Yeni Sömürü Kaynaklarının Sosyolojisi / Cemal Öztürk
Yeni sömürü kaynakların sosyolojisini anlamak için öncelikle her şeyi artı değer sömürüsüyle açıklayan bir bilgisizliğin farkına varmalıyız. Bu sebeple de artı değer kavramı neyi ifade eder önce ona bakalım.
ARTI DEĞER KAVRAMININ TARİHÇESİ
“Emek değer kuramı, Kapital’in I. Cildinde (1867) uzun uzadıya açıklanmıştır. Ancak bu kavramın olgunlaşması, birçok burjuva ekonomistinin daha önceki çalışmaları sayesinde mümkün olmuştur.
Bu çalışmalar, klasik iktisatçılar tarafından öncelikle malların fiyatlarının nasıl oluştuğu sorusuyla başlar: “Fiyatlar rastgele mi oluşuyordu, yoksa fiyatlardan bağımsız olarak malların değeri mi vardı? Arz ve taleple malların fiyatları değişiyordu, ancak bu değişiklikler de rastgele değildi; fiyat oynamaları malların değerleri etrafında oluyordu. Malların değerlerinin içerdikleri emek miktarıyla belirlendiği tespitinde öncülük William Petty’ye (1662) aittir.
Richard Cantillon ise 1755 yılında yayımlanan Genel Olarak Ticaretin Doğası Üzerine Yazı isimli kitabında, “emeğin ürettiği” ile emeğin bunu üretebilmesi için gerekli değerler arasında bir ayrım yaparak, Marx’ın artık-değer analizinin belki de prototipini kavradı. Ayrıca ücretlerin belirlenmesinde asgari yaşam düzeyinin oluşmasında “gelenek” etmenine de dikkati çekti.
A.Smith ve D.Ricardo ise, metaların değişim değerlerinin, bu malların içerdikleri emek miktarına göre belirlendiği sonucuna vardılar.
Emek değer kuramına siyasal sonuçlar yükleyen iki kişi, Thomas Hodgskin ve William Thompson’dir.
Thomas Hodgskin ve William Thompson (1824) da, servetin tek yaratıcısının emek olması önermesinden hareket ederek, emeğin yarattığı tüm ürünlerin emeğin hakkı olduğunu ileri sürdüler.
Ancak A. Smith, D. Ricardo, T.Hodgskin ve W.Thompson’da eksik olan, kapitalist sömürünün özünü oluşturan ilişki, işgücünün metalaşması olgusuydu” (1). İşte bu olguyu da Marks açıklamıştır.
Marx’ın Emek Değer Kuramı
“K.Marx, emek değer kuramı temelinde işgücünün (emek gücünün) değeri ile emeğin yarattığı değer arasındaki farkı açığa çıkardı ve bu farka (artık-değer), üretim araçları mülkiyetine sahip olan sermayedarın el koyduğunu belirledi. Kapitalizmin yarattığı cehennemi sona erdirmenin yolunun işçi sınıfının sermayedar sınıfa karşı mücadelesi olduğunu açıkladı; kapitalizmin mezar kazıcılarının yoksullar, toplumdan dışlanmış kesimler veya benzerleri değil, işçi sınıfı olduğunu savundu. Bir malın kullanım değeri, kişiye sağladığı yarardır. Değişim değeri ise, içerdiği toplumsal olarak ortalama verimlilikteki emekle belirlenir.
Marx’ın terminolojisi kullanılırsa; bir malın değeri, onun üretiminde kullanılan girdilerden aktarılan değer (c, sabit sermaye), işçinin işgücünden aktarılan değer (v, değişken sermaye) ve artık-değerden (s, artık-değer) oluşur: Metanın değeri=c+v+s.
Kapitalist sömürünün özü ise aldatma, yağma veya hırsızlık değil, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyettir. Emek değer kuramı, bu nedenle, aynı zamanda bir “ücret kuramı”dır. İşçinin işgücünün değeri veya fiyatı ise, tarihsel ve kültürel olarak belirlenmiş koşullarda, işçinin ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin yetişmeleri için gerekli olan biyolojik ve diğer ihtiyaçların toplamıdır
Marks’ta üretken olan emek, genellikle, emeğin maddi bir ürüne dönüşmesi sürecine katkıda bulunan emek olarak tanımlanmaktadır. “ (2)
Buna göre ticaret yapanlar, temizlik işçileri, öğretmenler, sağlık personeli, bankacılar, reklamcılar, vergi toplayanlar vb. ise, emek değer kuramı açısından, üretken olmayan bir faaliyet içindedir.
Bunlara ek olarak, serbest rekabetçi dönemde ticaret tekellerinin ve tekelci kapitalizm döneminde de ekonomik yaşamın her alanındaki tekellerin faaliyetleri, malların değerleri ile fiyatları arasındaki ilişkiyi koparmaktadır.
Bu açıdan da bakıldığında, Marksist emek değer kuramının tekelci dönemde fiyat oluşumunu açıklaması mümkün değildir; ancak zaten böyle bir amaç da yoktur.
Sabit sermaye miktarının (c), aktarılan toplam değer miktarına (c+v) oranını sermayenin organik bileşimi diye tanımlanır. Sermayenin organik bileşimi= c/(c+v) dir. Doğaldır ki bu oran bütün sektörlerde aynı değildir.
EMPERYALİZM ÇAĞINDA SÖMÜRÜ KAYNAKLARININ ÇEŞİTLENMESİ
Kapitalizmin serbest rekabetçi döneminde, artı değer sömürüsünü bu şekilde ortaya koyan K. Marks’ın beklentisi öncelikle işçi sınıfının hayli geliştiği İngiltere gibi ülkelerde işçi sınıfının devrimci bir işlev üslenerek sosyalist bir devrimi gerçekleştireceğini öngörmüştü. Ama tarihin gidişi tam tersine daha çok doğuda; Rusya, Türkiye ve Çin’de ulusal demokratik nitelikte devrimlerin gelişmesine olanak verdi.
Ancak Avrupa’da kapitalist ülkeler daha az gelişmiş ülke ve bölgelerden ucuz kaynak transferi yaptığı için elde edilen ulusal gelirden hem kendi işçi sınıfının refahını artırdı hem de belli bir sınıfsal işbirliği ve uzlaşma yolunu sağlamış oldu. Dünya çapında ezilenlerin arasındaki enternasyonal dayanışmanın bir türlü gerçekleşememesinin önündeki en büyük engel de işte bu ezilenlerin ilk fırsatta kendi egemen güçleriyle çıkar birliğini daha kolay benimsemeleri gerçeğidir. İşçi, köylü ve küçük burjuva sınıfı arasındaki ittifaklar her zaman kendisine belli fırsatları sunacak olan büyük sermaye sınıfı tarafından ekonomik olarak tayin edilmektedir. Bu ilişkiler salt soyut bir sınıf edebiyatıyla kategorize edilemeyecek kadar karmaşıktır.
Kapitalizmin buradaki sırrı:
Sus payı
Pazarlık payı
Ve aslan payı biçiminde karşımıza çıkmaktadır. Ekonomik gücü elinde tutanların otoritesi aynı zamanda yönetme kabiliyetini (korku, baskı ve tehdit ile boyun eğdiren ) kendi içinde saklı tutar.
Tekelci sermaye döneminde, kârın önemli bir bölümü, sömürge ve yarı-sömürge ülke kaynaklarının yağmalanmasından elde edilmektedir. Uluslar arası sermayenin bu konjoktürel durumu, bizdeki sınıflar mücadelesine yansırken anti-emperyalizm karakterini alır.
Metropol ülke işçi sınıflarının emperyalist sömürü olanaklarından nasiplenmesini görmezden gelerek salt teoride enternasyonal bir beklenti içine girmek bu gün için gerçekçi bir bakış değildir. Aksine emperyalizm çağında sınıflar mücadelesi ulusal hatta bölgesel ölçekte kavranmadıkça başarı şansı sıfırdır.
Ucuz iş gücü, ucuz hammadde ve ucuz gıda temini sömürgeci ülkelere “katma değer” sağlayan önemli etmenlerdir. Bu tür bir pazarlık gücünü korumak üzere geri kalmış ülkelerin rasyonel bir eğitim, öğretim ve üretime geçmeleri ya dinsel ya etnik milliyetçi kutuplaştırmalar körüklenerek önlenmektedir. Ulusal ve sınıfsal bilinç inşasına genellikle soğuk savaş operasyonlarıyla izin verilmez.
Finans kapital sahipleri, aynı zaman da ülkemizde, fındık, tütün, pamuk, şeker piyasasında tekel olmak için de sürekli özelleştirmeyi savunan neoliberal politikaları şart koşar. Böylece tekel oldukları için de istedikleri gibi fahiş fiyatlarla karlarını artırabilmektedirler.
Ülkemizde gözlenen çeşitli sömürü ve kaynak aktarma mekanizmaları şunlardır:
1.Bireysel, sınıfsal ve uluslar arası düzeyde tipik hırsızlık ve hortumlama şebekeleri en çok bilinenidir.
2.Kamu arazilerini yağmalamak, doğal kaynakları gasp etmek için bitmeyen siyasal ganimet savaşları.
3. Ulusal pazarları ele geçiren tekel ve kartellerin antlaşmaları yeni sömürü imkânları demektir.
4.Kambiyo ve borsa oyunları daha çok bir kumar ekonomisini çağrıştırmaktadır.
5.Büyük kentlerde konut, dükkân kirası kadar faiz mekanizmaları ticaretin en eski bilindik yöntemidir.
6.Devlet ihaleleri, pirimitif akümülasyonun (ilksel birikimin) önemli bir aracıdır.
7.Kaçakçılığın her çeşidi. (Uyuşturucu, silah, mal ve vergi kaçırma dâhil).
Devlet aygıtını ele geçiren siyasal kadronun yurttaşını gerek fahiş vergilendirme ve gerekse silah altına alma yetkisini halka rağmen kullanabilmesini nasıl göz ardı edebiliriz? Gelir vergisi ile dolaylı tüketim vergileri arasında adil bir oranlama zaten söz konusu değildir. Toplanan vergiler, gelirler de yine toplumun, güvenlik, adalet, eğitim ve sağlık harcamalarında yerli yerinde kullanılıyor mu pekiyi? Bütün bu ekstra sömürü türlerini göz ardı ederek gözünü sadece fabrikadaki artı değer sömürüsüne dikmek çoğu Ortodoks Marksist’in iktisadi kamu işletmelerinin haraç mezat satılmasına dahi kayıtsız bırakmıştır. Kaldı ki üretim ekonomisinin tasfiye edildiği bir ortamda “artı değer sömürüsüne” işsizler ordusu akşamdan razıdır.
Günümüzde; ulusal irade, kuvvetler ayrılığı, basın ve üniversite özgürlüğü niçin tam bir kuşa çevrildi böyle? Çünkü ticari ve mali tekeller nasıl fahiş fiyat fırsatını elinde tutarsa medyada tekel de kamuoyunu yanıltmada aynı işlevi görür. O halde yalan, aldatma, yanıltma ve gerçeği örtbas etmek gibi kamuoyunu karartmak sömürüyü sürdürebilmenin ruhsatlı/ruhsal alt yapısıdır. Bir de bu sömürüye ruhsat veren uygun bir ruhban medyasının ihdas edildiğini kimse unutmasın bundan sonra. Ruhban sınıfı denilence sadece din adamlarını anlamak büyük bir gaflettir. Aksine sistemin azizlik sertifikasını almış yazarından mühendisine, doktorundan diplomat ve bürokrasiye kadar geniş bir kadroyu düşünmek gerekir.
SONSÖZ
Aydınlar sosyalizmi olan Sovyetlerin çökmesinden anladık ki bu gün temel sorunumuz artı değer sömürüsünden ziyade yeni emperyalizm olgusudur. Çünkü artı değer sömürüsü her şeye rağmen üretim ekonomisinin varlığına dayanıyordu. Bir ülkede eğer ulusal gümrük duvarları yıkılmış, tarımı, hayvancılığı çökertilmiş ve elindeki mevcut kaynakları da varlık fonuna devredilmişse salt artı değer sömürüsüyle bu olguyu açıklayamayız. Ekonominin kumanda merkezleri burada son derece karmaşıktır. Emperyalist dönemde sömürü kaynaklarının aktarımı çeşitlenmiştir. Bu nedenle sınıflar arasındaki ekonomik çıkar ve beklentileri anlamadan doğru sınıfsal ittifakları kurmak da giderek zorlaşmaktadır. Toplumun çeşitli emekçi kesimleri yeni teknolojilerin üretimde yer alması sonucunda giderek yoksullaşıp proleterleşse bile sanıldığı gibi bunlar kapitalizmin mezar kazıcıları olamazlar. Yeni teknolojiler mutlaka ekonomide bir üretkenlik sağladığı için toplumda nispi bir refaha da yol açabilir. Günümüzde geniş halk yığınlarının beyaz eşya ve cep telefonu sahibi olması sınıfsal uçurumların kapandığı anlamına da gelmez.
Özetle vurgulamak isterim ki artı değer kavramı yeni sömürü kaynaklarının sosyolojisini açıklamakta yetersiz kalıyor.
Ne diyordu Komünist Manifesto 1848’de? “Zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan işçiler birleşiniz”. Ne var ki bu gün sermayenin evrimleştiği emperyalizm çağında nispi bir yoksullaşmaya rağmen emekçilerin elinde kaybetmek istemediği ‘Ayfon’u da var, Afyon’u da! ‘ O halde neoemperyalizme karşı ancak ulusal ölçekte bir mücadele programını öne alan mevcut siyasal bölünmelerin ötesine geçmek zorundayız.
Kaynaklar:
1. http://www.yildirimkoc.com.tr/usrfile/1401701915b.pdf
2. Age, s.2
Cemal Öztürk
GERCEKEDEBİYAT.COM