O yurtta sulh cihanda sulh diyendi unutmuyoruz / Ünsal Çankaya
Büyük Atatürk diyorken kalbimizden söylüyoruz bunu.
Çünkü boşuna değil kalbimizdeki “o büyük kurtarıcımız” diyorken duyulan heyecanı yaşatışı.
Çünkü savaşın ölüm dilini biliyordu. Ama barışın yaşatan dilini de aynı nedenle biliyordu...
Sadece bağımsızlık için savaşılır ve sonra barış olmak zorundadır, çünkü zorunlu olmayan her savaş tüm insanlık için yıkım ve ölüm sonuçları yaratır o bunu çok iyi biliyordu.
Zorunlu olan savaşmaktan hiç kaçmadı... En önde, komuta ederek savaştı.
"Ben, size taarruz emretmiyorum; ölmeyi emrediyorum! Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler ve kumandanlar geçebilir!" demişti Çanakkale’de.
"Düşman süngüsü altında millî birlik olamaz. Ancak hür vatan topraklarında memleketin istiklâli ve milletin hürriyeti için çalışılabilir. Bu gayeyi tahakkuk ettirmek üzere Anadolu'ya gidiyorum" demişti İstanbul’dan ayrılırken.
Kurtuluş Savaşı için Samsun’a ayak bastığında vatanı bu zor durumdan kurtarma iradesi ve kararlılığı vardı, attığı her adımla bu düşünü gerçekleştirmeye yürüdüğünü gördü herkes.
23 Nisan 1920'de yurdun her bölgesinden gelen millet temsilcileriyle Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. Mustafa Kemal, millet iradesini ve egemenliğini temsil eden bu Meclis'e ve onun hükûmetine de başkan seçilerek artık Türk bağımsızlık mücadelesinin her bakımdan, askerî, siyasî ve sosyal lideri oldu. Ama memleketin içinde bulunduğu şartlar, kendisinin omuzlarına yüklenen görevi gerçekten çok ağırdı. Tarihten silinmek istenen bir milletin ölüm kalım savaşının, istiklâl mücadelesinin liderliğini yapıyordu.
Ankara'da Millet Meclisi'nin açılması, millî bir hükûmetin kurulması üzerine Padişah ve İstanbul Hükûmeti de millî mücadeleyi daha geniş ölçüde baltalama yollarına sapmıştı. Anadolu'da bin bir fedakârlıkla oluşturulan millî kuvvetlere karşı halife ve padişah orduları kuruluyor, başta Atatürk olmak üzere Millî Mücadele kahramanları, asi sayılarak idama mahkûm edilmiş bulunuyordu. Bütün bu iç ve dış güçlüklere, zor şartlara rağmen Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti, kısa zamanda duruma hâkim olarak düşman kuvvetlerine karşı çeşitli cephelerde büyük başarılar kazanmaya başlamıştı”.
Milletin iradesini kendi hırsları için iki dudağı arasına almak değildi yaptığı, milletin varlığı ve geleceğini için canını ortaya koydu bedel olarak ve milletin iradesine o kadar saygılıydı ki “üç ay ile sınırlandırın” dedi meclisin tüm yetkilerini son zaferi kazanması için verilen Başkomutanlık yetki ve görevini kabul ederken.
Harp Akademisi sitesinde aynen şöyle anlatılıyor ki bilmeyen tarihi belgeler ile öğrensin bu süreci:
“4 Ağustos 1921 günü Büyük Millet Meclisi'nin gizli oturumunda askerî durum ve Başkomutanlık teşkili üzerinde heyecanlı görüşmeler oldu. Milletvekilleri, yorgun orduyu yeniden canlandıracak, memleketi bu badireden kurtaracak son çareyi aramaktadırlar. Bu çare, Mustafa Kemal'in fiilen ordunun başına geçmesidir. Çünkü O, katıldığı bütün savaşlarda yenilmemiş, yenmiş bir kumandandır. Bu sebepledir ki konuşmalar onun başkomutanlığı üzerine alması görüşünde birleşti. Taraftarları gibi muhalifleri de kendisinden, ordunun başına geçmesini istemektedirler. Meclis'in büyük çoğunluğu, taraftarları kurtuluş için tek çarenin bu olduğu, başka çıkar yol bulunmadığı fikrindedirler. Bazı milletvekilleri içtenlikle haykırırlar: "Sen mühim bir kumandansın! Büyük bir askersin ve bunu da Çanakkale Muharebesi'nde ispat ettin. Şimdi kendini hangi güne saklıyorsun? Sakarya'ya kadar geldi düşman, kendini hangi güne saklıyorsun?" Bu haykırışlar, gerçekten millî iradenin sesi idi ve büyük kahramanı, fiilen ordunun başına davet ediyordu.
“Kendisini Başkomutan görmek isteyen millî iradenin bu ısrarı karşısında, Meclis Başkanlığına şu önergeyi sundu: "Meclis'in sayın üyelerinin umumî surette beliren arzu ve istekleri üzerine Başkomutanlığı kabul ediyorum. Bu vazifeyi, kendi üzerime almaktan doğacak yararları en kısa zamanda elde edebilmek ve ordunun maddî ve manevî kuvvetini en kısa zamanda artırmak ve yönetimini bir kat daha kuvvetlendirmek için, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin haiz olduğu yetkileri fiilen kullanmak şartıyla üzerime alıyorum. Hayatım boyunca millî hâkimiyetin en sadık bir hizmetkârı olduğumu milletin nazarında bir defa daha doğrulamak için bu yetkinin 3 ay gibi kısa bir müddetle sınırlandırılmasını ayrıca istiyorum".
“Nihayet Meclis, bu isteğinde kendisini haklı gördü. Görüşmeler sonucu, 5 Ağustos 1921 günü, Mustafa Kemal Paşa'ya 3 ay süre ile askerliğe ait hususlarda Meclis'in yetkilerini kullanmak koşuluyla Başkomutanlık tevcih eden Kanun, Büyük Millet Meclisi'nde oy birliği ile kabul edildi."
Zaferi umut etmekle kalmamıştı, azimle gerçekleşmesi için hareket etti hep, büyük savaş cephe cephe kazanıldı onun idaresi ve kararlılığıyla... Çünkü ‘Millî Mücadele'nin parolası "Ya istiklâl ya ölüm!" olarak seçilmişti.
“1 Kasım 1922'de Türkiye Büyük Millet Meclisi kararı ile saltanatla hilâfet birbirinden ayrılarak saltanat kaldırıldı. O gün Mustafa Kemal Paşa, Meclis kürsüsünden şunları söylemişti: "Millet, mukadderatını doğrudan doğruya eline aldı ve millî saltanat ve hâkimiyetini bir şâhısta değil, bütün fertleri tarafından seçilmiş vekillerden oluşan bir Meclis-i Âli'de temsil etti. İşte o Meclis, Meclis-i Âli'nizdir; Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir. Milletin saltanat ve hâkimiyet makamı yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir".
Sonra barış gerekli hale geldi. Onun da en güzelini o zamanın koşulları ile becerdi.
“Lozan Barış Konferansı, 20 Kasım 1922 günü toplandı. 24 Temmuz 1923 günü antlaşma imzalandı.
Bu antlaşma ile yeni Türkiye Devleti'nin bağımsızlığı bütün dünyaca onaylanıyor, millî sınırlarımız çiziliyor, ekonomik alanda Osmanlılar devrinden kalma eski pürüzler temizlenerek kapitülâsyonlar kaldırılıyordu. Diplomasi alanında kazanılan bu sonuç gerçekten çok önemliydi. Zira bu antlaşma Atatürk'ün ifadesiyle "Türk milleti aleyhine asırlardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması'yla tamamlandığı zannedilmiş büyük bir suikastın yıkılışını ifade eden bir vesika" idi. "
“Bu sebeple Osmanlı devrine ait tarihte benzeri görülmemiş bir siyasî zafer eseri idi".
13 Ekim 1923'de Ankara, Büyük Millet Meclisi kararı ile, Türkiye Devleti'nin Hükûmet Merkezi oldu. Artık mevcut yönetimin isminin de açıkça ifadesi ve ilânı gerekiyordu. Nihayet 29 Ekim 1923 akşamı, yapılan bir Anayasa değişikliği ile- Cumhuriyet ilân olundu. Milletvekilleri bu büyük olayı ayakta "Yaşasın Cumhuriyet!" sesleriyle kutladılar. Bu sonucu takiben Cumhurbaşkanlığı seçimine geçildi. Ankara Milletvekili Mustafa Kemal Paşa, oy birliği ile Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk Cumhurbaşkanı seçildi.”
“Büyük Önder, kurtuluştan sonra memleketi baştan başa dolaşarak halka inkılâpların ve yeni Türk Devleti'nin ideolojisini anlattı. 1934 senesinde Meclis, özel bir kanunla kendisine "ATATÜRK" soyadını verdi. Son senelerinde bitmeyen bir heyecanla Hatay'ın ana vatana ilhakına çalıştı.”
O bizi 10 Kasım 1938’de bırakıp sonsuzluğa giderken unutulmayacak bir şaheser bıraktı bize... CUMHURİYET idaresindeki TÜRKİYE adlı bir vatan... Bir memleket.
“BU MEMLEKET BİZİM” der Nazım Hikmet o büyük destanında… Sahiplenmemiz, korumamız gerek.
Hem zaten insanın ölümlü olduğunu biliyor, hiç ölmeyecek gibi kendi için yaşamıyordu... Bu yüzden de “Benim naçiz bedenim elbet toprak olacak ama fikirlerim yaşayacak” demişti...
On Kasım günü onun için her yıl büyüklerce, çocuklarca şiirler ve anma yazıları yazılır ve okunur...
Tüm bunlar sadece bu yazıları yazabilme özgürlüğü dahil vatanın bağımsızlığını veren, aynı özgürlüğü kadınlara da veren büyük Atatürk’ü anma, ona olan şükran borcumuzu ödemenin bir zerresidir.
Çünkü ona olan borç ancak gösterdiği hedefe ulaşmakla ödenir... Bilimde, irfanda en üst aşamalara ulaşmakla olur... Elbette yurtta ve dünyada barış içinde yaşamak ve bunun için çaba harcamakla olur...
Bu yüzden ülkede iç savaşa varan bu kavga bitsin isterim ben... Elbette terörü son teröriste kadar lanetleyerek. Ama bitse bu kan, ülkemde barış olsa, ölmese çocuklarımız derim... Barış ve sevgi üzerinedir bu yüzden şiirlerim...
Çünkü onu sevmek, çok çalışmak, üretmek ve bölüşmek ve her konuda onu anlamak demek... Yurtta ve dünyada barış istemişse bu en kapsayıcı insancıl isteğinin nedenini anlamak ve başarmak gerek...
Bu yüzden bitse derim resmî törenlerle çocukların mezarlara konması...
Bitse, rahatça gülümseyecektir sonsuzdaki uykuda...
Büyük Atatürk’e şükranlarımla.
BİTSE ARTIK CENAZE TÖRENLERİ
Çocukluğuma dönsem, görmesem bu günleri
O küçücük kentimin daracık sokağına.
Oyunlar oynamaya, elbet, yaşıtlarımla
Dönsem çocuk saflığa, en gamsız yalınlığa.
Sabahları andımızla başlasak yine derse
Rolümüz olsa rontta, şiir olsa sesimiz.
Bayram diye coştuğumuz şekerleriyle gelse
Çocuklara armağan hep Nisan'dır, bilinse.
Cumhuriyet dense yalnız bayramı kutlamaya
Spor bayramlarımız Samsun'dan çıksa yola.
Unutmasak 'On Kasım'da' vatanı kurtaranı
Nisan çocuklarından tek yaş o gün süzülse.
Olmasa her gün böyle ülkenin her kentinde bir cenaze töreni
Anaların bağrına kor ateşler düşmese.
Tören yürüyüşünde, marşın cenazesinde taşınmasa tabutlar
Tören giysili erat barış şafaktır, bilse.
Ne çok cenaze marşı ne çok ağıt var oysa, ecel ile ölüm az.
Kan kan ile yunamaz, kandan beslenen onmaz, yazılsa yüreklere.
Bayram gül ile olur, gülmekle olur bayram, yeşerse bilinçlerde
Tören giysilerine renkler kelebek olsa, gönlümüz hep gönense.
Ünsal Çankaya
SOLİTİRAZ.COM