Nedir Bu Haşdişabi Meselesi? / Levent Yakış
Baştan söyleyelim, burada Haşdişabi’nin ne olduğunu, çizgisini tarihçesini uzun uzadıya anlatmak değil niyetimiz. Yalnızca, son dönemde medyada bu örgütü hedef alan yaygın kampanyaya dikkatinizi çekmek, nedenleri üzerine birkaç söz söylemek istiyoruz.
Haşdişabi malum, Şii fanatizmi hayli ağır basan bir savaş örgütü. Irak’ta faaliyet gösteriyor. Bünyesinde yerli unsurların yanı sıra İran’ın dört bir yandan bölgeye yığdığı milisleri de barındırmakta. Irak’ın bugün içine düştüğü şiddet sarmalına çekilmesinde azımsanamayacak rol sahibi Haşdişabi. Tutumunda hâlâ bir değişiklik yok, herkesin herkesle savaşında olanca ağırlığıyla boy göstermeye devam ediyor.
Buna rağmen Türkiye’de örgüte dönük eleştiriler genellikle sağ cenah tarafından dile getirildi bugüne kadar. Solun ketum kaldığı ortamda bu eleştiriler pekâlâ haklı ve yerinde görülebilirdi de. Ancak aynı çevrelerin fanatizm ve şiddette Haşdişabi’den hiç de geri kalmayan Sünni paramiliter suç şebekelerine hoşgörüyle yaklaşmaları tutumlarının ardında yalnızca mezhebi kaygıların yattığını çabucak ele verdi. Bunun objektif, sağlıklı bir tepki olduğu herhalde söylenemez.
Sol cenahta ise eleştirilerin oldukça kısa bir geçmişi var. Burada dikkat çeken daha henüz yeni ortaya çıkmasına rağmen eleştirilerin aniden boyut kazanarak tam bir kampanyaya dönüşmesi.
Evrensel Gazetesi başta gelmek üzere çeşitli sol medya kuruluşları suçlamaların dozunu giderek tırmandırdılar. Haşdişabi’yi ve onunla birlikte İran’ı hedef alan ifadelere sıkça rastlamaya başladık.
Nihayet Cumhuriyet Gazetesi bir Haşdişabi komutanını Erdoğan’a tehdit ve hakaretler yağdırırken gösteren eski çekim bir vidoyu kendi internet sitesinden sanki yeniymiş gibi tekrar piyasaya sürerek işi iktidarı tahrik etmeye dek götürdü.
Haşdişabi’nin mezhepçi politikalarını, buna eşlik eden acımasız vahşi pratiğini eleştirmek elbette gerekliydi, sol bunu çoktan yapmalıydı. Ama eleştirilerin zamanlaması, eşgüdümlü biçimde aniden dile gelmesi ve sağ cenahın en ilkel duygularını kaşıyan bir söyleme dönüşmesi açıktır ki her türlü kuşkuyu hak ediyor.
İnsan sormadan edemiyor, daha önce aklınız neredeydi? Hadi aklınız başa yeni geldi, iktidarı kışkırtmak da ne demek oluyor?
Lafı uzatmadan nedenini hemen söyleyelim: Çünkü ABD, Irak’taki gelişmeler üzerine sıradaki yeni düşmanı işaret etti. Afganistan, Irak, Libya, Suriye; Saddam, Kaddafi, Esat, Taliban, El Kaide, İşid derken şimdi düşmanımız Haşdişabi, daha doğrusu onun üzerinden İran.
Say say bitmiyor, düşmanların sonu bir türlü gelmiyor. Gelmiyor çünkü Büyük Ortadoğu Projesi halen devam ediyor. Eleştiri oklarının üzerinde toplandığı her yeni düşman aslında programda yeni bir aşamaya tekabül ediyor.
Ve iradesini çoktan teslim etmiş soldaki fitneci takımı emperyalistler kime yönelse başlıyorlar ona saydırmaya. Öyle ki Batı merkezli propagandaya bir an için kulaklarınızı tıkayıp yalnızca bu yaygaraya kulak verseniz bile sıradaki hedefi kolayca kestirebilirsiniz. Senkronize bir ilişki var sanki emperyalistlerle aralarında, aynı anda başlıyor aynı anda bitiyor.
HEDEF YALNIZCA İRAN MI?
Yürürlükteki emperyalist programın başlıca amacı, neoliberal paradigma çerçevesinde tanımlanmış emperyalist çıkarlara bölgemizde direnç gösterebilecek askeri, iktisadi, ideolojik-politik hatta kültürel bütün dinamikleri ortadan kaldırmaktır.
Bölge çapında ortaklaşmış güçlü bir sol, sosyalist alternatifin ortada bulunmadığı koşullarda en büyük engel olarak da devletleri gördüler. Asıl direncin bunlardan geleceği hesaplandı. Bölge haritasını adeta şehir devletçiklerinden ibaret çok parçalı bir yapıya dönüştürme gayretinin ardında işte bu hesap yatıyor.
Doğallıkla böyle bir bakış açısı yalnızca emperyalist politikalara daha baştan direnç gösteren devletleri hedef almakla yetinemez. Bütün devletler hedef tahtasında, işbirliği yapsalar da yapmasalar da zamanı geldiğindeaynı akıbeti paylaşmaya zorlanacaklar. Burada önceliğin kendine yeterlik kapasitesi yüksek devletlerle, hegemonik karakter taşıyan yani etrafında birlikler meydana getirme becerisine sahip devletlerde olduğunu belirtelim.
Bugüne dek bu nitelikleri az çok taşıyan birçok devlet sırayla ortadan kaldırıldı, belki haritalarda hala resmediliyorlar ama hepimiz biliyoruz ki gerçekte yoklar.
Bütün bu nitelikleri aynı anda taşıyan coğrafyanın iki güçlü devleti Türkiye ve İran ise büyük lokma oldukları için en sona bırakıldılar. Kendilerini kuşatan coğrafya belli ölçüde dağıtılıp emperyalist konuşlanma yeteri olgunluğa ulaşınca şimdi bunları da yitip gidenler kervanına katmak için kollar sıvandı.
Ancak, kabul etmek gerekir ki her ikisini aynı anda hedef alan topyekün bir saldırı emperyalist açıdan muazzam zorlukları barındırır. Getireceği maliyet ve riskleri emperyalistler kolay kolay göze alamaz. Ekleyelim,sırayla yok edilmeleri de farklı sorunlara yol açar.
Türkiye’nin aradan çıkması İran’ın hegemonik yayılmasını daha da frensiz hale getirir. İran’ın önce dağılması ise Türkiye’yi o andaki hakim siyasi iradenin eğilimine göre ya aşağıya güneye doğru Sünni eksenli bir yayılmaya veya doğuya, İran’ın boşalttığı coğrafyaya doğru Türklük eksenli bir entegrasyona tahrik edebilir.
Projeyi kurgulayan akıl nezdinde bunlar elbette istenir gelişmeler değil. Çünkü proje hem devletler içinde hem de devletler arasında etnisite, mezhep, kültür temelli ayrılıkları keskinleştirmek ama aynı zamanda herhangi bir tarafın diğerleri aleyhinde aşırı güç kazanmasını engellemek üzerine kurulu.
Tabloda asimetri ortaya çıkınca müdahale edilip fazla öne çıkan karşıtına verilen destekle sınırlandırılıyor. Böylece güçler dengesi terazide tutularak rekabet ve çatışmanın sürekliliği sağlanıyor. Ta ki hep birlikte takatten düşecekleri ana dek…
İran’a aleyhindeki onca şeytanlaştırıcı söyleme rağmen Batılı güçler tarafından Afganistan’da, Irak, Suriye ve Yemen’de alan kazandırılması, en azından buna göz yumulması tamamiyle bu terazileme politikasıyla ilgiliydi. Böylece Sünnilik davası güden devletlerde İran’a dönük zaten var olan “tehlikeli düşman” algısı paranoya boyutuna taşındı. Aksi takdirde İslam dünyasını Şii-Sünni ayrılığı üzerinden büyük dilimler halinde kutuplaştıran, çatışmanın eşiğine getiren bugünkü psikolojik iklim ortaya çıkamazdı.
İran açısından ise karşı tarafa dönük böyle bir algı zaten başından itibaren vardı. Sünnilerin İslam dünyasındaki baskın ağırlığı, birden fazla hegemonik devletin bu alanda boy göstermesi İran’ı mezhepçi güdüleri nedeniyle hep endişelendiriyordu. Şimdi İran’ın alan kazanmasıyla birlikte muadili duygular diğer tarafta da fazlasıyla var. Bu duyguları maharetle kaşıyan ABD ve İsrail bölgede İran karşıtı bir blok oluşturmayı sonunda başarmış görünüyor.
İHTİMALLER…
Geldiğimiz noktada Türkiye ve İran’ı, bu iki nihai kurbanı tasfiyeye uğratacak koşulların adım adım örülmeye çalışıldığını söyleyebiliriz.
Görünürde iki yolu var bunun. İlki, birbirleriyle savaştırmaktır ki projeyi en az maliyetle ve kestirmeden büyük ölçüde sonlandıracak yol herhalde budur. Kuşkusuz dağıtıma, parçalama faaliyeti sürecektir ama gerisi artık teferruattır.
Diğeri ise inşasına hız verilen Suudi Arabistan merkezli ittifakın İsrail öncülüğünde İran’ın bölgedeki uzantılarına saldırmasıdır (doğrudan İran’a yönelik bir saldırıya ikna edilmeleri kolay değil). Bu da muhtemelen, eş zamanlı olmasa bile arayı da fazla uzatmadan Batılı emperyalist güçlerin Türkiye’ye dönük müdahalesiyle tamamlanacaktır. Müdahalenin,eğer gerçekleşecekse Kıbrıs’ta, Ege’ de patlak verecek çatışmalara veya iç savaşa eklemlenerek gelişeceğini şimdiden öngörebiliriz.
Bütün bu ihtimaller geçerli. Batı insiyatifi bölgede güç kaybederken belki abartılı görünebilirler ama hepsini göz önünde bulundurmakta fayda var.Türkiye ve İran’ı tasfiyeden asla vazgeçmeyecekler. Emperyalistlerin bir fantazisinden değil, kendine göre rasyonel temelleri bulunan kararlı bir tercihinden söz ediyoruz. Güç kaybetseler de kolay pes etmeyecekleri kesin.
NE YAPMALI?
Demek ki, Türkiye ve İran’ın çatışmaya sürüklenmesi, bu mümkün değilse her daim rekabet halinde tutulması BOP’un olmazsa olmazıdır. Irak’taki son gelişmeler iki ülkeyi birbirine yaklaştırınca, bir ittifak ihtimali ortaya çıkınca yaşanan paniği bu gözle okuyunuz.
Bir yandan Trump İran’ı güvenilmez ve tehlikeli ilan edip altında ABD’nin imzası bulunan anlaşmaları iptale kalkışırken, şimdi sabık başdanışmanı Bannon’un “Türkiye bizim için en büyük tehlike… İran yanına bile yaklaşamaz” demesi bundan. İbre hangisine dönerse diğerinin bunu fırsat görüp böylece bir rakipten kurtulacağı umuduyla beklenti içine girdiğini bilmiyor olamazlar. Hedefte kim var, Türkiye mi İran mı, bu ikilemi sürekli bunun için gündemde tutuyorlar.
Yine, ülkemizde alakalı alakasız, görünürde ortak paydası bulunmayan onca insanın düğmeye basılmış gibi Haşdişabi diye, İran bizi kuşatıyor diye feveran etmesi bundan. Uşakların tepkisi sahiplerinin telaşına tercüman oluyor.
Yalnızca bu telaşları bile uzun söze gerek bırakmadan ne yapmamız gerektiğini bize öğretiyor. Türkiye ve İran yan yana gelmek zorunda; badireyi atlatmanın başka çaresi yok. Bir araya gelmeli ve direniş cephesini ortaklaşa inşa etmeliler.
Bu hem Şii-Sünni karşıtlığının psikolojik zeminini önemli ölçüde ortadan kaldırır hem de, eğer bölge halklarının makul ve yerinde taleplerini karşılayan adil çözümler üretebilirlerse etnisite temelli gerginlikleri yumuşatır. Böylece bölge halklarının geleceği Batılı güçlerle Asya’da yükselişe geçen Rusya ve Çin arasındaki çatışma ve uzlaşmaların neticesine bağlı hale gelmekten kurtulur.
Rusya ve Çin’in bölgede Batının aleyhine konuşlanması çıkarlarının bölge ülkeleriyle bire bir örtüştüğü anlamına gelmez. Eğer kaos daha da derinleşirse çatışmayı değil dağınıklığın içinden kendilerine uygun parçaları toplamayı seçeceklerdir.
Türkiye ve İran bunun farkında olarak gecikmeksizin bir araya gelmeli. Ama elbette sağlam bir işbirliğinin hayata geçmesi için her iki devletin önce kendi ihtiraslarına gem vurmaları gerekiyor. Saklayamadıkları ihtiraslarıyla zafer üstüne zafer kazandıklarını sanırken, yayıldıkça yayılırken aslında emperyalist programı ilerletmekten başka bir sonuç elde edemediklerini kavramaları gerekiyor.
Sola düşen bunun bir an önce kavranması için çabalamaktır, eylemleriyle söylemleriyle yayılmacı hülyaları bastırmak, çatısı altında yaşadıkları devletleri emperyalistlere karşı bölge çapında işbirliğine zorlamaktır yoksa bugün birçoğunun yaptığı gibi ortalığı karıştırmak değil. Türkiye ve İran’ı savaştırarak veya doğrudan hedef alarak imhayı amaçlayan emperyalist programın başarısı coğrafyamızın insani, siyasi, iktisadi ölümüdür, mutlaka engellenmelidir.
Aksi takdirde olacakların altından bölge halkları bir daha kolay kolay kalkamaz.
LEVENT YAKIŞ
SOLİTİRAZ.COM