28 Mart 2024 Perşembe

Devrimci Yön

Türkiye’nin İdlib Stratejisi: Aktörler, Çıkarlar, Tehditler (Analiz)

Türkiye’nin İdlib Stratejisi: Aktörler, Çıkarlar, Tehditler (Analiz)
04 Nisan
00:00 2018

 

AKTÖRLER

Her ne kadar Suriye muhalefetinin çok başlı ve bölge bazlı değişen yapısı bilinse de, İdlib sahasını ve Türkiye’nin İdlib’e yönelik politikasını anlamak adına incelenmesi gereken 4 temel aktör ileri sürülebilir: Ahrar uş Şam, Nureddin Zengi, Feylak uş Şam ve Heyet Tahrir uş Şam (HTŞ).

Ahrar uş Şam hareketi hâkimiyet kurduğu bölgelerde sıkı bir kontrol uygulayan, görece disiplinli askeri bir kuvvete sahip muhalif gruptur. İdlib’in ele geçirilmesinde başat aktörlerden biri olan Ahrar uş Şam, rejim-karşıtı cephenin de önde gelen taraflarındandır. Rejime karşı mücadelede pragmatik yaklaşımlar sergileyerek farklı yapılarla işbirliği yapabilmektedir. Nitekim ÖSO ile işbirliği sebebiyle Nusra Cephesi tarafından “mürted” suçlamasına dahi maruz kalan grubun, sahadaki etki alanını artıracak adımları ideolojik amaçların bir adım önüne koyduğunu söylemek yerinde olacaktır.

Nureddin Zengi Hareketi ise Halep’teki gruplar arasında dikkat çekici bir konumdadır. 2014 yılında ABD’den destek almaya başlayan grup, Suudi Arabistan tarafından da yer yer desteklenmiştir. Nureddin Zengi Hareketi ayrıca Heyet Tahrir uş Şam(HTŞ)’nin kurucuları arasında yer almıştır. HTŞ-Ahrar uş Şam çatışmaları esnasında HTŞ’den ayrıldığını duyuran grup, sonrasında HTŞ ile çatışmalara varan sorunlar yaşamıştır. İleriki dönemde, Ahrar uş Şam ve Nureddin Zengi Hareketi 2018 Şubat ayında bir araya gelerek Cephe Tahrir Suriye’yi (CTS) oluşturmuş, kısa süre içerisinde HTŞ ve CTS arasında güç mücadelesi başlamıştır. İdlib’te başlayan ve süregelen güç mücadelesi için iki taraf da birbirini suçlamaktadır.

Nusra Cephesi 2016 yılında adını Şam’ın Fethi Cephesi (ŞFC) olarak değiştirmiş, El-Kaide ile bağını kopardığını iddia etmiştir. ŞFC  sonrasında başka gruplarla birleşerek Heyet Tahrir uş Şam adı altında yeni bir yapılanmaya gitmiştir. Fakat bugüne kadar HTŞ içindeki eski Nusra haricindeki tüm gruplar HTŞ’den ayrılmıştır. Önemli sayıda silahlı gücü olduğu bilinen HTŞ, İdlib’te geniş bir alana yayılarak 2017’den günümüze dek varlığını sürdürdü.  HTŞ birlikleri son süreçte rejim ile girdiği çatışmalarda ciddi kayıplar vermiş, örgüt askeri anlamda zayıflamıştır. Örgütün bölge halkı üzerinde baskıcı politikalar uygulaması İdlib’te HTŞ’ye yönelik tepkileri artırmıştır.

İdlib sahasında asli rekabet HTŞ ve Ahrar uş Şam arasında yaşanmış, HTŞ Ahrar uş Şam’ı mağlup ederek İdlib’teki rakibini zayıflattıktan sonra kendi hâkimiyetini kurmuştur. Bu çatışma Nureddin Zengi Hareketi’nin, bir dönem parçası olduğu HTŞ’den uzaklaşarak, Ahrar uş Şam’a yakınlaşmasına sebep olmuştur. Son süreçte Nureddin Zengi ve HTŞ arasında da artan gerginlik, Ahrar uş Şam ve Nureddin Zengi Hareketi’nin birleşmesi sonrası CTS-HTŞ çatışmasına evrilmiştir. HTŞ çok kısa bir süre içerisinde İdlib’in güneyi ve Halep’in batısından çok büyük ölçüde çıkartılmıştır. İzole edilen bölgelerdeki kimi HTŞ militanları tarafsız kaldığını açıklayan Feylak uş Şam’a ve Ceys el Ahrar’a bağlılık yemini etmişlerdir. Feylak uş Şam grubu da özellikle Zeytin Dalı Harekâtına verdiği destekle ön plana çıkmaktadır. Yine HTŞ içerisindeki El-Kaide yanlısı kimi diğer gruplar, CTS-HTŞ çatışmaları esnasında HTŞ’nin Türkiye’ye karşı sessizliği ve El-Kaide’den biatın çekilmesine tepki olarak örgütten ayrılmış, “Huraşiddin” adı altında El-Kaide’nin Suriye kolu olmaya aday yeni bir yapılanmaya gitmiştir. Bu çözülmeler sonrası kalan HTŞ birlikleri ise CTS saldırıları ile İdlib’in kuzeybatısına ve Halep’in batısına çekilmiş olup, Türkiye sınırına yakın bölgede varlıklarını sürdürmektedir.

ÇIKARLAR

İdlib’teki güç mücadelesini Türkiye ve muhalif grupların çıkarları bağlamında okumak mümkündür. Öncelikle belirtilmelidir ki, Türkiye Nureddin Zengi hareketine net bir destek sunmamaktadır. Bu sebeple Türkiye’nin CTS’ye yönelik ortak bir tutumu olmadığını, Ahrar uş Şam ve Nureddin Zengi’ye yönelik farklı tutumlar sergilendiğini vurgulamak yerinde olacaktır. Bir diğer husus ise Türkiye’nin İdlib’te muhalifler arasında süregelen güç mücadelesine yönelik tutumudur. Türkiye, İdlib’teki muhalif savaşını önceleyen ve bu savaştan çıkar elde etmeyi amaçlayan bir politika izlememekle beraber, kendine tarafsız bir konum edinmiştir. Türkiye’nin bu güç mücadelesini yönettiği ya da yönlendirdiği yönündeki Batı medyasında yer alan iddialar gerçeği yansıtmamaktadır.

Muhalefetin Astana ve Cenevre’deki garantörü konumunda olan Türkiye için, terör örgütleri ile Türkiye’nin işbirliği yaptığı muhalif gruplar arasındaki farkı uluslararası kamuoyu nezdinde belirginleştirmek  önem arz etmektedir. Bu noktada HTŞ’nin diğer muhalif gruplardan ayrılması da İdlib stratejisi bağlamında olumlu bir gelişme olarak kaydedilecektir. Ancak İdlib çatışmasızlık bölgesinde yürüttüğü gerginliği azaltma kontrol gücü misyonu gereği Türkiye, HTŞ ile direk bir mücadele içerisine de girmemiştir. Ayrıca gözlem noktalarına konuşlandırılan askeri birliklerin, HTŞ militanlarının hedefi haline gelmesi ya da Afrin ve olası Menbiç operasyonları esnasında İdlib’te bir çatışmaya taraf olunması arzu edilen senaryolar değildir. Yine de HTŞ problemini çözümlemek Türkiye’nin bir sorumluluğu haline gelmiştir. Bu sebeple HTŞ’nin gücünün ezerek dağılmaya zorlama stratejisi izlenmektedir. Türkiye HTŞ’nin güç kaybettiği süreçte gözlem noktalarını ardı ardına kurarak bölgede söz sahibi olma yolunda önemli adımlar attı. Türkiye’nin İdlib’e intikali HTŞ lideri Culani’nin üzerindeki baskıyı artırdı. HTŞ içerisindeki kimi kesimler bu süreçte Türkiye’nin engellenmemesini korkaklık olarak nitelendirdi. Bu süreci El-Kaide’den ayrılmayı ret eden militanların HTŞ bünyesinden ayrılması izledi. Zaten zayıflamış olan askeri gücünün belkemiğini oluşturan El-Kaide’den ayrılmayı ret eden militanların gidişi, HTŞ’nin gücünün daha da ezilmesini beraberinde getirdi. Öte yandan kendini Esad karşıtı cephenin asli unsuru olarak gösteren HTŞ’nin, Ahrar uş Şam ve Nureddin Zengi ile girdiği çatışma, kendi mücadelesinin meşruiyetini de sorgulatır nitelikte bir tablo ortaya koydu.

Türkiye HTŞ’nin bölgedeki etkinliğinin azalması sayesinde bazı çıkarlar elde etmektedir. Türkiye’nin gerginliği azaltma misyonu başarılı bir şekilde icra edilecek, rejim unsurlarının güncel sınırları koruması sağlanacaktır. İdlib’te Türkiye’nin desteklediği muhalif grupların varlık göstermesi Fırat Kalkanı (FK), Afrin ve İdlib bölgelerini içine alan bir hatta barış ve güvenliğin tesis edilmesini sağlayacaktır. Muhalif unsurlar ise ellerinde kalan son stratejik bölge İdlib’te varlıklarını perçinleyecek, yeni mutabakatların önü açılabilecektir. Suriye’deki savaşın başlangıcından bu yana muhalif grupların en büyük problemi haline gelen tek elden yönetilememe ve koordinasyonsuzluk, Türkiye önderliğinde, FK ve Afrin bölgeleri ile olası bir birleşme sayesinde ortadan kaldırılabilecektir. Afrin Operasyonu öncesi kurulan Milli Ordu’nun İdlib’te de net bir şekilde pratiğe dökülmesi bahsi geçen birleşmenin sağlanması adına önemli bir katkı sağlayacaktır.

TEHDİTLER

CTS’nin HTŞ’yi zayıflatmış olması, HTŞ’nin varlığının tamamen yok olduğu anlamına gelmemektedir. Son çatışmalar sonrası Türkiye sınırına yakın bölgelerde konuşlanan HTŞ militanlarının bir kısmının da Lazkiye bölgesine yönelmiştir. HTŞ birlikleri sınıra yakın bölgelerde ve İdlib şehir merkezinde güç tazelemeye çalışacak ve Bab el Havva, Harem ve Cisr el Şuur gibi bölgeleri ellerinde tutmaya çalışacaklardır. Bu noktada birbiri ile ilintili 2 tehdit yatmaktadır. Esad rejimi Harem bölgesi ve civarını bombardıman altına almakta ve bölgedeki HTŞ varlığı hedeflenirken ciddi oranda sivil kayıplar da verilmektedir. Kalanlar ise saldırılardan kaçmak adına Türkiye sınırı istikametine yeni bir göç dalgası oluşturabilir. Buna ek olarak HTŞ’nin Atme’deki mülteci kampında yaşayanları Türkiye’ye yönlendirmesi de bir ihtimal olarak karşımıza çıkmaktadır. HTŞ’nin bölge halkı üzerinde önceden kurduğu baskı düşünüldüğünde, aynı senaryonun Atme bölgesinde yaşanması da ihtimal dahilindedir.

Türkiye, Astana’da kararlaştırıldığı üzere, Ekim 2017’den bu yana toplam 7 adet gözlem noktası kurmuştur. Gözlem noktalarının sayısının 12 olması planlanmaktadır. Şu ana dek kurulan gözlem noktaları İdlib’in kuzey ve doğusu ile güney bölgesinde yer almakta olup, İdlib’in batısında henüz bir gözlem noktası tesis edilmemiştir. Bu bağlamda rejim-HTŞ çatışması ya da Rusya’nın HTŞ hedeflerine yönelik olası hava saldırılarının pratikte önüne geçilmesi kolay değildir. Türkiye muhalifler arasındaki mücadelede tarafsız bir tutum sergilese de, bu mücadelenin artçıl etkileri orta ve uzun vadede Türkiye’nin İdlib stratejisine zarar verebilecek niteliktedir. Bu nedenle yeni gözlem noktalarının bir an evvel tesisi önem arz etmektedir. Türkiye’nin İdlib’in El-Eis kentine gözlem noktası kurma girişimleri esnasında askeri konvoyun saldırıya uğramış olduğu düşünülürse, gözlem noktalarının tesisi esnasında bölgedeki terör tehditlerinin de göz önünde bulundurması önem arz etmektedir. Bu bağlamda yukarıda belirttiğimiz Huraşiddin ve benzeri örgütlerin, İdlib çatışmasızlık bölgesinde görev yapan Türk birliklerine tehdit oluşturabileceğinin altı çizilmelidir.

SONUÇ

Türkiye İdlib’te  yeni göç dalgalarının oluşmasını engellemeyi amaçlarken, “garantör ülke” sıfatını pratiğe daha net yansıtarak Suriye’de elini güçlü tutmaya da önem vermektedir. Buna ek olarak, terör örgütü olarak tanınan gruplar ile Türkiye’nin işbirliği yaptığı grupların ayrı konumlandırılması ve ılımlı muhalefetin meşru bir aktör olarak kabul ettirilmesi de Türkiye’nin İdlib stratejisini oluşturan sacayaklarından bir diğeridir. HTŞ’nin bu bağlamda ÖSO birlikleri ve İdlib özelinde Ahrar uş Şam ve Feylak uş Şam’dan ayrı değerlendirilmesi kritik öneme sahiptir.

Son dönemde muhalifler arasında yaşanan güç mücadelesi ile hâkimiyet alanlarında yaşanan değişiklikler, Türkiye’nin yukarıda açıklanan İdlib stratejisini etkileyecek potansiyele sahiptir. HTŞ’nin Türkiye sınırına yakın bölgeye yerleşmesi, Türkiye’nin sınır hattına yönelik tehdit algısını şekillendirebileceği gibi sınıra yönelik yeni göç dalgaları yaratma ihtimalini de ortaya çıkarmıştır. HTŞ’nin kısa ve orta vadede rejim hattını diğer muhalif unsurlardan ele geçirmeye çalışması, gerginliği azaltma misyonu ile İdlib’te gözlem noktaları kuran Türkiye’nin işini zorlaştıracaktır. Gözlem noktalarına yönelik olası saldırılar da, gözlem noktalarının tesisini zorlaştıran ve askeri birliklerin güvenliğini tehlike altına atan faktörler arasında sıralanmaktadır. Bu üç temel husus İdlib stratejisinin tehditlerini oluşturmaktadır. Öte yandan, bahsi geçen güç mücadelesi HTŞ’nin gücünün ezilerek dağılmaya zorlanması adına Türkiye’ye fayda sağlamaktadır.

Suriye Gündemi'nde Enes Ayaşlı'nın analizinin tamamını okumak için...

SOLİTİRAZ.COM

Facebook'ta Sol İtiraz