ama İran’la bilek güreşinden kaçınmaya değerdi. Önce Casey tarafından Mehdi Ordusu’nun elindeki, ederi 300-400 bin doları geçmeyecek silahların teslimi için 2,5 milyon dolar kadar para verildi. Sonra da ABD senatosu, Şii kentlerin tekrar yapılandırılması için Sadr’a, yani Süleymani’ye, yani İran’a tamı tamına 300 milyon dolar! Süleymani’nin bu parayı kentleri ve mabetleri tamir için kullanmadığı herhalde herkes tarafından tahmin edilir!
Kasım Süleymani, bir yandan Sadr, diğer yandan Zerkavi ile temastaydı. Sahadaki tüm aktörlerle karmaşık ilişkileri ustaca, ülkesi lehine yönetiyordu. Şii düşmanı Zerkavi, kendisine yardım eden bu Şii komutandan nefret ediyordu diyemeyiz. Onla doğrudan çalıştığını söylemek de zorlama bir komplo teorisi olurdu. Suriye muhaberatının da, İran’ın da içlerine sızdığını gayet iyi biliyor, kuralına göre oynuyordu; katillerin şeyhi unvanlı Irak El Kaidesi lideri! Afganistan’daki tecrübeleri, bu dengeleri sağlarken sahada çarpışmasını sağlamaya yetecek kadar fazlaydı.
ABD’den aldığı paralar karşılığında Şii milis güçlerini geri çeken, siyaset sahnesinde yükselmeye başlayan Mukteda es-Sadr, 2006 Şubat ayında Zerkavi Samarra’daki kutsal El Askeri camiini yerle yeksan ettikten sonra sorumluluğu ABD’ye yıktı! Mehdi Ordusu’nu, Şiileri ve Şii mabetlerini korumak için tekrar sokaklara indirdi. Irak’ta, bir haftada Şii ve Sünni, 1500’e yakın insan öldürüldü. Birbirini kesip doğrayan bu iki grup diğer yandan da ABD güçlerine saldırıyordu her fırsatta. Tartışmasız, insanlık tarihinin o zamana kadar şahit olduğu en dehşetli iç savaş sahneleriydi Irak’tan yansıyan kareler.
İran’la doğrudan çatışmaya girmemek için ABD vergi mükelleflerinin paralarıyla İran’dan ateşkes satın alarak bölgedeki baş düşmanını elleriyle bir assolist gibi sahneye çıkartan Bush bunun nasıl olduğunu anlamadı bile. Diplomasinin mucitlerinden Persler, zamanın ilerlemesiyle yöntemlerini değiştirse de bu alanda, hele ki kendi arka bahçesinde rakipsiz olduğunu ispatlamıştı.
Zerkavi 2006 yazında öldürüldü. Çok fazla uzman, Zerkavi’nin yerini ABD’ye Kasım Süleymani’nin verdiğini yazıp çizdi. Zerkavi’nin yaktığı mezhep ateşiyle cehenneme dönen Irak’ta çoğu olan biteni, tesadüfleri, öngörüleni veya tahmin edilemeyeni Süleymani tasarlamıştı. Zerkavi öldüğünde ABD güçlerinin başında bulunan David Patraeus’un Süleymani’yi iyi tanıdığı kendi beyanlarından da anlaşılan bir gerçekti. Muhtemelen, yine bazı tavizler karşılığında Zerkavi’nin yeriyle ilgili istihbaratı almış ve bu işi bitirmişti ABD’li general.
Süleymani, sonrasında günümüze kadar gelen süreçte Irak’ta her zaman Şii çoğunluklu hükümetleri, bölgesel aktörleri, IŞİD’i, El Kaide’yi ve hatta PKK’yı içeri sızdırdığı ajanlarıyla kontrol ve dizayn etti. Devrim Muhafızları’nın bölgedeki etkinliğinin başlıca sebebiydi. Ortaya çıkmasında büyük rol oynadığı, önce Tevhit ve Cihat, sonra Irak El Kaidesi, sonra Mücahit Şura Konseyi ve nihayetinde IŞİD’e dönüşen yapı sayesinde Irak’ta her zaman siyasi, askeri ve istihbarat anlamında sahada baş aktör haline dönüştürdü ülkesini. Türkiye’nin ve Türklerin dostu değildi ama tarihe geçecek bir istihbarat elemanıydı. Ülkesinde gerçek bir efsaneye dönüşmüştü. İran İslam Rejimi var olduğu sürece de Süleymani’nin büyük bir kahraman olarak anılacağından emin olunabilir!
Süleymani’nin öldürülmesinin ne etkiler yapacağını yazabilirdim doğrudan ama bu adamın kim olduğunu bilmek, okurların dimağında, bu adamın öldürülmesiyle gelecek kaosu tahayyül etmeleri açısından daha etkili olacak diye düşündüm. 2005 senesinde bu adamla çatışmamak için küçük düşme, bizzat finanse edip en avantajlı pozisyonda sahneye elleriyle sokma pahasına anlaşan Beyaz Saray, 2020 Ocak ayında Kasım Süleymani’nin ölüm emrini verdi. Süleymani, 3 Ocak 2020 itibarıyla artık “ölü bir şehit”.
Saldırıdan sadece birkaç saat sonra, en son 2006 Şubatında duyulan o cümle dünyanın dört bir yanındaki medya kuruluşları tarafından “flaş haber” olarak geçildi; “Sadr: Mehdi Ordusu sokaklara çıkacak!”
ŞİMDİ NE OLACAK
Beyaz Saray’ın “damadı” Yahudi asıllı Kushner, tartışmasız ABD’nin Orta Doğu politikalarındaki en etkin isim. Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınmasından, Yemen’de Obama’dan devralınan sivilleri hedefleyen Suudi Arabistan üzerinden sürdürülen saldırılara, Irak ve Suriye’de İsrail enerji hatlarını ve menfaatlerini güvene alma odaklı savaşta Kushner’in ve İsrail’deki dostlarının etkisi çok büyük. Belli ki Kasım Süleymani’nin öldürülmesi, Tel Aviv’de uzun uzadıya hesaplanmış ve uzunca bir süredir “yolu yapılan” bir saldırı.
ABD savunma bakanı Esper, Bağdat ABD büyükelçiliğine Şii sivillerin saldırıları sonrası söylediği sözlerde aslında bu suikastın işaret fişeğini atmış diyebiliriz. Esper, büyükelçiliklerine yapılan saldırılarla ilgili İran’ı suçlayıp “etkin önlemler” alınacağını duyurmuştu. Bunun anlamını muhtemelen İran biliyordu ancak yine de kimse doğrudan Süleymani’nin hedef alınacağını düşünmemiş olacak ki İran destekli milis gücü Haşdi Şabi’nin komutanı ebu Mehdi Mühendis’le bir toplantı halindeyken öldürüldü. ABD’nin, Süleymani’nin orada olacağını bilmesi bir sürpriz değil ama saldırıyı göze alması tam bir sürpriz!
Irak ve Suriye’de bundan sonraki dönemde Amerika’yı zor günler bekliyor. Kasım Süleymani, İran için yeri doldurulamaz biri olmaktan öte sembolik açıdan İran’ın bölgedeki gücünün ete kemiğe bürünmüş bir hâliydi. Saldırı ardından şu saatlerde Trump dâhil, üst düzey ABD’li yetkililerden ardı ardına itidal çağrıları geliyor ve İran’ı pazarlık masasına çağırıyorlar. İran, intikam almak yerine ABD ile masaya oturur mu? Büyük ihtimalle evet! Diplomasi ustası Farslar, tıpkı 2006’da olduğu gibi dev imtiyazlar koparabilir ABD’den.
Gerçekçi olmak gerekirse İran’ın, konvansiyonel füze ve ateş gücü açısından ciddi bir aktör olsa da ABD ve müttefiklerini doğrudan vurmak yerine uzun vadede yine çok güçlü olduğu istihbarat oyunları ve asimetrik savaşla Süleymani’nin intikamını alması kuvvetle muhtemel.
Kuveyt, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Suudi Arabistan başta olmak üzere bölgedeki ABD müttefiki ülkeler İran’ın öncelikli hedefleri olacaktır. Bugünkü görkemli kentlerini, lüks yaşamlarını ve kendi ülke sınırları içindeki mutlak hâkimiyetleri ve daha fazlasını 2020 içerisinde kaybedebileceği gibi sınırlarının değişmesine kadar gidecek sancılı bir süreç Arap krallarını bekliyor olabilir. Açık konuşmak gerekirse, her ne kadar silahları daha modern, çok ve arkalarında İsrail ve ABD desteği olsa da bu ülkelerin tamamını toplasanız istihbarat ve askeri anlamda çeyrek İran bile etmezler. İran zaten defalarca bu ülkeleri ABD’ye yataklık etmeme ve İsrail’le müttefik olmama konularında ikaz ve hatta tehdit etmişken Süleymani’nin acısını bunlardan çıkarmaması sürpriz olacaktır.
Bizi doğrudan ilgilendiren bir diğer olası sonuç ise zaten demografik yapımızı, ekonomimizi ve iç güvenliğimizi tehdit eden sığınmacılar. İran destekli Esad güçlerinin İdlib’de kapana kıstırdığı Selefi gruplar dağılmış durumda. Sivillerin arasına karışmaya çalışan Selefi savaşçılar, Erdoğan’ın “gelmelerine müsaade edeceğiz” dediği on binlerce kişiyle ifade edilen yeni grupla birlikte kendilerini buraya atmak istiyorlar. Sadr’ın Mehdi Ordusu’nu toplamasıyla iç çatışmaların artacağı Irak’tan da Türkiye’ye kitlesel göçlerin oluşması, muhtemel diğer sonuçlardan bir tanesi. Türkiye, sınırlarını tahkim edip sınırının birkaç kilometre ötesinde insani yardım kampları kuracağına bu gelenleri de içeri kabul ederse eğer, sığınmacıların yarattığı yıkımın şiddeti ülkemizde şu an öngöremeyeceğimiz noktalara tırmanabilir!
Yine bizleri doğrudan ilgilendiren diğer bir büyük tehdit ise IŞİD’in yeniden doğuşu. Örgütün ideolojik kurucusu Zerkavi de örgüte zirve yaptıran El Bağdadi de mutlak kaos ortamlarını uygun zemin olarak görmüşlerdi. Ortalık kan gölüne döndüğünde bu gölü, kan nehirleri ile besleyerek nüfuz alanını büyüten Selefi cihatçı örgüt, yattığı kış uykusundan uyanmak için böyle bir ortam bekliyordu. “Çok bilen Türk uzmanlar” IŞİD’i yalnızca ABD ve İsrail’in yönlendirdiğini anlatadursun; İran kuruluşundan bu yana IŞİD’in nabzı kadar yakınında ve hatta içinde. Doğrudan Türkiye’yi asla hedef almayacak İran’ın, göçle Türkiye’ye giren Selefi militanlardan habersiz olduğunu ve hatta aralarına sızmadığını düşünmek de çocukça bir avuntu olacaktır.
Çok defa ayrı platformlarda, yazı ve konferanslarda dile getirdiğimiz gibi Türkiye, ivedilikle sığınmacı meselesini iç politika meselesi olarak görmekten vazgeçip bir millî güvenlik sorunu olarak ele almalı ve ülkelerinde büyük ölçüde savaş biten bu insanları derhal göndermeye başlamalı. Bu hamle Süleymani suikastı sonrası Orta Doğu’da ortaya çıkan felaket senaryolarının tamamına uygun bir önlem olacaktır.
İşin “fal bakma” kısmını daha fazla uzatıp enseyi karartmanın bir getirisi yok. MİT muhtemelen tarihinin en yoğun günlerinden birini yaşıyordur. İktidarın başarısızlıkları yanında her şeye rağmen bölgedeki diğer büyük oyuncu Türk istihbaratının, çok daha fazlasını biliyor ve hesaplıyor olduğuna şüphe yok.
Elbette gönül isterdi ki Sadabat Paktı’nı toplayan büyük Atatürk’ün Türkiye’si arabulucu olup tansiyonu düşürsün. Fakat gelin görün ki bugün yolları ayrılmasına rağmen tutarsız, mezhepçi, maceracı, kendini dev aynasında gören, Türkiye’nin istisnasız tüm komşuları ve bölge aktörlerini ile arasını bozan, içeride ve dışarıda binden fazla insanımızı kaybetmemize sebep olan politikaları stratejik bir deha olarak gören Neo-Osmanlı Ahmet Davutoğlu perspektifi ile sürdürdüğü dış politika sayesinde Türkiye, bölgenin en güvenilmez aktörü.
Komşularının iç işlerine müdahale eden, Trump ve Putin’in aynı anda “potansiyel terör örgütü” olarak gördüğünü saklamadığı Müslüman Kardeşleri hâlâ destekleyen, artık rafa kalkmış Arap Baharı Projesi’ni ısrarla, olmayan ekonomik gücüyle sürdürmek pahasına yurttaşlarına ekonomik ve sosyal çöküntü yaşatan iktidar eğer bakış açısını değiştirmezse 2020’de Arap dünyasında yanacak ateşin ülkemize sıçraması işten bile değil!
Kasım Süleymani’nin öldürülmesi sonrasında gelişecek dinamikleri kontrol etme olasılığı ve kabiliyeti bölge aktörlerinde var ama bizim yapabileceğimiz tek şey kendimizi olası felaketlerden sakınmak. (...)
"Ezber haberlerin dışında değişik bir bakış açısı taşıması nedeniyle solitiraz okurları için yayınladığımız Musa Uçan'ın bu yazısının tamamını millidusunce.com'dan okuyabilirsiniz.)
SOLİTİRAZ.COM