26 Aralık 2024 Perşembe

Devrimci Yön

Neoliberalizm’in faşizme giden karanlık yolu

Neoliberalizm’in faşizme giden karanlık yolu
13 Ocak
00:00 2019

 

Bir iktisat teorisi olarak Neoliberalizm her zaman zırvalıktı. Ancak eski zaman krallarının sahip oldukları tanrısal haklar ve faşizmin “übermensch” inancı (Çev: Nietzsche'nin üstün insan teorisi) kadar geçerliliğe sahip olmuştur. Vermiş olduğu mağrur sözlerin herhangi birisinin gerçekleşmesi katiyen mümkün değildi. Serveti global oligarşik elitlerin elinde toplamak (şu anda dünya nüfusunun %50'sinin sahip olduğu kadar servet, sekiz ailenin elinde bulunuyor) devlet kontrolünü ve düzenini yıkarken, muazzam gelirlere, her zaman eşitsizliğe ve gücün tek elde toplanmasına sebep oluyor, politik aşırılıkçılığı tetikliyor ve demokrasiyi tahrip ediyor. Tüm bunları görebilmek için Thomas Piketty'nin Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital'inin 577 sayfasının içinde debelenmenize gerek yok. Ancak ekonomik rasyonalite asla mesele olmadı. Mesele sınıf gücünün tesisiydi.

Egemen ideoloji olarak neoliberalizm parlak bir başarı elde etti. 1970'lerden itibaren Keynes'in ana akım eleştirmenleri, akademiden, devlet kuruluşlarından, Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası gibi finansal örgütlerden uzaklaştırıldı ve medyada hiç yer almamaya başladı. Milton Friedman gibi sarayın itaatkârları ve entelektüel numaracılar, Chicago Üniversitesi gibi yerlerde parlatıldı ve kendilerine eşsiz platformlar, sınırsız dernek fonları sağlandı. Tali ve resmi ezberleri yaydılar, Friedrich Hayek ve üçüncü sınıf yazar Ayn Rand tarafından popülerleştirilen itibarsız iktisat teorileri muteber hale getirildi. Bir defa pazar piyasasının emirlerine diz çöktüğümüzde ve devlet bazında düzenlemelere gittiğimizde, zenginler için vergileri düşürdüğümüzde, paranın sınır ötesine akışına müsaade ettiğimizde, sendikaları yıkıp Çin'deki sağlıksız koşullarda ve az ücretle üretim yapan yerlere iş gönderen ticari anlaşmalar imzaladığımızda dünya daha mutlu, daha özgür ve daha sağlıklı bir yer olacaktı. Apaçık kandırmacaydı ama işe yaradı.

Neoliberalizmin Kısa Tarihi adlı kitabın yazarı David Harvey, kendisiyle New York'ta yaptığımız bir söyleşide “Projenin, kapitalistlerin bir hayli zorluk içinde olduğu ve işçilerin de iyi organize olmaya ve baskı oluşturmaya başladığı 1970'lerde oluşan sınıfsal kökenini teşhis etmek önemlidir” dedi. “Her egemen sınıf gibi, onların da egemen ideolojiye ihtiyacı vardı. Bu bağlamda ortaya atılmış olan serbest pazar, özelleştirme, öz girişimcilik, bireysel özgürlük ve saymadığımız bunun gibi tüm fikirler, 1980 ve 1990'larda hayata geçirilen ve yeni sosyal düzenin tesisi için hâkim kılınan fikirlerdi.”

“Politik bir proje olarak oldukça anlaşılabilir” dedi. “Bireysel hürriyet, özgürlük ve tercih serbestinden bahsettiği için toplumda epey geniş bir konsensüs sağladı. Onların bahsettiği özgürlük, pazarın özgürlüğünden ibaretti. Neoliberal proje, 68 kuşağına dedi ki, peki âlâ özgürlük mü istiyorsunuz? Öğrenci hareketinin bahsettiği buydu. Size onu vereceğiz ama bu pazar özgürlüğü olacak. Ardından istediğiniz sosyal adalet, unutun onu. Biz size bireysel özgürlük vereceğiz, sosyal adaleti unutun. Organize olmayın. Amaçları tedricen işçi sınıfının dâhil olduğu bu tür kolektif örgütleri, özellikle sendikaları ve nihayet kitlelerin refahını dert eden siyasi partileri yok etmekti.”

“Pazarın özgürlüğüyle ilgili en muhteşem olan şeyse, eşitlikten bahsediyor gibi görünmesine rağmen eşitsizlerin, eşit miktarda eşitsizliğe maruz oluşundan öte bir anlamı olmamasıydı” diye devam etti Harvey. “Eşit muamele sözü veriyordu ama aşırı zenginsen daha zengin olabileceğin, fakirsen de daha da fakirleşeceğin manasına geliyordu. Marx'ın Das Kapital'in birinci bölümünde apaçık ifade ettiği gibi: Serbest Piyasa daha büyük, çok daha büyük sosyal eşitsizliğe sebep oluyor.”

Neoliberalizm ideolojisinin yayılması daha ziyade, seçkin bir kapitalist sınıf tarafından organize edildi. Kapitalist elitler bu ideolojiyi kamuya pazarlayabilmek için “Business Roundtable” ve “Chamber of Commerce” gibi kurumları ve “The Heritage Foundation” gibi think-tankları finanse etti. Üniversitelere, hâkim ideolojiye sadakat sundukları müddetçe cömert bağışlar sağlandı. Sahip oldukları etkiyi ve serveti, mülkiyeti ellerinde olan medya platformlarında olduğu gibi, basının genelini de kendi sözcüleri haline dönüştürmek için kullandılar. Kendilerinden itizâl edenlerin yeni iş bulmalarını zorlaştırdılar. Üretime dayalı olmayan hisse senetlerinin dramatik yükselişi, ekonominin yeni kıstası haline geldi. Her şey ve herkes para olarak görüldü ve metalaştırıldı.

“Değer, bir şeyin pazarda ne kadar ettiğiyle sınırlandırıldı” diyor Harvey. “Yani, Hillary Clinton çok değerli çünkü o, Goldman Sachs'a 250.000 dolara konferans veriyor. Mesela ben şehir merkezinde küçük bir gruba konferans versem ve 50 dolar alsam, bu demektir ki o, açıkça benden çok daha değerlidir. Onların bakış açısına göre kişinin değeri, pazarda ondan ne kadar gelir elde edebileceklerine bağlıdır.”

“İşte neoliberalizmin ardındaki gizli felsefe bu” diye devam etti. “Her şeye bir fiyat belirlemek zorundayız. Gerçekte bir madde olmasalar bile onlara meta olarak muamele etmeliyiz. Söz gelimi sağlık bir meta olabilir, herkes için bir konut söylemi bir meta olabilir. Eğitim bir meta olabilir. Bundan ötürü öğrenciler, gelecekte kendilerine iş vermeleri karşılığında eğitim alabilmek için rehindir. İşte emtia dalaveresi budur. Temel olarak sana der ki; eğer bir girişimciysen, oraya gidip kendini yetiştirirsen falan… Ödülünü alacaksın. Eğer alamadıysan bu kendini doğru yetiştirememiş olmandandır. Demek ki yanlış dersler aldın. İşçinin nasıl sömürüleceğini öğreten yönetim becerileri eğitimi yerine felsefe ya da diğer klasik dersleri aldın.”

Neoliberalizm aldatmacası politik spektrum açısından artık genişçe anlaşılmış oldu. Bazı kamu sübvansiyonu taleplerinde görüldüğü gibi, onun yağmacı ve vahşi doğasını gizlemek oldukça zor. (Mesela Amazon, yakın zamanda New York ve Virginia'da dağıtım merkezi kurmak için multi milyar dolarlık vergi muafiyeti talep etti ve aldı da.)  Bu vahşi doğa, egemen elitleri, halkın kendilerine karşı yükselen hiddet ve asabiyetini savunmasızlara kanalize etmek için ırkçılığın, İslamofobinin, bağnazlığın ve kadın düşmanlığının acımasız taktiklerini kullanan sağcı demagoglarla işbirliğine zorladı. Bu demagoglar bir taraftan çalışan kadın ve erkekleri koruma sözü verirken öte yandan, global elitler tarafından gerçekleştirilen yağmayı ivmelendirdi. Mesela Donald Trump yönetimi otoriter ve kontrolü elde tutar bir dil kullanmak suretiyle, sera etkisine neden olan gaz salınımından tarafsızlık ağına kadar sayısız düzenlemeyi ilga etti ve en zengin kişi ve kuruluşların ödemesi gereken vergileri -on yılda devletin elde edeceği gelirlerin tahmini 1.5 trilyon dolarını silip süpüreceği mertebede- aşağı çekti.

Neoliberalizm çok az servet yaratır. Hatta servetin yukarıya, yani egemen elitlerin ellerine doğru yeniden dağılımını sağlar. Harvey bunu “yoksun bırakma yoluyla biriktirme” olarak tanımlıyor.

Harvey “Yoksun bırakma yoluyla biriktirme şu temel argümana dayanır: İnsanlar bir şeyler yapma kapasitelerini ya da hizmet etme yetilerinin tamamını tükettiğinde diğer insanlardan servet istihracı sistemini kurarlar” diyor. “Bu istihraç işi daha sonra faaliyetlerinin esasını teşkil eder. Servet istihracının oluşabilme yollarından biri de daha önce hiç bulunmayan yeni emtia piyasaları yaratmaktır. Mesela ben gençken, yüksek öğretim Avrupa'da kamunun malıydı. İlerleyen yıllarda -bu ve bunun gibi hizmet kuruluşları- özel teşebbüse geçti. Sağlık hizmetleri... Sıradan bir bakış açısıyla emtia haline gelmemesi gerektiğini düşündüğünüz tüm alanlar emtia haline geldi. Düşük gelirli nüfusun ev sahibi edilmesi genelde sosyal bir zorunluluk olarak görülürdü. Şimdi her şey pazar piyasasına düşmek zorunda... Pazar açmamak gereken sahalarda pazar mantığına zorlanıyorsunuz.”

Harvey şöyle devam etti: “Çocukluğumda su ihtiyacı İngiltere'de kamu tarafından sağlanıyordu. Tabii sonra o da özelleşti. Su doldurmak için para ödemeye başladık. İngiltere'de toplu taşımayı özelleştirdiler. Otobüs sistemi keşmekeş. Her yer, oradan oraya, her yöne hareket etmekte olan özel şirket otobüsleriyle dolu… Gerçekte ihtiyacın olanı karşılayacak bir sistem yok… Aynı şey demiryolu için de geçerli. Şu anda İngiltere'deki enteresan işlerden birisi de şu: İşçi partisi, ‘Biz bunların hepsini tekrar kamu malı haline getireceğiz. Çünkü özelleştirme tam olarak aptallık ve aptalca neticeleri var. İşe yaramıyor işte…' diyor. Nüfusun büyük çoğunluğu da bu fikre katılıyor.

Neoliberalizm'deki “mahrum bırakma yoluyla biriktirme” sürecine finansallaştırma eşlik ediyor.

Harvey'in kitabında yazdığı “Serbestleştirme finansal sisteme, spekülasyon, yağma, dolandırıcılık, ve hırsızlık üzerinden servetin yeniden dağılımın temel merkezlerinden biri olma imkanını sunuyor” şeklindeki ifadesi, belki de Neoliberalizm'in tarihiyle ilgili şu ana kadar yapılan en iyi ve en veciz tariftir. “Hisse senedi artışları, saadet zincirleri, enflasyonla gerçekleştirilen varlık kayıpları, birleşme yahut el değiştirmeyle varlıkların içinin boşaltılması ve borç yükümlülüğü seviyelerindeki artış, avantaj sahibi kapitalist ülkelerde yaşayanlar da dâhil olmak üzere nüfusun tamamını borcun kölesi haline indirgiyor. Kurumsal dolandırıcılık, varlıkların elden çıkarılması, emeklilik fonlarının toplanması, bunların hisse senediyle imha edilmesi, sonunda kredi ve hisse senedi manipülasyonlarıyla şirketlerin batırılması hakkında hiçbir şey söylememek… Tüm bunlar, kapitalist finansal sistemin en temel özellikleridir.”

Tüyler ürpertici finansal gücün saltanatını süren Neoliberalizm, varlıkların değerini düşürmek ve ardından onları gasp etmek amacıyla ekonomik kriz üretebilme kapasitesine sahiptir.

“Kredi akışını kesmek, kriz üretme yöntemlerinden biridir. Bu Doğu'da, Güneydoğu Asya'da 1997 ve 1998'de yapıldı. Nakit akışı aniden kurutuldu. Artık temel finans kuruluşları borç vermeyecekti. Endonezya'ya büyük bir yabancı sermaye akışı vardı. Musluğu kestiler. Yabancı sermaye dışarıya aktı. Bir süreliğine durdurdular çünkü bir defa tüm firmalar batınca, kendileri satın alıp çalışmaya devam edebileceklerdi. Bunun aynısını burada, ABD'deki konut sektörü krizi esnasında gördük. Emlakçılar, konut alımlarını daha sonra çok daha ucuza toplamak için geçici olarak durdurdular. Ardından Blackstone sahneye çıktı, tüm konutları satın aldı ve Birleşik Devletlerin en büyük toprak ağası haline geldi. 200 000 ya da bunun gibi bir sayıda şahsi malı var. Piyasanın yeniden canlanmasını bekliyordu. Canlanınca özetle yapacağı, tamamını satmak ya da kiralamak suretiyle piyasa katliamı yapmaktı. Blackstone, herkesin kaybettiği emlak krizinde piyasa katliamını gerçekleştirmiş oldu. Bu muazzam bir servet transferiydi.”

Harvey, bu bireysel özgürlükle sosyal adaletin birbirleriyle mütenasip olmadığı konusunda uyarıyor. “Sosyal eşitlik ve çevresel adaletin tesisi; sosyal dayanışma ve bireysel arzu ve ihtiyaçları bastırma konusundaki gönüllülük gibi bazı özel çabaları gerektirir.” “Bireysel özgürlük vurgusuyla Neoliberal retorik, hürriyetçilik, kimlik politikaları, çok kültürlülük ve nihayet narsist tüketicilikle, devlet gücünü ele geçirerek sosyal adaleti tesis etme çabasındaki ateş püsküren sosyal kuvvetleri keskin bir biçimde birbirinden ayırıyor.”

Ekonomist Karl Polanyi iki çeşit özgürlük olduğu kanaatinde. Birisi, kötü olan özgürlükler; çevre ve demokratik müesseseler gibi ortak değerlerimize saygı duymaksızın devasa kârlar devşirmekte olan etrafımızdakiler. Bu kötü özgürlükler şirketleri, devasa kârlar elde etmek için teknoloji ve bilimsel kazanımlar elde edip ilaç endüstrisinde olduğu gibi, fahiş bedeller ödemedikleri sürece hastaların hayatını tehlikeye atabilecek mertebede tekelleştirmesi gereken birer enstrüman addediyorlar.  İyi olan özgürlükse; vicdan, konuşma, miting yapma, cemiyet kurma özgürlüğü, birinin işini seçebilme özgürlüğü, sonuç olarak kötü özgürlüklerin kapsamı dışındaki tüm özgürlüklerdir…

Polanyi “Planlama ve kontrol, özgürlüğün inkârı olarak saldırıya uğramaktadır” diye yazdı. “Serbest teşebbüs ve özel mülkiyet özgürlüğün gerekleri olarak sunuluyor. Bunun dışındaki temellere dayanan toplumlar, özgür olarak adlandırılmaya layık görülmüyor. Regülasyonun yarattığı özgürlük, özgürlük olmamakla itham ediliyor; vaat ettiği adalet, özgürlük ve refah köleliğin kamuflajı denilerek kınanıyor.

Harvey, Polanyi'den alıntılayarak şöyle der: “Özgürlük fikri, ‘böylelikle salt girişimciliğin savunuculuğuna indirgenmiş olur', bu şu demektir: ‘geliri, serbestîsi ve güvenliği zaten artırılmaya ihtiyaç duyulmayanların sınırsız özgürlüğü ve patronların ayrıcalıklarına karşı bir sığınak olan demokratik haklarını kullanma yönündeki beyhude çabaları ile dar gelirli insanlar”. “Fakat her zaman olduğu gibi, ‘Güç ve cebrin olmadığı bir toplum ve bir dünya düşünülemezdi.' Öyleyse; bu liberal ütopya ancak güç, şiddet ve otoriterlik ile tahkim edilebilirdi.' Polani'nin bakış açısına göre; Liberal ya da neoliberal her iki hayalperestlik de, ancak otoriterlik ve hatta düpedüz faşizmle ayakta kalabildiklerinden, kötü kader olmaya mahkûmdur. “İyi özgürlükler kayboldu, yerini kötü olanları aldı.”

Neoliberalizm, çoğunluğun özgürlüğünü azınlığın özgürlüğüne dönüştürür. Onun mantıksal sonucu neofaşizmdir. Neofaşizm ulusal güvenlik adı altında, tüm grupları vatan haini ve insanlık düşmanı olarak etiketleyerek sivil özgürlükleri lağveder. Bu, egemen elitlerin kontrol sağlama ve toplumu bölüp birbirinden ayırmak suretiyle yağmalarını, sosyal eşitsizliği ivmelendirmede kullandıkları askeri bir enstrümandır. Hâkim ideoloji artık geçerli değildir, zorbalıkla yer değiştirmiş bulunmaktadır.

Chris Hedges / Information Clearing House'dan çeviren: Medya Şafak

SOLİTİRAZ.COM

Facebook'ta Sol İtiraz