Terör kader değil! / Ünsal Çankaya
Ülkenin dört bir yanında yine hortlamaya başlayan terör… Sınır içinde ve sınır dışında…
Biter, bitirilir bir gün.
Bittiğini görmek dileğimi en başa yazıyorum.
Yaşımın çoğunu ülkede terör tırmanışlarını görerek, duyarak ve hissederek, ölümlere üzülerek, niye çözülemez acaba diye düşünerek yaşadım… Evladımın da (evlatlarımızın da) aynı sorularla, aynı kaygılarla sürmesin yaşamı (yaşamları), bitsin bu terör diyorum…
Evlatlarımız ve gelecekleri, düşleri kıyılmasın terörün makinesinde, biçilmesin hızarında.
Terör elbette biter.
Terörden beslenenlerin aşı- ekmeği kesildiğinde. İkiyüzlülerin tavşana kaç tazıya tut demeyi bırakması sağlandığında. Mutlaka biter.
Ama sadece hukukla biter, hukuksuzlukla değil.
Her yıl sadece varlığını, kötülüğünü kınamak, terörü lanetlemek üzerine yazmak gerekmeyen, barış dolu bir dünyada yaşamak varken yaşayamadığımız gerçeği var ortada ve bu çok ayıp iken, biz her güne terör kınayan yazılar yazar hale geldik. Akıl ve izan diliyorum bizi bugünlerden sağ salim geçirmek üzere hizmete talip olup devlette her kademede görev icra edenlere.
Terörün dini, imanı, insafı olmaz diye yazmıştım üç yıl önce. İşid terörü can yakıyordu ülkede.
“Masum insanlara... Din adına...Hay Allah! Nasıl Müslüman bunlar?” diye sormuştum o zaman.
Bir terör dehşetiyle sarsılınca aklımıza, kalbimize düşen ilk sorular, ilk yargılar bunlar!
Ama terör bu!
Nasıl da şaşırıyoruz böyle, nasıl unutturuyorlar bize adlarının anlamını onları kinle, kanla doymak üzere besleyenler! Nasıl unutuyoruz hepimiz terörle ilgili kavramları, sözcükleri, insanlığın belleğindeki yargılama sonucu onlara konulmuş olan isimleri, anlamını...
Terör tanımında zaten bunlar var; düşman ile nizami savaşan ordudur, gayri nizami kuralları da olsa, niye düşman olduğu bile anlaşılmayan ve düzenli ordu, silahlı polis, haksızlıkta esas sorumlu, sorunlu ayırmadan, çoluk, çocuk, bilim insanı, gazeteci, adalet insanı, diplomat (vs. vs..) herkese saldıran ve öfke, korku, kaygı duyuran bir maşaya denir terör!
Her zaman bir bahanesi, her zaman bir destekçisi, her zaman besleyeni olan bir maşa...
Onlar her kim ise sadece onları, yani besleyenini yanıltmaz terör, din der, ırk der, utanmadan insanlık der... Ama kullanıldığı kadar kesindir insanların olumlu anlamlar yüklediği inanç ve kutsal saydığı değerleri, benzeri bir şeyleri kullanarak yaşadığı. Yaşatan, besleyen, kollayan o karanlıktakiler kahrolsun ki canımızı yakanların içimizden birileri olmalarıdır, dünyada ve bizde...
Hep. Kimi zaman uzaksa da kimi zaman kapı bir komşu!
İnsanlıkları olsa bir cana kıymanın dehşeti ile çoktan delirirdi hepsi, ama değillerdi, ama değiller hiç!
Bunu unutup yine de insaf bekliyoruz hiç değilse uzak dursunlar istiyoruz çocuklardan, kadınlardan, sivil masum insanlardan… Oysa onlar adalet dağıtıcı değil, suçluyu cezalandırma hak ve yetkisi kendilerine toplumsal sözleşme ile verilmiş değil, onlar terörist, terörle, kanla , kargaşa ile doyuyorlar... Unutmayalım!
Maşa olmak onların tek özelliği, o maşayı kullanan, dünyada ve bizde ateşi sürekli canımızla canlandıran, küllendikçe közleri karıştırıp alevlendiren o karanlık besleyiciler kahrolsun ki maşalar sahipsiz kalsın, kullanılmasın dileğimi ekliyorum şuraya.
Terör iki yıl önce Kayseri’deydi. Oradaki kim bilir nerelerden gelmiş ana kuzularına kıydı. Öldüler bir Cumartesi izni sevincine doyamadan o gencecik kuzular... Sayısı acımızı azaltıp artırmıyor, çünkü biri de bini de bizim canımız, sayısını vermiyorum ölen o yavruların, yaralıların...
Ölenleri ne düşündü son saniyede bilmiyorum, yaraları iyileşir mi acaba bir izin gününde bile güvenliği sağlanamayan yaralıların... Yaşamları nice olur bugünden sonra?
Analar yandı, kavruldu yine. Babalar sessizce sustu. "Kader değil bu!" diyemedi yine hiç kimse.
Devlet yine, "Hesabını soracağız, analar üzülmesin, o çocuklar ölmedi, şehit oldu, keşke biz de şehit olsak, ne mutlu onlara!" dedi o günden öncekilere dediği gibi, aynı sözler daha sonrakilere de söylendi ve hiç utanmadılar.
Bazı anaların, babaların, kardeşlerin, eşlerin, yavukluların ve çocukların yüreği inanmasa da bu söyleme çoğu kez acısına yanmayı bile çok gören mahalle baskısının etkisiyle dilleri başka söyledi... Sonra sustular yıllarca yanacak yüreklerinin ateşi harlanarak, ateşin koru bağırlarında...
Birden çok hukukçu sayfasında dünkü, bugünkü terör eylemi sonrası idam cezasının geriye işleyecek şekilde gelmesi çağrısı vardı. Dahası yıllar önce kaldırılan idam cezası dahil olmak üzere ağır hükümler istemi ve tüm insan haklarının askıya alındığı bir sürecin çağrısını okudum sayfalarında.
Hepsine yanıt vermedim elbet. İçim acıyor çünkü bir hukukçudan hukukun evrensel değerlerinden hemen feragat. Kendini inkâr demek bu, işini inkâr demek. Ama kendi de çocukluğundan beri polis olan babasının işi nedeniyle terör tehlikesi içinde büyüyen, kayıpları o yüzden olan, buna rağmen adalet diyerek mesleğe geçen bir genç meslektaşımın önerilerinin ürpertisi ile ona seçtiği işi, felsefesini anımsatma gereği duydum vicdanımda.
Çünkü önerilerini az bile bulan, ben " Din devleti olmaktan korusun bizi tanrı" derken neredeyse şeriat özlemlerini onun sayfasında izhardan sakınmayanlara hukukçu olarak prim vermemek gerektiği ve hukuk idealini anımsatmalıydım. Serinkanlı, sağduyulu olmak gerektiğini de emekli ve onca yıl uyarılarına aykırı davrananlar hep sözüne gelmiş birinin yaşadığı "Bak dediğime geldiniz, dinleseniz bunlar olmayacaktı" diyen o acımasız yaranın muhasebesi adına.
Sordum; "Bütün olmazları yapıp, sonra da hukuk budur mu denecek yoksa? Devletin diğer birimleri mevcut yasalardan sapmasa, ihmal etmese görevini hukukçunun çare diye hukuktan vazgeçebilmesi dayatılmasa insanlara..." dedim ilk olarak...
Yanıtı: "Anladığı hukuktan konuşmak lazım hâkim hanım. Kısas da bir hukuktur." oldu iyi niyetinden, vatan sevgisinden kuşku duymadığım o genç meslektaşımın.
"Türkiye Cumhuriyeti için hâlâ anayasası hukuk devleti diyor, din devleti olmaktan korusun tanrı.
Hukukçu olmak kolay değil genç kardeşim. Kimsenin anladığı dil değil hukukçunun işi, o ancak hukuku uygulamak işi olmayan, mahalle kabadayısı, külhan bey olanların işi olabilir.
Öfke en çok adalete, kin en çok adalet adamına yaraşmaz... Zarar verir söylemesi bile.
Mecelle hâkim tanımını olsun içselleştirmelidir hukukçu." dedim ikinci yanıt olarak...
İçim acıyor doğrusu çaresizlikten “Önce hemen hukuktan feda edelim!” diyenleri okudukça.
Hukuk kazanımları ve değerlerimizden ayrılmamak gerek, bir an olsun ayrıldığımızda, feragat ettiğimiz her hak ve kural için kazanan biz ve ülkemiz olmuyor aslında, daha o anda ve her defasında yumruk yine iniyor doğruların başına...
Bu ülkede terörle mücadele dahil yasal düzenlemede eksik yok.
Fazladan (Şimdi sözde kalkmış olan) olağanüstü hâl uygulaması var da... Eksiklik terörü önleme görevinde... Ya bilgisizlik, deneyimsizlik ya ihmal ya kasıtla.
Bu görevi yapmak, denetlemek ve sonuca ulaşmak devletin, devlet adına görev yapan tüm yasal birimlerin. Sorumluluk siyasal iktidarda. Aksamadan sürmesini sağlamak zorunda yasalarla verili görevlerin. Aksarsa ama… İşte orada üstü örtülemez hiçbir hatalı eylemin. Eylemi bilerek öyle işleyenlerin hesabı görülmelidir toplumsal vicdanda… Neden aksar eylemler? Neden görmezden gelinir suçlar, suçlular… Nedir görevlileri hukuk dışına çıkmaya iten nedenler; ihtiraslar mı, cehalet mi?
Bunun nedenini yargı aşamasında çözmek ve gereğini yapmak yargının işi işte. Bu görevden fedakârlık olamaz, görmezden gelinemez hatalar, bilinçle, bilgisizlikle yapılan aykırılıklar.
Kusur hep içimizde değil tabi, stratejik konumla çıkar umanların cirit attığı bir yer ülkemiz, dünya literatürü kısaca emperyalizm ve karanlık güçleri diyor buna adıyla, sanıyla.
Ülkemiz üzerine oyun oynayanların oyununu bozmak için de görevi var iktidarın, istihbaratın, güvenlik güçlerinin, devlet adamlarının... Onlar o görevi yapsa...
Bitse bu kan... Bitse anaların yüreğindeki yangın... Ölmese o çocuklar diyorum son olarak!
Ünsal Çankaya
SOLİTİRAZ.COM