Organik Lider ve Oyuncu / Levent Yakış
Başlıktaki sözcükler günümüzde ülke siyasetine önemli etkilerde bulunan iki lideri tanımlıyor: Erdoğan’ı ve Kılıçdaroğlu’nu…
ERDOĞAN...
Erdoğan organik liderdir, Kılıçdaroğlu ise bir oyuncu…
İlk anda şaşırtıcı gelebilir bu ifade, doğallıkla akıllardan şu soru geçecektir: Dünden bugüne kırk gömlek değiştirmiş, bir dediği diğerini tutmayan, gün gelir İslamcı, gün gelir Kızıl Elmacı yetmedi Atatürkçü kesilen Erdoğan değil de neden Kılıçdaroğlu oyuncu?
Yanıtlayalım…
Öncelikle belirtelim ki “organik” kavramı kendi başına olumlu bir anlama sahip değil. Bir liderin ülkesinin ve halkının çıkarları açısından doğru yerde durduğunu anlatmıyor bu kavram. Yeteneklerine, kapasitesine ilişkin takdir edici göndermede de bulunmuyor. Liderin temsiline soyunduğu toplumsal-politik hareketle olan sarsılmaz bağına ve bu hareketin doğal tabanıyla kurduğu sahici ilişkiye işaret ediyor yalnızca. Onlarla aynı hamurdan yoğrulduğunu, duygu düşünce ve amaç birliği içinde bulunduğunu ifade ediyor.
Demek ki, eğer bu koşulları taşıyorlarsa milliyetçi, sosyalist, liberal aklınıza gelebilecek bütün toplumsal-politik akımların liderleri için kullanabiliriz bu tanımlamayı ve ekleyelim: Aydınları, kadroları için de…
İşte, Erdoğan’ın durumu tamı tamına budur. O, Türkiye İslamcı hareketinin organik lideridir. Erdoğan’a dönük tepkilerimiz ne de siyasal İslamın muarızımız olması bu gerçeğe gözlerimizi kapamamızı gerektirmez, tersine gerçekliği ne denli kavrarsak nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumuzun o denli farkına varırız. Unutmayalım ki, toplumsal-politik hareketler organik liderlerine kavuştuklarında çok daha dirençli hale gelir, tersi durumda asla elde edemeyecekleri başarılara uzanırlar.
Yaşamı boyunca İslamcılarla saf tutmuş, hemen her düzeyde görev üstlenmiş, parçası olduğu mücadelenin meselelerini kendine dert edinmiş, duygu düşünce dünyası bu meselelerle yoğrulmuş bir kişilikten söz ediyoruz sonuçta. Bazen talihin yardımıyla bazen iğneyle kuyu kazarak ama her daim İslamcı hareketin bünyesi içinde kalarak adım adım bugünkü konumuna ulaşan bir kişilik…
Elbette bugün geldiği noktayı, en tepeye çıkmış olmasını her şeyden önce siyasal İslamın Türkiye’deki gücüne borçlu. Üstelik ülke ve dünya konjonktürünün elverdiği koşullarda ardına aldığı emperyalist destek de cabası…
Ama yinede, ister bu desteklere yaslanarak isterse kendi çabasıyla elde etmiş olsun ulaştığı her konumu siyasal İslamın lehine sonuna kadar kullanmaktan bir an bile geri durmadı Erdoğan, kendisine sunulanları liderlik pratiğiyle fazlasıyla geri verdi. Belediye Başkanı, Başbakan, Cumhurbaşkanı iken de…
İslamcılar bunun farkında kuşkusuz; bütün tutarsızlıklarına, gelgitlerine, bazen bir başkası yapsa asla kabul edemeyecekleri aykırı gelen davranışlarına rağmen Erdoğan’ın aslında kendilerine ait olduğunu biliyorlar. Liderlik pratiğinin kendilerine dönük olduğunu, tutarsız söylemlerin ise başkalarına, siyasi muarızlarına dönük bir oyun olduğunu görüyor ve bunları politikanın icaplarından sayıp kolayca tolore edebiliyorlar.
Kendilerine lider başkalarına oyuncu… Erdoğan’a böyle bakıyorlar. Bu bir yanılsama mı sizce yoksa gerçeğin ta kendisi mi?
KILIÇDAROĞLU…
Erdoğan için söylediklerimin tam tersini Kılıçdaroğlu için söylemek durumundayım ne yazık ki…
Doğru, tutarsızlıktan söz ediyorsak onun da Erdoğan’dan bir farkı yok,burada bir benzerlik var ama Kılıçdaroğlu’nun tutarsızlıkları doğrudan kendi tabanını, CHP kitlesini kandırma, gözünü boyama gayretinden kaynaklanıyor, aralarındaki temel fark bu…
O, oyununu CHP’lilere sahneliyor. Bu ülkede Cumhuriyet ideolojisini en fazla özümsemiş, Cumhuriyetin kuruluşunu, tarih içinde izlediği seyrüseferi son tahlilde haklı ve meşru gören, eleştirileri baki kalsa da her daim devamından yana olan, buna en fazla inanan kesimlere…
Sahneliyor çünkü, bu duyguların gerçekte zerresini bile taşımıyor.Nitekim, ileri yaşında CHP’nin başına geçtiğinde arkasında bıraktığı uzun yaşam deneyimi boyunca Cumhuriyetçilerle ne düşünce bazında ne de fiiliyatta en ufak mesaisi bile yoktu. Bırakın ortak mesaiyi bir yana o tam bir Cumhuriyet karşıtıydı.
Duygu düşünce dünyası Dersim travmasıyla sakatlanmış bir kişilikten söz ediyoruz. Travma esir almış adeta onu, dostlarını ittifaklarını, muarızlarını belirler hale gelmiş, Türkiye Cumhuriyeti’ne, CHP’ye bakışından tutun iç politikaya dış politikaya dek.
Olup biten her şey bu travmanın prizmasında kırılarak çarpılarak ulaşıyor Kılıçdaroğlu’na, buna göre biçim alıyor, buna göre anlam kazanıyor. Cumhuriyeti kuran partinin başına geçmesi, örgüt ve taban tarafından umut ve sevgiyle karşılanması bile rehabilite edemedi onu, kendi yükselişini Cumhuriyetin simgesel öneme sahip bir özeleştirisi olarak okuyamadı,gerekli empatiyi kuramadı bir türlü, kuracağı da yok.
Simgesel özeleştiriyi CHP’nin ve giderek Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurumsal özeleştirisine dönüştürmek için gayret sarf edebilirdi pekala, taban da ülke de buna hazırdı aslında ama o bunu yapmadı, yapmak istemedi, intikam almayı tercih etti.
İntikam evet, Kılıçdaroğlu’na bakıp onun kişiliğinde samimi, dürüst ama bir politikacıda bulunması gereken mücadelecilikten yoksun sakin, mutedil bir lideri görenler veya tersine, önüne çıkan fırsatları uyanıkça değerlendirmiş sıradan bir muhterisi görenler fena halde yanılıyorlar.
O, bunlardan hiçbiri değil. Türkiye Cumhuriyeti’ni tasfiyeyi kafasına koymuş, hedefine doğru adım adım yürüyen, önüne çıkan engelleri aşacak sabra ve kararlılığa fazlasıyla sahip, davasına son derce sadık bir intikamcı yalnızca.
İzlediği yolu az çok kestirebiliriz: Önce örgütün ele geçirilip amaca uygun biçimde dönüştürülmesi ve biraz geriden gelerek de olsa buna paralel biçimde zamanla tabanın da dönüştürülmesi…Cumhuriyete en fazla bağlı kitlelerin, CHP tabanının Cumhuriyetin mezar kazıcılarıyla aynı safa sokulması…
Bütün bunları tek başına kurgulayıp kotardığını söylemiyoruz elbette, arkasında benzer düşünce sahiplerinden oluşma ortak bir akıl var, her şeyden önce emperyalist akıl var. Partide yeterince yandaşı yokken Kılıçdaroğlu’nu alıp Kaset operasyonunun toz dumanı içinde alavere dalavere ile en tepeye çıkaran emperyalist aklın gücü asla yabana atılmamalı.
Kabul etmek gerekir ki, el ele kol kola amaçları doğrultusunda az mesafe kat etmediler bugüne kadar. Son kongrede bu daha net görüldü, tasfiyeci zihniyet örgütteki varlığını yukarıdan aşağıya pekiştirdikçe pekiştirmiş. Kılıçdaroğlu artık yalnız sayılmaz; liberalinden 10 Aralıkçısına, siyasal İslamın artıklarından etnisite mezhep bağnazlarına uzanan geniş bir halka tarafından yeterince korunuyor.
Bundan sonrası tabanı dönüştürüp kendilerine benzetme faaliyetine hız vermek olacak, belli. Ne ölçüde başaracaklarını kestirmek kolay değil, bugünden söyleyebileceğimiz hızlandıkça deşifre olacakları ve tabanın artan direnciyle karşılaşacakları. En azından buna inanmak istiyoruz.
Ancak daha oraya varmadan mevcut durumun bugünkü haliyle bile geleceğimiz açısından büyük risk teşkil ettiğini görmemiz lazım.
MUHALEFETİN AÇMAZI…
Zaten AKP’de baştan hakimiyetini ilan etmiş Cumhuriyet karşıtı tasfiyeci zihniyetin farklı ideolojik-politik renklere bürünerek ana muhalefet partisine de damgasını vurmasıyla birlikte ülkesine bağlı, Cumhuriyetin devamından yana büyük halk çoğunluğunun iradesi neredeyse hükmünü yitirdi. Milyonlarca insanın duygu ve düşüncelerini temsil etme yeteneğine ve hakkına sahip, ülkenin varlığı tartıya vurulduğunda kefede ağırlık oluşturacak elle tutulur bir parti henüz ortada yok.
Üstelik, ülkenin geleceğe taşınması bir biçimde sağlansa dahi parti içi ve partiler arası mevcut dengeler varlığını koruduğu sürece laik, aydınlanmacı kesimlerin rejimin karakterini etkileme, belirleme imkanları da son derece sınırlı kalmaya devam edecek.
Rejimin karakteri söz konusu olduğunda en fazla işlevsel olabilecek parti, CHP, tam anlamıyla felçleşmiş durumda çünkü. Tabanın derdi başka tavanın derdi başka…Taban gidişata bakıp gerici tırmanışa nasıl set çekebiliriz diye kafa yorar, çırpınırken tavan bu çırpınıştan Cumhuriyeti tasfiye yolunda nasıl bir enerji çıkarırız diye hesap üstüne hesap yapmakta.
Kılçdaroğlu ve şürekâsı da gericiliğe karşı kuşkusuz ama tasfiye planını ilerletmek onlar için her şeyden önemli, bu uğurda vermeyecekleri taviz yok. Yetmez ama evetçilerden, emperyalist merkezlerde liderlik eğitiminden geçmiş seçme kadrolardan, siyasal İslamın artıklarından başka ne bekleyebiliriz ki, başka hangi ortak amaç bu beş benzemezleri bir araya getirebilirdi?
Bunlar değil mi daha dün en kritik süreçlerde; 2010 Referandumunda, Ekmeleddin vakasında, Ergenekon operasyonlarında hatta bazı seçimlerde yüzeyde hacıvat karagöz polemiği yürütürken el altından AKP’ye destek üstüne destek verenler? “Statükoyu dağıtıyoruz”, “12 Eylül’ün intikamını alıyoruz”, “Demokrasinin önünü açıyoruz” teraneleriyle Türkiye gericiliğine tarihlerinde görmedikleri sıçramayı yaşatanlar?
Kılıçdaroğlu’nun önce partiyi sağa açıyorum sonra sola açıyorum bahanesiyle etrafına topladığı işte bu işbirlikçi taife içinde bulunduğumuz vahim ötesi halin soldaki başlıca müsebbibidir, geçmişleri budur gelecekte de benzer davranışları sergilemekten geri durmayacakları aşikardır.
Artık herkes şunu anlamalı, organik aydınlarıyla, kadro ve liderleriyle dolu dizgin gelen gericilik karşısında Cumhuriyet tasfiyeciliğini başlıca amaç edinmiş yöneticilerle ve bu yöneticilere haklı olarak kuşkuyla bakan, kararsızlığa, karamsarlığa itilmiş kitlelerle sağlam, sonuç alıcı mücadeleye girişilemez. Kabahat kitlelerde, tabanda değil elbette; tavanda, yöneticilerde… Mücadelenin önünü açmak için önce onların süpürülüp atılması gerekiyor.
İşbirlikçileri süpürüp atmak ve öncülüğü, liderliği emperyalizme karşı mücadeleyle gericiliğe karşı mücadeleyi aynı anda yürütecek kadrolara, bu bilince, niyete ve yeterliliğe sahip kadrolara teslim etmek… Cumhuriyet savunusu ancak bu sağlanırsa başarıya ulaşır, sonuç alır.
Levent Yakış
SOLİTİRAZ.COM