Sandıktaki Memnun Misafir: Uluslararası Piyasalar!
Bir devletin içinde bulunduğu her türlü durumu "iktisadi" açıdan incelemek, meseleleri doğru saptamak için vazgeçilmezdir. Napolyon bunu kısaca "Para, para, para!" diye tanımladı. Onun bu kuralını Waterloo savaşında Rothschild ailesi, Napolyon'a karşı kullandı. Savaşta Napolyon'un düşmanlarını finanse etti. Nihayetinde Napolyon mağlup oldu ve her şeyini kaybetti.
Aradan geçen iki yüzyıla rağmen kurallar değişmedi. Bugün savaşlar askeri olduğu kadar iktisadi dinamiklere göre seyir alıyor. Bunun en açık örneği, Suriye'de yaşandı. 2015'te ABD çıkarları aleyhine Esad'a destek veren Rusya, iktisadi açıdan cezalandırıldı. Rusya'nın gelirlerinin büyük bölümünü oluşturan petrol ve doğalgaz fiyatları ABD'nin girişimiyle neredeyse altı kat ucuzladı. Böylece Rusya, gelirlerinin önemli bir kısmını kaybetti. İktisadi savaş, bugün ABD ve Çin arasında cereyan ediyor. Trump son olarak ithal ürünlerin bir kısmı için ek gümrük vergileri oluşturdu ve Çin'in ihraç gelirlerine neredeyse 30 milyar dolarlık zarar verdi.
Türkiye için durum farksız mı? 15 Temmuz ve sonrası süreçte Türkiye ekonomisi çeşitli noktalarda olumsuz sinyaller veriyor. Yabancı yatırıma ve özellikle dolara bağımlı durumu, Türkiye ekonomisinin en hassas noktası. Türkiye'nin Suriye, PYD ve Gülenizm konularında ABD ile yaşadığı sürtüşmeler, hala sürmekte olan OHAL ve darbe girişimi nedeniyle yaşanan yargı süreçleri Türkiye ekonomisini iyice yordu. Ekonominin toparlanabilmesi için 2002 sonrası süreçte olduğu gibi "ciddi bir Batı" desteğine ihtiyaç var. Fakat mevcut durumda Türkiye eski Batılı dostlarıyla hiç olmadığı kadar sorunlar yaşıyor. Haliyle eski Batılı dostları, Türkiye'ye yardımda bulunmak için çeşitli politik tavizler bekliyor. Türkiye'nin politik tavizlere yanaşmaması, iktisadi savaşta Türkiye'nin daha da sıkıştırılmasına neden oluyor.
Ekonomik sinyallerin gittikçe kızardığı bir dönemde, Aralık 2017'de Merkez Bankası 50 baz puan faiz artırdı. Bu faiz artışı, enflasyonun yükselmesini engellemek içindi. Fakat faizlerin artışı, yatırımların azalmasına neden oluyor. Haliyle ekonomik büyüme duraksıyor. Erdoğan bu nedenle faiz artışına karşı. Fakat Merkez Bankası Aralık 2017'de buna mecburdu. Faizler her ne kadar 50 baz puan artsa da, uluslar arası piyasalar bunu yeterli bulmadı. JP Morgan "2018'in başında iki defa faiz artışı" gerektiğini ilan etti.
Faiz, piyasaların beklediği miktarda artış göstermediği için, dolar bağımlısı Türkiye ekonomisi olumsuz etkilendi. Dolar 3,81 TL'den 3,89 TL'ye yükseldi. Uluslar arası piyasalar kararı "hayal kırıklığı" olarak niteledi. Yine de Türkiye, piyasaların beklentisini boşa çıkardı. 2018 başında, Ocak ve Şubat aylarında faiz artışı yaşanmadı.
Mart ayı başında enflasyon verileri tahmin edilenden yüksek geldi. Goldman Sachs ve JP Morgan, enflasyon verilerinin Merkez Bankası üzerinde "faiz" baskısı oluşturabileceğini bunun için "para birimi üzerinde bir miktar baskı yapılması" gerektiğini yazdı. Bu açıklama, doların yükseleceğinin habercisiydi.
Nitekim öyle de oldu. Para birimi üzerinde yaşanan baskıyla dolar hızlı bir tırmanışa geçti. Yalnızca bir ay içerisinde dolar fiyatı 3,85'ten 4,15'e fırladı.
Bu hızlı yükseliş, ekonominin alarm vermesine neden oldu. Başbakan yardımcısı Mehmet Şimşek kur sorununu kabul etti. Şirketlere dövizle borçlanma sınırı getirilebileceğini açıkladı. Bu açıklamalar Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı sinirlendirdi. Erdoğan'a göre bu tip beyanlar kendi topuğuna sıkmak gibiydi. Kulislerde Şimşek'in istifa edeceği konuşuldu. Neticede Şimşek derin bir sessizliğe gömülmek zorunda kaldı. Fakat ekonomik sorunlar ciddiyetini sürdürdü.
Piyasalar Mart ayı sonunda yeni açıklamalarda bulundu. O dönemde, büyüme rakamları açıklanmıştı. Türkiye ekonomisinin 2017'de %7 civarında büyüdüğü ilan edildiğinde, piyasalar bu şişkin rakamları devlet destekli yatırımlara bağladı. Devlet, 2017 yılında, yatırımın artabilmesi için özel sektöre kredi sağlamıştı. Devlet desteği sayesinde artan yatırımlar büyüme oranlarını yükseltmişti. Bu yüksek rakamlar açıklandığında, iç piyasada bir rahatlık oldu. Fakat uluslar arası piyasalar, bu yüksek rakamların devlet desteğine bağlı olduğunu, 2018 yılında ekonomik sorunların artması nedeniyle devlet desteğinin kesileceğini yazdı.
Mart ayının son günlerinde, hükümet ve yerli iş adamları arasında gizli bir toplantı gerçekleşti. Toplantıdan çok az sayıda kişinin haberi vardı. İçerik ise bilinmiyordu. Fakat her nasılsa JP Morgan isimli kuruluş toplantının içeriğini sızdırdı. Sızıntıya göre Maliye bakanı iş adamlarına hükümetin atacağı adımları, alacağı önlemleri söylemiş ve doların düşeceğini haber vermişti. Bu bilgilerin yatırımcılarla paylaşılması yasalara aykırıydı. JP Morgan'ın sızdırdığı bilgiler, HSCB tarafından da onaylandı. Nisan ayının başlaması ile birlikte dolar hızlı bir tırmanışa geçti. Dolar ve Euro rekor üzerine rekor kırdı.
Durumun ciddileşmesi üzerine Merkez Bankası başkanı yeni bir açıklama yapmak zorunda kaldı. Yapılan açıklama, 25 Nisan'da yapılacak toplantıda faiz artışının yapılacağı yönünde izlenim yarattı. Doların artışı durdu. Ufak tefek düşüşler yaşandı. Piyasa sakinleşti.
Ertesi gün ABD ordusu Suriye'yi vurdu. Türkiye, Esad rejiminin vurulmasını memnuiyetle karşıladığını açıkladı. Yapılan bu açıklama, Türkiye'nin yeni müttefikleri Rusya ve İran tarafında şaşkınlık yarattı. Fransa lideri Macron "Türkiye ile Rusya'nın arasını açmayı başardıklarını" ifade etti. NATO genel sekreteri Jens Stoltenberg Türkiye'ye geleceğini açıkladı. Bu gelişmeler üzerine uluslar arası basında Türkiye'nin yeniden ABD saflarına doğru kaymaya başladığını yazdı.
Yaşanan bu aniler gelişmeler esnasında Hazine Müsteşarlığı 2 milyar dolarlık borçlanma için JP Morgan, HSCB ve Goldman Sachs bankalarına yetki verdi. Bu bankalar aldıkları yetkiyle devletin borç para bulması için aracılık yapacaklardı. Oysa ki Hazine, bir buçuk ay önce borçlanmak için yetki vermişti. Devlet, 2018 yılı içerisinde 6 milyar dolarlık borçlanma limiti öngörmesine rağmen henüz dördüncü ayda 4 milyar dolarlık limit kullanılmıştı. Üstelik yetkilendirilen bankalar, Türkiye ekonomisini sıkıştırmak adına manipülatif açıklamalar yapan bankalar arasındaydı. Bunun yanında 15 Temmuz darbe girişimi sırasında Türkiye'ye girişimi haber verdiği iddia edilen Putin'in danışmanı Aleksandr Dugin, yaşanan saldırı üzerine yeni bir makale kaleme aldı. Makalesinde Erdoğan'ın tutumunu eleştiren Dugin AK Parti'nin yeniden Atlantik İttifakı'na kaydığını iddia etti. Dugin, son yaşananları açıkça nankörlük ilan etmişti. Ona göre saldırının desteklenmesi, Rus uçağının düşürülmesine denk bir hamleydi.
Yaşanan siyasi ve ekonomik gelişmeler Türkiye'nin sıkışık bir sürece girdiğini açıkça işaret ediyordu. Ya siyasal bir kriz ya da ekonomik bir çatlak yaşanması muhtemeldi. Bir gelişmenin yaşanacağı belliydi. Bu gelişmenin ekonomik yahut siyasal olacağı, mevcut durumun sürdürülemeyeceği açıktı. Fakat gelişmenin ne yönden geleceği meçhuldü. Düşüncelerimi muğlak bir biçimde ele aldım.
Yukarıda yazılan tweetin atılmasından bir gün sonra Devlet Bahçeli erken seçim talebinde bulundu. AK Parti hükümeti kesin bir açıklama yapmadı. Kararın 18 Nisan, saat 13:30'da açıklanacağı söylendi. Bu sabah piyasalardan taze bir açıklama geldi. Morgan Stanley yatırım bankası, erken seçimlerin "geçici olumlu" bir etki yaratabileceği ve faizlerin artmasına sebep olabileceğini yazdı. Bu açıklama piyasaların da seçimden yana olduğu izlenimi veriyordu.
Nitekim sonuç, piyasaların beklediği gibi gerçekleşti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, iki ay sonra seçimleri yapılacağını ilan etti. Dolar ani bir inişle %2 değer kaybetti. Borsa %3 değer kazandı. Ekonomi, tıpkı piyasaların iddia ettiği gibi günü olumlu gelişme ile kapattı.
Erken seçim, ihtimal dahilinde bir durumdu. Fakat 24 Haziran tarihi, beklenenden çok daha yakın bir tarih. Bu kararla ilgili söylenecek iki şey var.
İlki, herkesin bildiği üzere, Türkiye ekonomisinin kan kaybettiğidir. Seçim, kan kaybı yükselmeden alınan bir önlemdir. Hükümet ekonominin daha da kötüleşmesi halinde seçimlerin tehlikeye gireceğini bildiği için, seçimleri öne aldı. Bu, bilinen bir durum.
İkincisi, asıl tuhaf gelişmedir. Yukarıda anlatıldığı üzere uluslar arası piyasalar Türkiye ekonomisindeki hassas durumu çok iyi bildiğinden, politik tavizler alabilmek adına ekonomiyi sıkıştıracak bir çok adım atmıştır. Fakat genelin aksine erken seçim kararı piyasaları memnun etmiştir. Aylardır Türkiye ekonomisini sıkıştırmak için manipülatif bir çok eylemde bulunan uluslar arası piyasalar, hükümetin önlem amaçlı ilan ettiği erken seçimi neden olumlu karşıladı?
Şunu sormak gerekiyor: Hükümet ve uluslar arası piyasaları "erken seçim" konusunda buluşturan sebep ne olabilir?
KAYNAK: https://ninnilerulkesi.blogspot.com.tr
SOLİTİRAZ.COM